Bu topraklarda emek-sermaye arasındaki sınıf savaşının uzun bir tarihi var. Ücretli emekçilerin sınıf savaşı son yarım yüzyılı aşan zaman içinde en yoğun dönemine girdi. Bugün sınıf mücadelesi daha bir yoğun olarak sürüyor.
Emekçilerin toplumsal sorunlarını ya da daha doğru bir tanımla yaşamsal sorunlarını çözmek için yıllardır verilen mücadeleye rağmen sorun çözülmeden orta yerde duruyor. Çünkü, toplumsal sorun devrim sorununa ya da iktidar sorununa bağlanmıştır. Toplumsal devrim gerçekleşmeden, iktidar ele geçirilmeden emekçi halkın toplumsal sorunu çözülemez.
Kapitalist üretim biçimi, emekçilerin yoksulluğuna, geçim araçlarından ve dolaysıyla tüm çağdaş yaşamdan yoksun olmasına dayanır. Ama kapitalist üretim, aynı koşulları yeniden, yeniden üretir. Yani çalışanların sefaletini ve kapitalistlerin zenginlik sağladığı koşulları durmadan üretir. Kapitalist üretimin koşullarını, bu üretimin sonuçları haline getirir. Bu demektir ki, işçi, ücretli emek sistemi çerçevesinde, geçim araçlarını elde etmek için, emek gücünü daima satmak zorundadır. Ücretleri yükselse de durumu temelde değişmez.
Kapitalizmin ezilen ve sömürülenleri getirdiği nokta, işsizlik, açlık, ölüm. Bu, bir ölüm-kalım sorunudur. Emekçilerin yaşamının bu sınırda olması, sorunun çözümünün nasıl radikal, devrimci olduğunu tam anlamıyla anlatıyor. Halk kitlelerinin yaşadığı büyük yıkım; bu gidişatın bu düzende değişeceğine dair, insanlarda hiçbir umut yaratmıyor. En sıradan, insan dahi, kendi, sorunlarının, devrim sorunu, iktidar sorununa bağlandığını çok iyi anladı. Bugüne kadar, hiç bu kadar büyük bir kitle, kendi yaşamsal sorunlarının devrim sorunu olduğunu bu kadar net olarak kavramamıştı. Devrimden başka hiçbir girişim, emekçilerin temel sorunlarını karşılayamaz. Bu durum ya da bu gerçekliğin anlaşılması, burjuvaziyi daha bir derin krize sokuyor. Daha çok kitle, devrime, devrimci çözümlere yöneliyor.
20. yüzyılın başından bu yana gerçekleşen toplumsal devrimler bu açıdan da bize yol gösteriyor. Devrimlerin zaferine kadar, hak elde edilir. Emekçi kitleler, uzun süreli mücadele deneyimlerinden öğrendiler ki, ücretli kölelik sistemi çerçevesinde toplumsal yaşamları temelde değişmez. Sermayenin merkezileşmesiyle, zenginliğin, sermayenin birkaç tekelde toplanmasıyla, daha da kötüleşir. Yaşamları hep ölüm kalım kıyısında geçer. Kapitalizmin onlara uygun gördüğü hayat, toplumsal sorunun çözümünün devrim sorununa bağlandığını kavrattı. Yüz yıllık sınıf mücadelesinin deneyimi, çözümün devrimle olduğunu pratik olarak gösterdi. Hepsi bu sonuca ulaşmak için çok acı çekti ve zorlu mücadelelerden geçti. Türkiye ve Kürdistan’daki sınıf mücadelesinin uzun ve çetin geçen yılları bu gerçeği halklara öğretmiştir: Devrim, tek gerçek çıkıştır.
Yaşanan derin kriz, yıkım ve çöküşten burjuva çıkış yoktur. Çünkü sorun, bugünkü sosyo-ekonomik yapıyı düzeltme veya iyileştirme değil, bunun devrimci biçimde dönüştürülmesi sorunudur. Bunun başlangıç noktası da burjuvazinin egemenliğinin havaya uçurulmasıdır. Radikal toplumsal dönüşümün yolu bu şekilde açılır. Toplumun önüne gelen problem, toplumsal yapının yıkılması ve toplumun köklü dönüşümüyle çözülebileceği halde burjuva partiler, çıkış için kendilerini dayatıyorlar. Halbuki, bu partilerin ve burjuva eğilimlerin hepsi sırayla iktidara geldi. Onlar sözünü söyledi ve artık söyleyecek sözleri yoktur. Her yeni hükümet zamanında, emekçi ve sömürülenlerin hayatı daha da kötüleşti. Dolaysıyla statüko yeni bir şey söyleyemez. Yeni bir çıkış gösteremezler. Kapitalist toplum, tüm toplumsal kötülüklerin biricik kaynağıdır. Kapitalizmin varlığı, insanlık için, büyük bir tehdittir. Yok oluşa sürüklenmemek için, kapitalizm ortadan kaldırılmalıdır. Bu insanlık için, bir varlık yokluk sorunudur; olmak ya da olmamak. Tarih problemi önümüze böyle amansızca koymuştur.
