Burjuva toplum, Zola'nın deyimiyle “fin de siecle” (Fransızca “Çağın Sonu”) durumunu yaşıyor. Kapitalizmin ekonomik ve politik olarak çürümesi, yozlaşması toplumsal bir boyut kazandı, kronikleşti. Burjuva toplumu neresinden tutarsanız tutun, burnunuza çürümenin pis kokuları gelir, yıkımın sarsıntılarını duyarsınız. Eğer toplum, burjuva toplumsal düzeni yıkmayı başaramazsa, bunu başaramadığı her an çürüme, toplumun kendisini de çürütecek.
Burjuva sınıf; baskıya, şiddete bu yıkımı engellemek, varlığını sürdürmek için başvuruyor. Düzenin patlayan dikişleri, süngü gücüyle bir arada tutulmak isteniyor. Ana ne yapıyorlarsa yapsınlar, hepsi burjuva toplumun içinde bulunduğu krizleri derinleştirmekten öte sonuç vermiyor. Burjuvazinin devrime karşı açtığı her cephe, bir süre sonra, kendisine karşı-cephe halini alıyor. Bu çağımızın ana karakteri gereği böyledir. Bize özgü değil, evrensel bir durumdur. Özgün koşullarımız bu gerçeği değiştirmiyor.
İşte, en şiddetli, en uzlaşmaz savaşımların verildiği karşı-cephelerden biri olan gençliğin burjuvaziye karşı verdiği devrimci kavga burada naif şiarların yön verdiği, yumuşak çağrıların yönettiği bir savaşımın değil; devrimci görüşlerin, coşkulu çıkışların, militan mücadelenin hükmü geçiyor. Bu durum gençlik hareketimizin, genel gelişim koşullarından ve özgün niteliklerinden kaynaklanıyor. Böylesi sert koşullarda bu kadar uzun süreli ve kesintisiz verilen mücadele, hareketi, dünyada eşine az rastlanır bir hareket yapıyor.
Bir yandan; burjuva sınıf, yıkım ve yok oluş döneminde, kendisine biat etmeyen, her açıdan kendisi için sarsıcı bir nitelik taşıyan gençliğe, yaşamın her alanında dizginsiz bir baskı uyguluyor. Bu baskı ve burjuva terör, uzlaşmacı çıkışlarla önlenemez, savuşturulamaz. Burjuva baskıya karşı gelişen tepki, doğalında, ileri-devrimci bir nitelik taşımak zorunda. Baskı, karşı-baskı yani devrimci bir tepki/hareket doğuruyor.
Diğer yandan, Türkiye ve Kürdistan ve komünist gençlik hareketi, yarım asrı bulan zorlu bir savaşım tarihine sahip. '68 devrimci kalkışı'nın 50. yılına giriyoruz. Yine öğrenci gençliğin devrimci birliği, DÖB'ün 50. kuruluş yıldönümündeyiz. Bu, gençliğin elli yıllık kesintisiz kavga verdiği anlamına geliyor. Hareketimiz böylesine köklü bir harekettir. 50 yıldır ilk günkü coşku ile kuşaktan kuşağa aktarılan deneyim ve birikimlerle devam ediyor yoluna. 70'ler, 80'ler, 90'ların şiddetli devrimci koşullarında ileri-devrimci örnekler yarattı. Yine 2000'ler, gençliğin devrimci kavgasının sıçrayışlarına sahne oldu. Bugün, gençliğin devrimci kavgasının sıçrayışlarına sahne oldu. Gençliğin devrimci mücadelesi bu sağlam zeminler üzerinde yükseliyor.
Ne var ki, devrimci kavganın yakaladığı bu ileri düzey, küçük burjuva sol çevrelerce küçümseniyor. Bu düzey, küçük-burjuva devrimciliğinin parametreleriyle anlaşılamaz, bu nedenle hareketi olduğundan daha güdük, daha geri gösteriyorlar.
Halbuki aynı küçük-burjuva çevrelerin, bütün, uzlaşmacı görüşlerine rağmen, halen devrimci literatüre sığınmaları dahi, gençliğin mücadelesinin geldiği düzeyi gösteriyor. Madem ki gençlik sizin ortaya koyduğunuz gibi ileri, devrimci niteliklerden yoksun, devrimci bir düzlemde değil o halde neden uzlaşmacı görüşlerinizi, devrimci literatürün ardına gizliyorsunuz? Çünkü, devrimci koşullarda, devrimci tarzda mücadele eğilimi olan gençlik üzerinde uzlaşmacı gerçek görüşleri bir etki yaratamaz. Bu nedenle etrafınızda sözde devrimci bir hale yaratmak istiyorsunuz. Neyse ki gerçek yaşamın gücü, yalandan makul sis perdelerini dağıtmakta pek mahirdir!
