Son uzatmalı seçimler, toplumun en uyuyan kesimlerini bile politikaya uyandırdı, gözlerini açtı. İstanbul'u vermeye yanaşmayıp yeniden seçim kararı almaları ise gözleri iyice açıyor.
Şu açıkça görülüyor: işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının, Alevilerin kesin çoğunluğu dinci-faşist iktidara karşıdır. İşsizlik, yoksulluk, pahalılık, faşist baskılar, yasaklar, ırkçılık, aşağılamalar ve her türden ayrımcılık dağ gibi öfke biriktiriyor. Halkın kesin çoğunluğu bu iktidardan kurtulmak istiyor. Herkes kendi kanalından beslediği öfkesini irili ufaklı çığlıklarla dışa vuruyor. Bu haykırışların genel bir çığlığa dönüşmesi kaçınılmazdır ve an meselesidir.
Böyle durumlarda birlik istemi yoğunlaşır. Dinci-faşist iktidara karşı olan tüm kesimler birleşebilirlerse mutlak çoğunluk olurlar ve bu kazanmak için büyük bir adımdır. Sorun şudur: birliğin bayrağında ne yazacak? Farklı kanallardan beslenip, özellikle de ekonomik krizin etkisiyle tek büyük nehirde birleşme eğilimine girmiş olan akıntının önüne ne hedef konulacak?
Burada durup şu gözlemi yapalım: son uzatmalı seçimlerle görmüş olduk ki, tekelci sermaye, toplumda birikmiş muazzam öfkeyi görüyor ve bu basıncı hafifletecek kanallar açmak, devrimin yıkıcı güçlerini CHP eliyle çevreleyip etkisizleştirmek için CHP'yi öne çıkaracak yoklamalar yapıyor. Dolayısıyla, dinci-faşist iktidara karşı birikmiş yıkıcı öfkenin CHP kontrolüne sokulup tavsatılması, etkisizleştirilmesi gibi bir tehlike var. Daha şimdiden kimileri açıktan kapağı CHP'ye atıyor, başkaları açıktan CHP adayına oy vermeye çağırıyor.
Hedeften bahsetmiştik. Asıl konu budur. Hareketler hedefleri belirlediği gibi, bir kez belirlendikten sonra, hedefler de hareketleri etkileri altına alırlar. Uzunca bir süredir, ortalama sol hareketlerin güncel politik ajitasyonunun odağında şu iki kavram var: ''tek adama karşı olmak'' ve ''AKP-MHP ittifakını geriletmek''. Bu iki kavram o kadar yoğun ve döne döne vurgulanıyor ki, bunların dışında bahsedilenler artık ''ajitasyonun sosu'' konumundadır ve asıl söylenmek istenilen, güncel ve acil olan budur. Ama meramı böyle olanların, kendilerini CHP'nin kuyruğunda bulmalarında şaşılacak bir durum var mıdır?
Eğer mesele ''tek adama karşı olmak'' ise, eğer mesele ''AKP-MHP ittifakını geriletmek'' ise, ana muhalefet partisi CHP tam da bunun için var. Ve bu hedefli bir mücadele sözkonusu olduğunda halkın devrimcileri değil de CHP'yi izleyeceği açıktır, çünkü emekçiler rasyonel insanlardır ve bir şeyin aslı varken suretine itibar etmezler. Nasıl ki sokakta, ayaklanmada aklıbaşında hiç kimse devrimciler varken CHP'yi izlemezse, seçim sandıklarında da CHP varken kimse başkasını izlemez. CHP'nin ısrarla birikmiş öfkeyi sokaklardan uzaklaştırıp sandığa yönlendirmeye çalışması boşuna değildir.
