RTE Eylül sonunda gittiği ABD gezisini yarım kesip Türkiye'ye geri döndü. Tekelci faşist medyada köpürtülmeye çalışıldığı gibi, BM kürsüsündeki bir konuşma değildi bu gezinin amacı. Asıl amaçları para bulmaktı.
Ama bu amaca ulaşamadılar. Ne ABD başkanıyla ne ABD yetkilileri ile görüşebildi. Yaptığı görüşmeler, BM’de ayak üstü yapılanları saymazsak, Türk-Amerikan iş konseyi ile sınırlı kaldı. Bu toplantıya katılanlar da zaten Türkiye ile iş yapan iş adamlarıydı. Yaptığı yeni yatırım çağrılarına cevaben, yatırım değil “siyasal destek” alabildi. Yani Erdoğan para bulamadı. Aynı şey Mehmet Şimşek'in de başına geldi. O da para yerine nasihat aldı. Gittikleri gibi elleri avuçları boş, gersin geriye dönüp geldiler.
Yine Eylül sonunda TÜSİAD başkanı, yanında Ankara şube başkanı ile birlikte DEM Parti’yi ziyaret etti. Bilinen şey, sermaye önden gider, politika onu takip eder. Ardından 1 Ekim'de “bayram değil, düğün değil, eniştem beni niye öptü?” dedirtircesine, Devlet Bahçeli DEM Parti sıralarına gelerek meclisteki DEM Parti’yi yetkilileri ve milletvekilleri ile tokalaştı. Aynı gün açılış resepsiyonunda Özgür Özel ile tokalaşıp tatlı tatlı sohbet etti. Yine aynı gün, RTE meclisin açılış konuşmasında Netenyahu’nun hedefinin Lübnan'dan sonra Türkiye olacağını söyledi ve oradaki mesafenin zaten 170 kilometreye indiğini ekledi. İki gün sonraysa ne oldu nasıl olduysa bu mesafenin 30 kilometreye indiğini söyledi. İç cepheyi sağlama almak gerektiğinden söz etti. Bu gelişmeler üzerine envai çeşit “siyaset bilimci” hemen atlayarak, çok kıymetli fikirlerini TV ekranlarından üzerimize boca etti. Neymiş efendim yeni bir açılım-yumuşama süreci başlıyormuş. Erdoğan'ın çok istediği yeni anayasa için DEM Parti’ye ihtiyacı varmış da, ondan bunlar oluyormuş. AKP erimiş, güç kaybetmiş de gerilim siyasetiyle istediği sonucu elde edemeyen RTE kendi seçmenini yeniden toplamak ve konsolide etmek için bunları yapıyormuş. Daha neler neler, ne inciler... Aç tavuk kendini darı ambarında görür!
Oysa durum çok farklı. Büyük sermayeyi de RTE’yi de, Bahçeli'yi de buna zorlayan içerideki gelişmelerdir, devrimin yükselişidir, devrimci kitle eyleminin yükselişidir. İşçisi, işsizi, emeklisi, öğrencisi, çiftçisiyle bütün emekçi sınıflar, giderek büyüyen, yükselen bir eylem hattında ilerliyor. Tekelci sermaye, artık kitle eylemlerinin önüne geçebilecek olanaklara da, argümanlara da sahip değiller. Ellerinde kalan tek argüman baskı, zor, şiddet. Ama artık şiddet de gücünü yitirdi.
Açlık ve sefalet öyle boyutlara vardı ki, halk sağlığı uzmanları, okula giden erkek çocukları %85’inin, kız çocuklarının %62'sinin kansızlıktan muzdarip olduğunu söylüyorlar. Eğitim bilimciler ve öğretmenler, bu durumun artık çocukların hep fiziki gelişmelerini hem zeka seviyelerini etkilemeye başladığını söylüyorlar. Eğitim Sen ve Veli-Der, bu nedenle öğrencilere günde bir öğün ücretsiz yemek kampanyası başlattı. Bazı belediyeler de girişimlere başladı.
Okullar ve öğrenciler deyince bir şey daha var. Kamuda tasarruf diyen dinci faşist hükümet, okullardaki yardımcı personelin maaşlarını kesti, okullarda temizlik yapacak kimse kalmadı. Okulların açılması ile birlikte okullar mikrop ve hastalık gelen merkezler haline geldi. Bazı belediyeler okullarda temizlik yapmaya başlayınca, hükümet bu sefer de onları önlemeye yöneldi.
Bütün bunlar yaşanırken, oldukça dikkat çekici başka şeyler de var. Türk İş ve DİSK gibi burjuva sendikalar “Vergide Adalet” sloganıyla kitle hareketinin yolunu kesmek, önüne geçmek, yükselişine engellemek amacıyla göstermelik mitingler açıklamalar yapıyor. Ama işçi ve emekçi yığınlar ilgilenmiyor. Çünkü işçi ve emekçiler, dört koldan Ankara'yı kuşatıyor: Öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığı önünde, işçiler Çalışma Bakanlığı önünde, Soma'dan yalın ayak yola düşen madenciler Meclis kapısında eylemdeler.
Krizin daha önceki dalgalarında dinci faşist hükümet, kitle eylemlerini pasifize edecek bazı olanaklara ve argümanlara sahipti. Şimdi değil. Geçmiş yıllarda işçi eylemleri genel grev de dahil grevler, uzlaşma ile belirli bir ücret artışı ile bitirilebiliyordu. Yani memur ücretleri de işçi ücretleri de, emekli maaşları da enflasyon karşısında bu kadar büyük bir hızla erimiyordu. İşçi ve emekçiler hayat pahalılığı karşısında iyi-kötü idare edebiliyorlardı. Ama uygulanan tam ilhak politikaları, yıllar içinde bazı sonuçlar yarattı. Bunlardan biri iç pazar bütünlüğünün parçalanması. Bu yüzden ücretler enflasyon karşısında güneşte kalmış kar gibi büyük bir hızla eridi. İç pazarının tamamen kuruyup çökmesine doğru ilerliyor. Buna bir de dinci faşist hükümetin uyguladığı sıkı para politikalarının, ücret talepli işçi eylemlerinin, grevlerin manevra alanlarını iyice tükettiği de eklenince, geriye sadece baskı, zor, şiddet kaldı. Dinci faşist hükümet, neredeyse son bir yılda her kitle eyleminin karşısına yasakla, polis copuyla, gazıyla çıktığı gözaltılar ve tutuklamalar yoğunlaştı.
Bu dönemde sürekli artan maliyetler nedeniyle, küçük ölçekli tarımsal üretim kendi tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Bir yandan ticaret-üretim-iç pazar bütünlüğünün parçalanması, iç pazarın daralması yaşanırken, çiftçiler yüksek maliyetler nedeniyle dış dünyadaki pazarlarını da yitirmeye, tam bir çöküş yaşamaya başladılar.
Tüm alametler bir açlık isyanını işaret ediyor. İşçisi, köylüsü, emeklisi, memuruyla tüm emekçi yığınların gözü bir ayaklanmada; beklenti, umut bu yönde. Bu ihtimal giderek yükseliyor.
Özgür Güven