Bu çevrelerin gerçek yüzünü görmek isteyen gençlik, söylediklerine değil, pratiklerine bakmalı. 50 yıldır burjuvaziye karşı dişe diş verilen devrimci kavganın, bugünkü düzeyine denk bir mücadele mi veriyorlar yoksa hareketin çok gerisinde, günlük sorunlar için, burjuvaziyle ortak bir noktada buluşmak için mi? Bu çevrelerin pratiğine bakan her devrimci genç, ikincisinin mücadelesini verdiklerini görecektir.
Oysa verilmesi gereken mücadele, hareketin düzeyine denk olan mücadeledir. Bu ise, burjuva toplumunun yok oluş çağında, bu toplumsal düzeni yerle bir etmek, hareketi en ileri noktaya götürmek, zaferle taçlandırmak için verilmesi gereken uzlaşmaz devrimci kavgadır. Bu sözde değil, gerçek bir mücadeledir. Gençliği, proletarya ve emekçi halklarla birlikte büyük toplumsal dönüşümün, toplumun devrimci dönüşümünün bir parçası haline getirecek olan mücadele bu tarzda, bu amaçla verilecek mücadeledir.
Burjuva baskının, hem de en gerici olanının karşısında başka türlü durulabilir mi? Bu baskıya karşı mücadele ettiğini söyleyen uzlaşmacı çevreler, gençliğin hangi sorununu çözdüler? Her fırsatta, devrimci gençliğin başına kaktıkları “küçük kazanımlar-adım adım ilerleme” nerede? Devrimci mücadeleyi, devrimci zaferi feda ettikleri “mevzileri”ne ne oldu? Burjuvaziye karşı nezaket dolu bu çevrelerin, dinci-faşizmi tanımadıkları, halen daha günlük taleplerle, uzlaşmacı bir mücadeleyle bunların karşısında durabileceklerini zannetmelerinden anlaşılıyor. Bu tür günübirlik görüş ve pratikler, gençliğin enerjisini devrimin zaferi için mücadele yerine, günlük kazanımlar, ıvır-zıvır için heba ederseniz, günün sonunda elinizde, böyle, safsatalarınızdan başka bir şey kalmaz.
Bugün, gençliğin önünde iki seçenek var: Ya devrimci öfkesini, devrimci enerjisini küçük-burjuva solun safsatalarına, günübirlik mücadelesi uğruna heba edecek ya da burjuvaziye, onun zor aygıtına dinci-faşizme karşı diş ediş mücadelede yer alacak.
Birinin sonucunda içi boş, iyimser safsatalara, diğerininkinde yeni bir dünya var. Birinin sonucunda sonu gelmez uzlaşmacı zırvalar; diğerininkinde yeni bir gelecek, modern bir yaşam, bilimsel bir eğitim, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya, dizginlenemez bir gelişim var. Birinin sonucunda durmadan kendini tekrar eden sorunlar diğerininkinde sorunların nihai çözümü var. Eninde sonunda, devrimci gençlik, ikincisini tercih edecektir.
Ama şu noktaya değinmekte fayda var. Halen devrimci gençliğin azımsanmayacak bir kesimi uzlaşmacı sol çevrelerin etkisi altında. Bunda, bu çevrelerin devrimci literatürü kullanmalarının payı büyük. Yaşamın, pratiğin, gerçekler üzerindeki sisi er geç dağıtacağına güvenimiz tam. Ama devrimimiz, öyle bir ivmeyle öylesine büyük sıçramalarla ilerliyor ki, devrimci gençlik üzerindeki bu uzlaşmacı çevrelerin etkinliğini kırmak, bunları teşhir etmek günün acil görevi haline geliyor. Leninist gençlik, bulunduğu her yerde, her fırsatta bu görevi yerine getirecektir. Devrimci gençlik ise bu çevreleri ele alırken sözleriyle değil, pratikleriyle değerlendirmeli, ölçüt, devrimci kavganın geldiği düzey olmalı. Ancak bu şekilde özlem duydukları geleceğe giden doğru, devrimci görüşlere yol ve yöntemlere ulaşabilirler.
Özlem duyduğumuz gelecek şairin dediği gibi “gündüzlerinde sömürülmeyen / gecelerinde aç yatılmayan” özgürlük günleri bir adım ötemizde.
Şimdi sorun, tereddütsüz bu adımı atmakta. Devrimin zaferi için atılacak bu adım, tarihte iz bırakacak. Her zaman olduğu gibi gençliğin bu iz'de önemli payı olacak. Geri durmak ne mümkün!
Argeş Soran