Devrim, proletarya ve diğer emekçilerin, proletaryanın önderliğinde verdikleri amansız mücadeledir. Tarihi ilerletirsek, devrim sınıf savaşının en yüksek ve en şiddetli aşamasıdır. Fakat komünistler, devrime öznelci olarak yaklaşmazlar.
Lenin “devrimler yapılamaz (…) devrimler belirli tarihsel dönüm noktalarında -diğer bir deyişle, partilerin ve sınıfların iradelerinden bağımsız olarak- ve krizlerin nesnel olarak olgunlaşmasıyla gelişir.” diye yazar.
Devrimler, ekonomik ve tarihsel gelişme tarafından toplumun gündemine getirilir. Ya da tarihsel akışın toplumsal gelişme, gelecekteki toplumsal biçimlerin ögelerini kendi içinde taşır. Fakat, proletaryanın sınıf mücadelesi olmadan eski toplumun bağrında geleceğin toplumunun doğumu yapılamaz. Geleceğin öğelerini eski toplumun zincirlerinden kurtarmak için, proletarya devrimci sınıf mücadelesiyle eski toplumun umutsuz direncini kırar, ömrünü tamamlamış eski toplumsal biçimi yıkar.
Türkiye ve Kürdistan’da devrimin nesnel koşulları var. Devrimin nesnel koşullarını ifade eden devrimci durum, sınıfların ve partilerin iradesinden bağımsız olarak uzun süredir var. Birçok siyasi hareket devrimci durumu yani sınıfların ve partilerin iradesinden bağımsız olarak oluşan nesnel durumun, kendi iradeleri ve güçleriyle ölçülebileceğini sandılar. Yani nesnel durumu, kendilerinin nesnel olarak olgunlaşmasını öznel koşulların oluşması olarak gösterdiler. Oysa öznel koşulların oluşması, devrimci durumun devrime dönüştürülmesini sağlar. Ekonomik ve politik kriz devrimci durum demektir. Krizden yararlanıp, burjuvaziyi devirmek, devrimci proletaryanın ve emekçi kitlelerin ertelenemez devrimci görevidir.
Devrimi gerçekleştirecek olan devrimci kitlelerdir. Mücadelenin her aşamasında, burjuvazi karşısında bağımsız bir sınıf politikası izleyen emekçi kitleler, kadınlar, gençlik ve aydınlar devrimin öznesi kapsamına girerler. Kendilerini burjuva partilerinden ayırmayan, her seferinde “toplumsal muhalefet” adı altında burjuvazinin basit siyasi bir eklentisi olarak hareket edenler, devrimin öznesi değillerdir. Böyleleri, proletaryanın bir gücü değil, burjuvazinin tali bir gücüdür. Kendini burjuvaziden ayıramayanlar, devrimci görevleri yerine getiremezler.
Proleter devrimci hareket, Marksizm-Leninizm’in devrimci ilkelerine dayanmadan, burjuvazi karşısında bağımsız bir politika izleyemez. İdeolojik mücadele, proletaryanın kurtuluşunun vazgeçilmez temel bir koşuludur. Devrimi zafere ulaştıran komünist partilerinin hepsi, ideolojik mücadeleye büyük önem veren partilerdir. Proletaryanın devrimci sınıf partisi, Leninist parti, ideolojik mücadeleye öncelik vermiştir her zaman. İdeolojik mücadele proletaryayı, devrime, sosyalizme hazırlamaya hizmet ederken, devrimden sonra da sosyalizmin tüm topluma yerleşmesi, toplumun bütünsel olarak dönüşümü için temel bir role sahiptir. Sosyalizmin yaklaşık yüz yıllık tarihinin deneyimleri neyi gösterdi; ideolojik mücadeleyi zayıflatan komünist parti, toplumun dünya burjuvazisinin ideolojik etkisine terketmiş olur. Ya da canlı değişen koşulları karşılayan, yaşayan Marksizm yerine, Marksizmi donuklaştıranlar da aynı sonuca çıkar.
Burjuva muhalefetle kendi arasında ideolojik bir ayırım koyamayanlar, proletaryanın bağımsız mücadelesine öncülük edemezler. Onlar burjuva muhalefetin görüşlerinin sınıfsal karakterini, ideolojik ve toplumsal içeriğini teşhir edip muhalefetin kitlelerin üstündeki demagojik etkisini kırmak yerine, tersine kitleleri burjuvazinin ideolojik etkisine sokuyorlar. Reformist ve oportünist siyasetler, küçük burjuvazinin toplumsal konumundan hareket ettikleri için burjuvaziye karşı tutarlı bir ideolojik mücadele yürütemezler. Toplumsal olarak da, ideolojik olarak da kaygan ve kaypak bir zeminden hareket ediyorlar. Onları ideolojik bir hatta yakalayamazsınız. Ara sıra emekçi halkların çıkarlarından sözederler sonra bir bakmışsınız, burjuva güçleri, özellikle burjuva muhalefeti, onlardan daha iyi savunurlar. Kısacası, tanımdaki gibi burjuvaziyle proletarya arasında gidip gelirler. Dolaysıyla burjuvazinin bir oyuncağı olmaktan kurtulamazlar.
