Bu makalede yanıtını arayacağımız soru sudur: Erdoğan'ın gidip İnce'nin gelmesi ne anlama gelir?
Siyaset sınıf çıkarlarından bağımsız olmaz, haliyle sınıflarüstü siyaset olmaz. O halde her bir sınıf ve onların siyasetlerini yürüten partiler açısından ayrı ayrı bu sorunun karşılığını arayalım.
Dünyanın emperyalist patronları ve onların Türkiye'deki işbirlikçileri olan tekelci sermaye grupları açısından önemli olan, kendi mutlak egemenliklerini devam ettirmektir. Bunu bugüne kadar Erdoğan eliyle tam da istedikleri gibi yürüttüler. Bugün de halen daha Erdoğan'ı destekliyorlar. İki hafta önceki faiz artırımlarında da görüldüğü üzere Erdoğan, son dönemde bazı mızıldanmalarda bulunsa da, son tahlilde efendilerine sadıktır. Sızlanmaları da aslında efendilere kafa tutma değil, etrafında palazlandırdığı ve içeride sırtını dayadığı yeniyetme inşaat ve ticaret sermayesini yutturmamak içindi, ama artık onların ruhuna fatiha okumaktan başka birşey gelmez elinden. “Tek adam”lıkla nam salmış Erdoğan, emperyalist patronların karşısında kendi Merkez Bankası'na bile laf geçiremiyor.
Erdoğan'ın seçimleri kazanmasına dünyanın efendilerinin hiçbir itirazı olmayacak. Eğer halkın da bir itirazı olmaz ise, sırayla tebrik edecekler ve işlerine bakacaklar. Sonraki aşama, hiç kuşkusuz, ekonomik iflasın ilanı, IMF eliyle yürütülecek “kurtarma programı”nın imzalanması ve görülmemiş bir yıkım olacak.
Seçimleri Erdoğan'ın (tabii ki hileyle) kazanmasına halkın itiraz etmesi durumunda -ki bu itiraz yerel protestolardan genel ayaklanmalara kadar türlü biçimler alabilir- emperyalist patronlar ve yerli işbirlikçileri için B planı olarak İnce, pekala makul bir çözüm olabilir. Ama dikkat edilsin, Erdoğan'ın İnce ile değiştirilmesi, tekelci sermaye açısından, seçimlerin doğal sonucu olarak değil, ancak işlerin kontrolden çıkması, olayların düzen dışına çıkma eğilimi göstermesi yani kısacası bir devrim tehlikesi karşısında gündeme gelebilir. Onlar açık ki Erdoğan'la devam etmek istiyorlar. Ama bunu zorlamanın onlara pahalıya mal olabileceğini gördükleri noktada, at değiştirebilirler. Niye bunu yaparlar? Özgürlükler gelsin, diktatörden hesap sorulsun falan diye değil elbette. Esas olanı, yani ekonomik ve politik iktidarlarını sağlama almak için.
Burada durup, gözü “Erdoğan diktasından kurtulmak”tan ötesini görmeyenler için bir vurgu yapalım. Şayet Erdoğan'dan kurtulunacaksa bile, bu, parlamenter budalalıkların, seçim sandıklarının veya genel olarak barışçıl çabaların değil, devrim tehlikesi barındıran kalkışmaların sonucu olabilir.
Emperyalist patronlar ve yerli işbirlikçileri, at değiştirseler de aynı yolu izleyecekler: tam ilhak yolu. İnce, bu konuda efendilerine gereken güvenceyi verdi bile; ekonomiyi işin ehli kişilere bırakacağını ve Merkez Bankası'nın işlerine burnunu sokmayacağını, marifetmiş gibi, ilan etti. Şayet günün birinde devlet kuşu kafasına konarsa, IMF'ye teslim anlaşmasını soldan da destek alan yeni bir cumhurbaşkanı eliyle yürütmek, emperyalist patronlar için işin özellikle eğlenceli yanı olacaktır (Yunanistan'daki Siriza örneği hatırlansın, üstelik Siriza'nın bizdeki CHP'ye değil de HDP'ye denk düştüğü hesaplansın).
Ama öte yandan, zaten üstüste defalarca darbelenmiş, tasfiyelerden geçirilip zayıflamış devlet organlarının, yeni bir hükümet değişikliğiyle bir kere daha tasfiyeden geçirilmesi, içeride ve dışarıda sert bir savaş yürütmesi kaçınılmaz olan her yeni işbaşına gelecek hükümeti zorlayacağı, bunun da efendiler için ciddi bir risk faktörü barındırdığı aşikardır.
Toparlayacak olursak, tekelci sermaye sınıfı için, Erdoğan ve İnce, duruma göre birbirinin yerine kullanılabilecek seçeneklerdir. Ve her iki durumda da tekelci sermayenin egemenliği devam eder.
Orta sınıflar, sınıfsal konumları gereği homojen ve tutarlı bir bütün oluşturmaz. Üretimle ve mülkiyetle ilişkileri, ekonomik durumları, sosyo-kültürel düzeyleri ve ideolojik eğilimleriyle pek çok farklılığı içerirler. Sosyal reformist partiler orta sınıfların çelişik çıkarlarına denk gelen, düzen içi mücadele siyasetini izleyen partilerdir. Bunların seçime ilişkin politikalarında ortaya koydukları gibi, kapitalist sistemle bir sorunları yoktur. Ekonomi, mülkiyet, sınıflar gibi konuların üzerinden atlayarak bütün sorunu demokrasi sorunu olarak koymak eğilimindeler. “Erdoğan diktatörlüğü”nü düşürmek ve bazı düzeltmelerle “parlamenter demokrasi”yi yeniden inşa etmek istiyorlar. Özellikle (ve burjuva partilerden farklı olarak) vurguladıkları konular, anadilde eğitim ve eşit yurttaşlık gibi esasta kapitalist sistem içinde gerçekleşebilecek (ya da en azından öyle umdukları) Kürt halkının talepleridir.