Peki CHP'ye rağmen, onun kuyruğuna takılmadan AKP-MHP'ye karşı mücadele verilemez mi? Elbette verilir. Ama AKP-MHP karşıtlığı ya da tek adam karşıtlığını ajitasyonun odağına koyarak değil. İşin kolayına kaçmadan, tekrar tekrar işçi ve emekçilere açıklamalıyız ki, faşizm ne “Reis”le sınırlıdır ne de AKP-MHP ittifakıyla. Faşizm yaklaşık yarım asırdır karşımızda devlet olarak duruyor. Sadece hükümeti değil, ordusuyla, polisiyle, istihbaratı, mahkemeleri, zindanları ve tüm diğer askeri-bürokratik aygıtıyla tepeden tırnağa (ilçe milli eğitimden nüfus müdürlüklerine kadar) faşistleştirilmiş bir devlettir karşımızda duran. Özgürlük isteyen, bu faşist devlet aygıtını tümüyle parçalayıp yıkmayı hedeflemeli. ''Faşizmin geriletilmesi'' liberal bir saçmalıktır, faşizmin tümden yıkılmasını göze alamayan, bundan kaçan uzlaşmacı anlayışın hayal ürünüdür. Yüz yıllık tarih, faşist devletlerin uyguladıkları dizginsiz terörlerin ve en sonu devrimlerle yıkılışlarının örnekleriyle dolu. ''Geriletilmiş faşizm'' diye bir şey yok. Faşizme karşı mücadele devrimi hedeflerse, AKP-MHP iktidarına karşı mücadele de faşist devlete karşı mücadeleye bağlanırsa, CHP'nin yedeğine düşme tehlikesi olmayacağı gibi, kuşkusuz zaten CHP de sizden köşe bucak kaçacak, bu mücadelenin karşısında yer alacaktır.
Devrim hedefini abartılı bulanlar, devleti tümüyle yıkmayı aşırı görenler çıkacaktır elbette. “Reis”ten ve onun aşırılıklarından sıtkı sıyrılmış olup öte yandan kapitalist sömürü çarkının devamından yana şikayeti olmayan tuzu kuru kesimler arasında Leninist görüşlerin alıcısının olmasını beklemiyoruz zaten. Ama özellikle de ekonomik yıkımla beraber, işçi ve emekçilerin çoğunluğu Leninist görüşlere açıktır. Her zamankinden yüz kat fazla bir enerjiyle onların arasına gitmeli ve her güncel olaydan hareketle devrimin kaçınılmazlığını, kapsayıcılığını ve içeriğini tekrar tekrar, en canlı biçimde açıklamalıyız. Özellikle işçi sınıfı içinde, fabrikalarda, atölyelerde ve yoksul mahallelerde sağlam ilişkiler, canlı örgütler yaratmalıyız.
Biz böyle yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Bu yolda yürüyen tüm güçlerin birliğini sağlamak zorundayız. Gücüne, büyüklüğüne bakmadan, çareyi sandıkta değil sokakta arayan, çözümü düzen içi iyileştirmelerde değil devrimde gören ve devrimi kaf dağının ardında değil güncel-erişilebilir bir hedef olarak gören her kesimi birleştirmek zorundayız. Bölünme de birlik de sokakta, eylem içinde gerçekleşecek. Aynılar aynı yerde buluşacak.
Biz devrimci güçlerin, devrimin birleşebilecek tüm güçlerinin birliğinden yanayız. Devrim hedefini pekiştirecek, netleştirecek, devrim mücadelesini yükseltecek bir birlikten yanayız. Her güncel politik gelişme devrimcilikle reformculuğu biraz daha ayrıştırıyor. Uzatmalı seçimler de böyle oldu. Burada reformculuk, ''AKP-MHP'yi geriletme'' adına CHP'yi açık ya da gizli destekleme olarak karşımıza çıkıyor. Devrimci politika ise ''çare sandıkta değil'' diyor, sokağı gösteriyor. Bu ayrımın üstünü örtmeyecek, görmezden gelinmesine izin vermeyeceğiz. Tersine, bu ayrımı netleştirmeli, vurgulamalı ve herkesçe görünür hale gelmesini sağlamalıyız. Devrimcilikle reformculuğun ayrımının resmini açıkça çizmeden, devrimin güçlerini birleştiremeyiz.
