Yine savaş davulları yüksek sesle çalıyor. Ardı arkası kesilmeyen çatışmalar ve savaş, göz göre göre yapılan askeri yığınaklarla, ateşlenen silahlarla şiddetleniyor.
Bir yanda büyük yıkım savaşının yakıcı nefesi kuzeyimizde yoğunlaşıyor. NATO-ABD emperyalizmi, Türkiye’yi de merkezine alacak bir savaş için Rusya’ya karşı pervasız adımlar atıyor Karadeniz’de ve batı sınırlarında. Ukrayna, Donbass, Karadeniz, Gürcistan... bölge koşar adım savaşa sürükleniyor.
Diğer yanda Suriye ve Rojava’nın işgaliyle girilen savaş batağı, yeni işgal girişimleriyle derinleşiyor. Haftalardır yoğun askeri sevkiyat var sınıra ve işgal bölgelerine. 35 bin kişilik bir ordunun Kobane’yi işgal için hazırlandığı haberleri dolaşıyor ortalıkta.
Hep aynı sahte “vatanseverlik” nutukları... aynı ikiyüzlülük. Birilerinin kasası dolmaya devam etsin diye; emekçiler kafalarını kaldırmasın, isyan etmesin diye; Kürt halkı özgürlüğünü kazanmasın diye... harlıyorlar savaş ateşini. Dünümüzü ve bugünümüzü gasp edenler, yarınlarımızı da çalmak istiyor!
Böylesine savaş ortamı almış yürümüşken, birileri seçimden, sandıktan, “güçlendirilmiş parlamenter sistemden” dem vurup umut tacirliği yapmaya devam ediyor hala. “Savaş tezkeresi”ne kim evet dedi, kim hayır dedi oyunu oynuyorlar. Boş bir kabuk bile olmayan Meclis’i çözüm yeri, kurtuluş umudu haline getirmek istiyorlar.
İdlib’te Rusya-Suriye operasyonları yoğunlaşırken, Türkiye Til Rıfat’ı top ateşine tutmaya başladı. Ayn İsa, Til Temir ve Kobane namlunun ucunda. Buralardan en azından birini işgal etmek için ABD ve Rusya ile sonu gelmez pazarlıklar yürütüyor dinci faşizm. Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Saray sözcüleri... hepsi sıraya girmiş art arda tehdit açıklamaları yapıyor.
Evet, savaş yakın. Her zamankinden daha yakın. Yeni işgallerle Rojava’dan toprak tırtıklayacaklar yine. Kardeş Kürt halkını yerinden yurdundan edecekler, Ortaçağ cellatlarını sahaya sürecekler yine. Afrin, Gri Spi, Serekaniye yetmedi. Şimdi hedef Kobane.
Krizler, gerilim ve çatışmalar tüm kapitalist dünyayı çoktan pençesine almış durumda. Nereye dönsek, nereye baksak aynı manzara. Küresel salgınla birlikte ağırlaşan bunalım, derinleşen devrimci kriz yayılıyor tüm dünyada.
Kapitalist sistemi havaya uçurmaksızın savaşlardan, yıkımlardan, acılardan, krizlerden, yokluk ve yoksulluktan kurtuluş yok.
Savaş yıkımdır, gözyaşıdır, kandır, acıdır. Savaş, sefaletin katlanılmaz düzeye çıkmasıdır. Yeni savaşlar patladığında, içeride korkunç yoksullukla, ekonomik krizlerle, hayat pahalılığıyla, işsizlikle boğuşan milyonlarca emekçi, bir de savaşın yaratacağı yıkımlarla, yokluklarla boğuşacak. Milyonların öfkesi katlanacak.
Bu yüzden savaş, aynı zamanda isyandır, ayaklanmadır. Rojava ve İdlib'te dinci faşizmin uğrayacağı herhangi bir bozgun hem emekçi yığınların öfkesini patlatacak, hem karşı-devrimin örgütsel dokusunu bozacak, böylelikle birleşik devrimimize muazzam bir itki sağlayacaktır.
Kapımızı çalan savaşa karşı bulunduğumuz her alanda sesimizi yükselteceğiz. Ama “savaşa hayır” demekle yetinmeyeceğiz. Artık neredeyse bir yazgı haline gelen bu olası savaşın yaratacağı devrimci sonuçlar hesaba katacak ve hazırlıkları buna göre yapacağız.
Unutulmasın. Kapitalist toplumda emekçiler için her zaman “gerçek düşman içerde”. Barış istiyorsak, özgürlük istiyorsak, ekmek istiyorsak... her ne istiyorsak, o düşmanı yenmek, iktidar savaşını kazanmak zorundayız.