Gerçekte, hem Türkiye hem de Kürdistan'da, kapitalist sistemden hoşnut ama aşırılıklarından rahatsız olan; devrimci bir altüst oluşa karşı, ama Erdoğan ve çetelerinden kurtulmaktan yana olan azımsanmayacak bir orta kesim var. Bunlar ileriye değil geriye gitmek istiyorlar. İleride belirsizlik, ayaklanmalar ve devrimci altüst oluşlar var. Bunu kesinlikle istemiyorlar. Geriye, Erdoğansız günlere; şu gülünç “güçler ayrılığı” ilkesinin geçerli olduğu “güçlü parlamento” (tanrım, sayısız darbe yaşamış Türkiyeden bahsediyoruz!) diyarına geri dönmek istiyorlar. Ama heyhat, geçmişe dönme hayali, yıllardır borç yedikleri kredi kartlarının limitinin hiç dolmaması hayali gibi boştur. Bu kesimin kimisi CHP kimisi de HDP eliyle “Erdoğan diktatörlüğü”nden kurtulma masalıyla hipnotize olmaya zaten hazırdı.
Ama Türkiye ve Kürdistan nüfusunun çoğunluğu burjuva ve orta sınıflardan oluşmuyor. Nüfusun çoğunluğu işçi ve emekçilerdir. Ve bu en kalabalık kesim içinde Kürt halkı, Aleviler. kadınlar, gençler başta olmak üzere önemli bir kesim, kapitalist sistem içinde iyi bir gelecek hayali kurmuyor. Geçmişe de dönmek istemiyorlar, çünkü hayatlarının hiç bir döneminde gün yüzü görmediler. Erdoğan'dan önce de berbat durumdalardı, Erdoğan döneminde de ve şayet Erdoğan gidip İnce gelse de kuşkusuz bu berbat durumları, toplumun en altında bulunmaları, karanlık yaşamları devam edecek. Ekonomik iflasla birlikte hem bu kesimin sayısı kısa zamanda yaşamdan kovulan yeni bölüklerin katılımıyla artacak, hem de içinde boğuştukları karanlık derinleşecek.
Leninist Parti'nin kazanacağı ve yönlendireceği kitleler bunlardır. Başta işçi sınıfı, işsizler ve tüm emekçiler. Düne kadar hangi partiye oy verdiklerinin de artık pek bir önemi kalmayacak. Onların gözü geriye değil, umutsuzluk ve öfke içinde de olsa, ileri bakıyor. “Hiç bir şey ummuyorum, hiç bir şeyden korkmuyorum, özgürüm” demişti Kazancakis. Bu sistem içindeki yaşamdan umudu kesmiş, gözü karartmış kesimler... sadece onlar göğü fethe kalkışabilirler.
Bu kesimler içerisinde biz etkili olmanın yollarını bulamazsak, yaşam boşluk tanımaz ve uzlaşmacılar onları bunlarla oyalamaya devam ederler. Bugün olan şey budur. Uzlaşmacı siyasetin işi çok zordur, buna rağmen çalışıyor ve hiç bir şey ummayan insanlara boş umut pompalıyorlar. Oysa onların yüreğinin sesi sadece Leninist şiarlarda karşılığını buluyor.
Biz bütün derdi “tarihe not düşmek” olan bir yazar çizer grubu değil, dünyayı değiştirecek devrimci proletaryanın savaş partisiyiz. Her yeni gelişmeyi önceden görmek, tekrar tekrar haklı çıkmak (bize büyük bir avantaj sağlasa da) işimizi yaptığımızı göstermez. İşçi sınıfı ve emekçi halkları sonuna kadar gidecek bir kavgaya hazırlama görevi önümüzde duruyor. Bunun yol ve yöntemlerini bulup çıkarıp hayata geçirmeliyiz.
Bizim bütün taktik politikalarımız tek bir amaca bağlıdır: İşçi sınıfının iktidarı devrim yoluyla ele geçirmesi. Denizlerin başladığı işi sonuna kadar götüreceğiz. Varsın başkaları bir adım ileri iki adım geri gitsin. Varsın onlar sermayenin bir temsilcisinden (Erdoğan) kurtulmak için öteki temsilcisinden (İnce) medet umsunlar. Biz sadece işçi sınıfının ve emekçi halkların devrimci girişimine dayanacağız. Ve sadece sözle değil pratikle de, her adımda yanlarında olup onlara doğru mücadele hedef ve yöntemlerini gösterecek, onların gerçek çıkarlarını savunan tek parti olduğumuzu kanıtlayacağız.
Denizlerin halkta yarattığı imaj neydi? “Bu gençler sonuna kadar gidecekler, yarı yolda durup düşmanla uzlaşmaya kalkmayacaklar”. Dost da düşman da bugün Leninistler hakkında tam da bunu düşünmeli. Bunun lafla olmayacağı, zorlu, inatçı ve etkin bir çalışmayı gerektirdiği açık. Bunu başarabilir ve etkin biçimde öne çıkabilirsek, gözü karartıp umutsuzca ileri atılmaktan başka seçeneği kalmayan proletarya, önünde sadece Leninistleri bulacak.
K.Karadeniz