Dicle Fırat Gazeteciler Derneği, Ocak 2025’te gazetecilere yönelik hak ihlallere ilişkin bir rapor yayınladı. Bu rapora göre 2024'te 74 gazeteciye soruşturma açılırken, sadece son bir ayda 42 gazeteciye soruşturma açıldı!
Bu, gazetecilere, basına yönelik saldırıların nasıl boyutlandığının rakamsal bir göstergesi. Oysa her birimiz her gün televizyonda, sosyal medyada görüyoruz art arda gazetecilerin gözaltına alındığını, tutukladığını, bunlar için yapılan dayanışma eylemlerini, konuşmaları, mesajları görüyoruz. İnsanların, diğer gazetecilerin, aydınların, siyasetçilerin, sanatçıların, sendikaların, basın örgütlerinin gazetecilere nasıl sahip çıktıklarını gördük.
Peki nasıl gördük?
Kimler gözaltına alındı, kimler tutuklandı, kimler desteklendi, kimler savunuldu?
Aralık ayında Türk devletinin SİHA’larla 2 Kürt gazeteciyi Rojava’da katletmesini protesto eden, “Nazım ve Cihan gazetecidir” diyebilenler, sadece şovenist propaganda ile zehirlenmemiş olanlardı. Devletin işlediği bu “savaş suçu”nu örtbas etmek için “onlar teröristti”, “haklarında açılmış örgüt üyeliği davası vardı” söylemleri ile hizaya geçen, başlarını diğer tarafa çeviren sendikalar, basın örgütleri, siyasi partiler; katledilen meslektaşları için dayanışma eylemi yapmak istedikleri için tutuklanan gazetecileri de aynı şekilde görmezden geldiler. İlk anda bu açıklamaya destek verip örgütleyicisi olan Basın İş, alana dahi gelmedi. Gazeteciler tutuklandığında da göstermelik sosyal medya paylaşımı ile yasak savdılar. TGS ise bahsini bile açmadı.
Ardından gazetecilere yönelik kapı kırmalı baskınlar, işkenceli gözaltılar sürdü. Sesini yükselten, meslektaşları ile dayanışmak isteyen gazeteciler de bu saldırı ve gözaltılardan paylarına düşeni aldılar. Bu arada Siirt Belediye eş başkanı Sofya Alağaş da belediyenin gasp edilebilmesi için eski mesleği olan gazetecilikten apar topar ceza aldı!
Saldırıya uğrayan gazetecilere yine sadece sokaktaki gazeteciler, sosyalist, devrimci basın, Kürt gazetecilerin ve kadın gazetecilerin örgütlendiği DFGD ve MKG gibi örgütler sahip çıktı. Bu arada gözaltına alınan ve tutuklanan gazetecilerin çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu da ayrıca vurgulamak gerek. Kadınlar, her yerde olduğu gibi, yine ilk hedefte.
Kürt gazetecilere, "gazeteci kılığındaki teröristlere" destek vermeme, onlarla aynı safta görünmeme kaygısı işe yaramadı. Devletin bir sonraki hedefi, burjuva muhalefetin sesi Halk Tv oldu. Halk Tv’yi hizaya çekme operasyonu diyebileceğimiz bu operasyon, gözaltı ve tutuklamalarda ise, tüm basın yayın kuruluşları ve basın örgütleri oradaydı. "Meslektaşlarını" yalnız bırakmadı. Öyle ya, onlar “gazetecilik faaliyetleri”nden dolayı tutuklanmışlardı. İktidara “muhalif” olduklarından tutuklanmışlardı. Terörist falan değillerdi!
Elbette devrimci, sosyalist basın, özgür basın da kendilerine sahip çıkmayan, destek vermeyen meslektaşlarının yanındaydılar, onları yalnız bırakmadılar, destek açıklamaları yapıp ziyaret ettiler. DİSK ve KESK başta olmak üzere sendikalar, basın örgütleri dayanışma açıklaması yapmaya, iktidarı ve yargıyı “evrensel hukuka uymaya” çağırdılar. Ama işe bakın ki o esnada onlar pek bahsetmeseler de, yargılaması devam eden 102 gazeteci vardı, bunların 36’sı tutukluydu! Bunun yanı sıra örgüt üyeliği, propaganda ile yargılanan, “terör” suçlaması ile yaftalanarak “gazeteci” sayılmayan yüze yakın gazeteci de zindanda...
Sınıfsal ayrım, siyasal konumlanış yine boydan boya kesiyor "gazetecilik mesleği" denen şeyi. Bir gazetecinin nerede durduğu, topluma ve siyasal gelişmelere karşı nasıl bir tutum belirlediği belirliyor "başına gelenleri". "Dünyayı Sarsan On Gün"ün o simgesel sahnesi hala tüm topluma ayna tutuyor: İki sınıf var, burjuvazi ve proletarya. Ya burjuvaziden yanasın ya da proletaryadan.
Emekçi halkların safında olan gazeteciler çok doğal olarak "terörist" oluyor sermayenin ve faşist devletin gözünde. Dinci faşist iktidar ile "başka alanlarda" karşı karşıya gelen gazeteciler ve burjuva muhalefetin kuyruğundan ayrılmayan sözüm ona basın yayın örgütleri ve sendikalar, bu keskin kutuplaşmada emeğin saflarında, emekçi halkların saflarında yer alan gazeteciler ile aralarına kalın duvarlar örüveriyorlar çabucak. Son gazeteci tutuklamaları bu gerçekliğin altını kalın çizgilerle bir kez daha çizmiş oldu.
"BBC gazeteciliği"nin, o çok meşhur "gazetecilik ilkeleri"nin ne olduğunu, özellikle Ukrayna savaşından sonra çok iyi gördük! Hepsinin yaldızları döküldü, çoğunun altındaki ırkçı hatta faşist öz gün yüzüne çıktı. "Tarafsızlık" denen maskaralığın koca bir aldatmacadan ibaret olduğu da!..
Gazeteci tarafsız değildir, taraftır. Ya tarihin tekerleğini geriye döndürmek isteyen sömürücü sınıfın safındadır ve onun emir eridir ya da işçi sınıfının, emekçi halkların. Tarihin yavaş aktığı dönemde kendisini "tarafsız", hadi o meşhur sözü kullanalım, "objektif" olarak gösteren ve pazarlayan herkes, tarihin keskin virajlarında gerçek niteliklerini, "örtülü taraf olma" vasıflarını gözler önüne serer. Kaçınılmaz olarak ya burjuvaziden yana olur, ya proletaryadan.
Biz? Her fırsatta zindana tıktıklarına göre apaçık ki proletaryadan, emekçi halklardan yanayız. Ve hakkımızda açılan kovuşturmaları, ceza davalarını, halklarımıza bağlılığımızın nişanesi olarak gururla taşıyoruz.
Sibel Deniz