Her olay, sınıf mücadelesindeki her gelişme, ortalama solun devrim iddiasından vazgeçtiği gerçekliğini tekrar tekrar açığa çıkarıyor. Devrimci gelişmelerin etkisiyle üzerlerindeki yaldızlar dökülüyor ve altındaki saf reformizm açığa çıkıyor. Ortalama solun etkisindeki kitleler, bu durumu deneyimleyerek hafızalarına kaydediyor, biriktiriyorlar. Bu giderek nitelik dönüşümüne yol açıyor. Bu sayede büyük kitlelerin proletaryanın devrimci sınıf partisinin siyasetini anlama ve benimsemesinin koşullarından biri daha olgunlaşıyor.
Önümüzde duran seçim süreci de, daha bugünden bu gelişmeye güçlü katkı sunuyor.
Bilindiği gibi yasal partiye, seçimlere ve burjuva parlamentosuna karşı takınılacak tavır konusunda, ortalama solla leninistler arasında uzun yıllardır bir karşıtlık var. Devrimci komünistler, sınıf mücadelesinin geldiği düzeyde, bunların peşinde koşmanın sınıf uzlaşmacılığı, burjuvazi ile uzlaşma arayışı, katıksız reformizm, burjuva egemenliğine karşı mücadele etmekten vazgeçmek olduğunu her söylediğinde ortalama solun itirazları duyuldu.
Bir muhtarlığımız, bir belediyemiz, bir milletvekilimiz, bir bakanımız olsa kötü mü olur... bu daha fazla ajitasyon, propaganda imkanı, sistemi içinden teşhir etme imkanı vs. vs. denildi. Kitlelerde seçimlere, burjuva parlamentosuna inançsızlık eğilimi yok dediler. Dediler de dediler... Ve hep birlikte devrimci politikayı kitlelere sekterlik olarak göstermek için ellerinden geleni yaptılar.
Ama kim ne derse desin, devrimci mücadele bu konuda da herkesi zurnanın zırt dediği yere getirdi. Toplumsal devrim mücadelesi öyle ileri bir düzeye geldi ki, bu konuda da, devrimci politikadan kaçınarak devrimcilik yapma alanı bırakmadı kimseye.
Bu güne kadar ortalama sol yasal partiyi savunmak, seçime ve meclise girmek için kırk dereden kırk su getirdi. Devrimci kitlelerin önüne bir barikat olarak çıktı. Ama şimdi ne gidilecek dere ne de oradan getirilecek demagoji kaldı. Devrimci komünistlerin yönelttiği “Emekçiler, seçimlerde ve mecliste yaşananlardan, tüm seçilmişlerin başına gelenlerden, atanan kayyumlardan sonrada mı yasal partinin-seçimlerin-meclisin bir anlam ifade etmediğini görüp anlamadı” sorusuna verecek cevap bulamıyorlar. Çünkü devrimci komünistlerin yıllardır gelişip yayıldığını söylediği, parlamentarizme ve onun araçlarına inançsızlık eğiliminin, yaşananların etkisiyle hızla tüm toplumu sarıp sarmaladığı inkar edilemeyecek kadar alenileşti. Toplumun her yerinden şu sesler yükseliyor:
Trafolara giren kedileri de, okulların önündeki plakasız araçları da, oy merkezlerini basan bakanları da, çöpte çıkan oy pusulalarını da, geçersiz oyları geçerli ilan eden YSK’yı da çok iyi hatırlıyoruz. Ve tüm bunların sonucunda ortaya çıkan gelişmeleri de, atı alanın Üsküdar’ı geçişini de. O zaman bunlar engellenememişken, tüm usulsüzlükleri yasallaştıran yeni seçim yasası ile bu hileler hiç mi hiç engellenemez. Bu oyuna ortak olmanın anlamı yok. Yeni seçim yasalarının, “ne olursa olsun biz kazanacağız” mantığıyla hazırlandığını görüyoruz. Oy pusulalarının tamamının değiştirilmesi olası. Binlerce apartmana yazılan sahte, ölmüş, olmayan vs. isimlerle oy kullandırılacak. Her yerden, bu yönde hazırlık yapıldığını gösteren örnekler çıkıyor. Sadece bunlar mı? Kürtlerin bulunduğu yerlerde jandarma gözetiminde oy kullandırılacak. Taşıma sandıkla, korucu köylerinde oy kullanmaya zorlanacak. Buralardan silme kime oy çıkacağı belli değil mi? Tüm bunlara bir de medya üzerinde kurulmuş denetimi, muhalefet için çalışmak istediğimizde, sandıkları denetlemek istediğimizde üzerimizde kurulacak polis ve gönüllü milis (HÖH vs) baskısını koyun. Tüm bunlardan sonra “öyle yüksek oy alacağız ki, sahtekarlıkları boşa gidecek” demek, kendimizi safi aptal yerine koymak değilse nedir? Gerçekleri bırakıp hayaller peşinde koşmayalım...