Devrimci işçi hareketi, burjuvaziye karşı, iktidara ve burjuva muhalefete karşı bütünsel ideolojik mücadele vermelidir. İdeolojik mücadeleden en ufak bir zayıflama, veya kendini sınırlı taleplerle bağlamak, devrimci işçi hareketi açışından kendini tasfiye etmektir. Temel devrimci hedefler uğruna mücadele yürütmek yerine, kısmi istemler mücadelesiyle hareketi sınırlamak, kendini burjuvaziden ayırmamaktır. İdeoloji ve politikada kendini burjuvaziden ayırmamak, topyekün olarak burjuvazinin safına geçmektir.
Burjuva güçlerle bir blok oluşturmak, emekçiler açısından, devrimi yarı yolda bırakmaktır. Uzlaşma siyaseti, yarım yüzyıllık sınıf mücadelesi tarihi boyunca, burjuva partilerin ardına takılarak, devrimci hareketi zayıflattı ve böylelikle burjuvaziye en büyük desteği vermiş oldu. Bugün bu kez daha bağımsız devrimci çizgide ilerleyen işçi sınıfı hareketini, burjuvazinin ideolojik, politik hegemonyasına sokmak istiyor. Hepsi devrimlerin tarihini incelemiştir. Fakat devrim deneyimlerinden asıl alması gerekenleri almamıştır. 1917 Ekim devrimi, Ekim arifesinde, işçi sınıfı iktidara gelse de, iktidarı koruyamaz diyenlere bakıp, devrimi yarı yolda bıraksaydı Rusya’nın ve dünyanın gidişatı nasıl olurdu? Çin halk devrimi 1947-1949 da yarı yolda terk edilseydi Çin’in ve dünyanın görünümü nasıl olurdu? Küba devrimi 1959 1 Ocağının öngününde kentleri ele geçirme stratejik kararı vermemiş olsaydı Küba ve Latin Amerika ve dünyada devrimci hareketler o büyük devrimci atılımı yapabilir miydi? Hayır, bu devrimin öncüleri, devrimi, yarı yolda bırakmadılar. Sonuna kadar savaştılar ve zafere ulaştılar. Bir de şöyle düşünün; Alman devrimi 1918’de ve 1924’te yenilgiye uğramasaydı, devrim zafere ulaştırılsaydı, Avrupa’nın ve dünyanın görünümü nasıl olurdu? O halde, devrimlere dar bir pencereden değil, devrimin zaferi ve dünyadaki devrimcileştirici etkisi bakış açısıyla bakılmalıdır. O zaman, burjuvazinin ardına düşenler, nasıl gerici bir duruma düştüklerini daha iyi anlayacaklardır.
Kapitalist toplumun büyük çürüme, yıkım ve çöküşü halklarda şimdiye dek görülmemiş bir öfke yarattı. Bu, herhangi bir öfke değil devrimci bir öfkedir ve sayısız eylemle, bireysel ya da örgütlü başkaldırıyla kendini açığa vuruyor. Milyonlarca insan eylemleriyle, her yerden sistemi, egemen sınıfı, siyasi iktidarı ateş altında tutuyor. Burjuvazi tam da bu durumdan kurtulmak için yoğun bir çaba içine girdi. Fakat sınıf ayrımı öylesine derin ve sınıf çelişkileri öylesine keskin ki, bütün burjuva plan, politika ve girişimleri başarısızlığa sürüklüyor. Muhalefetin iktidarla sağlamaya çalıştığı “normalleşmesine” ne oldu, toplumu isyan ve devrimden kurtarmaya yönelik bu burjuva politikası, halkları hiçbir şekilde yatıştırmadı. Aksine, halk öfkesini büyütecek yeni olaylar patlak verdi. Fakat burjuvazinin başaramadığını, uzlaşmacı reformist siyasetler yapmaya kalkıştılar. Reformist siyasi hareketler, bugünkü konumlarını sürdürebilmek uğruna, burjuvaziye gönüllü destek sundular. Destek sunma biçimleri, kitleleri tali mücadelelerle oyalamak, tesiri etkisiz eylemlere kitlelerin öfkesini söndürmek vb dir. Devrimci kriz çok derin olduğundan, onlar da burjuva güçler gibi bu konuda amacına ulaşamadılar ve ulaşamayacaklar.
Her geçen gün, gerçek durumları daha çok kitleler tarafından görülüyor.
Kapitalist topluma karşı başkaldırı, her gün daha çok kitleyi kendine çekerek, yeni aşamalara doğru ilerliyor.
C. Dağlı