İlkeli devrimciler, ''en geniş birlik'' söylemine şüpheyle yaklaşırlar. Vurgulanması gereken, nicelikten önce niteliktir. Genişlik göreceli, oysa devrim hedefi somuttur, nettir. Politik örgüt ve çevrelerin ''en geniş'' biçimde kapsanması değil, işçi sınıfı ve emekçi yığınların ''en geniş'' biçimde kapsanması gözetilmelidir. Ve işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt ve Alevi halkların mutlak çoğunluğunun çıkarları devrimden yanadır. Devrimcilerin görevi onlara bunu tekrar tekrar açıklamak ve onları devrime hazırlamaktır. Birlik, bu hazırlığın parçası olduğunda, devrimci birliktir.
Kritik konularda CHP'nin dümen suyuna girenler, bu kez de önderliği, şapkadan çıkarılan son tavşan olan İmamoğlu'na bıraktılar. İmamoğlu'nu destekleyerek AKP'yi gerileteceklerini sanıyorlar. Oysa CHP'nin ve İmamoğlu'nun misyonu AKP'yi değil, bizi geriletmek. Gerçekten AKP'yi geriletip CHP'yi mi ilerletmek istiyorsunuz; ''çare sandıkta değil, sokakta'' diyerek ileri atılın, tekelci sermaye gerekeni yapacak, devrim tehlikesini savuşturmak için AKP'yi frenleyip CHP'yi öne çıkaracaktır. Ama bu bile anlaşılmıyor. Reform isteyerek reform elde edildiği, hele de bizdeki gibi faşist bir devlette, görülmemiştir. Reformlar, devrimlerin önünü kesmek için, günlük dille söylersek, önümüze atılan yemler olarak gerçekleşirler. Politik dille söylersek devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak ortaya çıkarlar. Şu anda Sudan'da olup bitenlere bakın.
Ama reformcuları bir yana bırakıp politikaya yeni uyanan işçi ve emekçi yığınlara anlatalım. Onlar anlayacaktır. Bugünkü koşullarda, sol cenahta iki türlü birlik yapılabilir:
Birincisi, reformcu birliktir. ''Tek adama karşı'', ''AKP-MHP'yi geriletmek'' hedefli ''en geniş'' birlik peşinde gidilir ve ister istemez, gizli ya da açık CHP'nin peşinden gidilmiş olunur. Halk yığınlarında yorgunluk, bıkkınlık, yeni hayal kırıklıkları ve devrimci enerjinin boşaltılıp ziyan edilmesine yol açar.
İkincisi, devrimci birliktir. Herkesin anlayabileceği netlikte bir devrim programıyla kendini ortaya koyar (faşist devletin dağıtılıp halk iktidarının kurulması, tekellerin kamulaştırılıp fabrikaların işçi denetimine bırakılması, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının tanınması, tutsakların özgürleştirilmesi vb). Bu yolda birleştirilebilecek tüm güçleri birleşmeye çağırır ve yola koyulur.
Dinci-faşist iktidar her zamankinden zor durumda. Emperyalist efendilerin desteği olmadan bir gün bile ayakta kalamaz. Ve öyle zamanlardan geçiyoruz ki, her bir emperyalist kendi derdine düşmüş. Kendi aralarındaki çelişki ve kapışmaların hengamesinde bizimkiler üvey evlat gibi ortada bırakılabilir. İktidarlarını sürdürmek için usturuplu yalanlar söylemeleri bile lüks oldu artık. Sadece çıplak zorun gücüyle günü kurtarır oldular. Bol kepçe dağıtılan kredi borçlarının da sonuna gelindi. Artık sadece ordu, polis, mahkemeler, zindanlar ve yanı sıra dinci-faşist ve mafya bozuntusu çeteler işleri yürütüyor. Final sahnesi öncesi tüm figüranlar sahneden çekiliyor. Nihai kapışma için arazi düzleniyor.
Sorun şudur: gemileri yakmayı göze alıyor muyuz? Göğü fethe çıkma cüretini gösteremeyenler, çağa uygun bir hayalin peşinden gitmeyenler, yığın hareketine ve tarihin yazılmasına yön veremezler.
Deniz Karadeniz
NOT: www.leninist.net sitesinden alınarak yayınlanmıştır