Evet, gelinen nokta, geniş kitlelerin devrimci komünistlerle aynı dili konuşması. Artık leninistler değil, kitleler soruyor ortalama sola bu soruları. Kolay gelsin! Böyle olmadığını, halkın kafasında bu sorular olmadığını iddia eden varsa da bir adım öne çıksın!
Özgürlük ve demokrasiyi seçim sandıklarından çıkarmak için uğraşmaya devam edilecek mi sorusuna, daha yoğun daha yaygın şekilde muhatap olanlardan biri de kuşkusuz ki HDP -Bu arada, HDP denildiğinde sadece ulusal kurtuluş hareketi anlaşılmamalı. HDP içinde ulusal kurtuluş hareketi dışında bir dizi ortalama sol siyaset de yer alıyor. HDK’nın da her konuda HDP’yi desteklediği dikkate alınırsa, çok daha “geniş” bir siyasi yelpazenin sözcüsü olduğunu söylemek yanlış olmaz- işte bu HDP’nin sözcüsü, tüm bu siyasetler adına, kitlelerden yükselen soruları yanıtlamaya çalışmış. Şöyle diyor A. Bilgen:
“Vekillerin bu kadar keyfi olarak dokunulmazlığının kalktığı, parlamentodan zorla dışlandığımız bir ortamda her şeye rağmen demokrasi, seçim ve siyaset diyeceğiz... Bizim görevimiz, siyasete olan güveni yükseltmektir. Siyaset yoluyla Türkiye’nin değişebileceğine dair inancı güçlendirmektir.”
Yani, kitlelerin hem de çok büyük kitlelerin sisteme olan inancının yıkıldığını kabul ediyor ortalama sol. Ve bu inancı yeniden inşa etmeye çalışacağını söylüyor. Akıllara ziyan... Ve hemen ekleyelim, bu sözler sadece HDP-HDK’de toplanmış siyasetlerin değil, bunların dışında kalmış reformist-oportünist yapıların da zihniyetini yansıtıyor.
İşte bu yüzden, ortalama solun devrim iddiasından vazgeçtiğini rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Önlerine kitlelerin sisteme olan inancını güçlendirmeyi koyanların devrime inancı olabilir mi? Öncesini bir kenara bıraksak dahi, 90’lardan bu yana ortalama sol -reformistiyle, oportünistiyle-, mücadelenin göbeğine “haklar ve özgürlükler” mücadelesini oturtarak devrim iddiasından vazgeçmiştir. Tüm pratikleri, tüm politik önermeleri, toplumsal hareketin önüne koydukları tüm hedefler “haklar ve özgürlükler” düzeyini aşamıyor. Koskoca gezi ayaklanmasında kitlelere hedef olarak “gaz bombasının yasaklanmasını” koymak, işte bu aklın ürünüdür. Susurluk sürecinde kitleleri ışık yakıp söndürmeye davet ederek genel kurmayın peşine takmak, işte bu aklın ürünüdür. Ortalama solun içindeki ayrım, bu mücadelenin yani “haklar ve özgürlükleri genişletme” mücadelesinin nasıl yürütüleceği ve buna kimin önderlik edeceği konusundaki ayrımdan, ibarettir. İdeoloji diye ortaya konan doğmalara yapılan atıflar ve tarihin sayfalarına yapılan yolculuklarla ortaya koymaya çalıştıkları ayrımlar; bu gerçeğin, bu aynılaşmış olma gerçeğinin, aynı kulvara sıkışmış olma gerçeğinin üstünü örtmeye yöneliktir o kadar.
İşte bu yüzden devrim bizden yana diyoruz. Gelişen ve büyüyen devrim, başta devrimci kitleler olmak üzere geniş kitlelerin bakış açısını leninistlerin politikalarına yaklaştırıyor. Leninistlerle kitlelerin aynı lisanı, devrimin lisanını konuşmasını sağlıyor. Leninistler ve kitleler birbirlerini daha iyi anlar hale geliyor.
İşte bu yüzden, şimdi daha görünür olma zamanıdır. Kitlelerin ortalama solu sorgulayışını, geçmiş deneyimleri de hatırlatarak derinleştirme ve küçük burjuva devrimciliğinin kitleler üzerindeki etkisini kırma zamanıdır.
Ve tüm bunlar, kitlelere ulaşmayı ve onların deneyimleriyle ulaştıkları bilinci örgütlülüğe ve siyasal bir hedefe kanalize etmeyi başarmakla anlam kazanacaktır. Bu siyasi hedefi ise; kitleleri ulaştıkları düzeyin daha ilerisine taşıyacak yegane siyasi hedef ise; devrimin güncel ve ivedi görevleri yani kitlelerin genel silahlı halk ayaklanmasına hazırlanmasıdır. Dönemin yegane devrimci siyaseti budur. Bununla bağı kurulmamış bir boykot politikasının bile ipe un sermek, devrimin görevlerinden kaçmak olduğunu şimdiden söyleyelim.
İ.Cevat Çetiner