“...Zaferin resmini kanatlı çizerlerdi. Oysa, toz toprakla kanla örülmüş ağır ve yaralı ayakları var zaferin.”*

Devrim, her şeyden önce olağanüstü bir düştür bizim için. Yeni yepyeni bir hayatın başlayacağı, yepyeni bir dünyanın kapılarını açan bir düş. Her devrimci hayalleriyle, düşledikleriyle adım atar bu yola ama yolun kendisi çokta belirgin değildir henüz. Ne kadar bilindiği zannedilirse zannedilsin, ne kadar hazırlıklı olduğu sanılırsa sanılsın, ne kadar kendine güvenilirse güvenilsin, başlangıç sadece başlamaya yeterlidir.

Yol ancak yürüyünce görülecek ve ancak yürüyerek öğrenilecektir. Zorlayan ama zorladığı derecede de ilerleten, insanlaştıran, devrimcileştiren de budur. Zorlanma olmadan ilerleme olmayacağı bizim yaşamımızın tartışmasız gerçekliğidir. Buna göre zorlanmayan yürümüyor ya da temposu artık yürümek anlamına, ilerlemek anlamına gelmiyor demektir.     

Devrimin kadrosu olma anlamında, öznel bir tercih olarak devrimcilik gönüllülük temellidir. Yani hiç kimse bizi illa devrim için çalışacaksın, devrimin militanı, devrimin kadrosu olacaksın diye zorlayamaz. Zaten istenilmeden yapılabilecek bir şey de değildir devrimcilik. Olağan hiçbir kriterle değerlendirilemeyecek bir yaşam ve olağan bir tarzla yürünemeyecek bir yoldur. Her adımda olağanın (biz düzen diye okuyalım) dışına çıkmamızı bekleyecek ve her olağan çıkmazda olağanüstüye çıkacak bir rota çizmemizi, yaratmamızı isteyecektir. Hep isteyecek, ısrarla isteyecek hiç vazgeçmeyecektir. İşin kötüsü(!) isteklerine cevap vermemiz için ve isteklerine cevap vermemiz gereken anda ve yine olağan koşullarda, hiç de çekici, cezbedici vaatlerde bulunmayacaktır. Ve bu yanıyla olağan hiçbir dışsal olgu devrimciliği çekici kılmayacak aksine bütün dışsal olgular tersi yönde harekete zorlayacaktır.

Bir gelecek düşümüz var ama bir de anın korkusu!

Gelecek düşümüzü her ne kadar toplumsal ilerlemenin kaçınılmaz bir sonucu olarak formüle etsek de, o düş bugün biz inandığımız kadar vardır. Ama anın korkusu, kaygısı, çekincesi çoğunlukla çırılçıplak birer gerçektirler. Sömürünün olmadığı sınıfsız ve sınırsız bir dünya, olağanüstü bir düştür. Oysa baskı, zulüm, işkence, sürgün, zindan ve katliamlar buz gibi olağan gerçekler! Sadece bunlar da değil, başa çıkılması zor bir sürü yoksunluk, olağan bir yaşamı alt üst eden zorunlu tedbirler, yeraltı, gizlilik... Bizi hangisi ve ne derece harekete geçirecektir?

“Yükselişin en güç anı nedir bilir misin? Aşağıdan yukarıya tırmanmaya başlanıldığı sıra tepeye bakıldığı an değil. Tam ortaya varıldığında, her dönemecin ne olduğu öğrenildiğinde yaşanır en güç an. Koşarak aşağı inilebilir ama çıkmak için yürümek, yürümek gereklidir. Bu yol korkunçtur, taşlarla, çamurla, kanla kaplıdır! Ama yine de bir yoldur işte...!”*

Zorlanma olmadan ilerleme olmaz. Sıkıntılar, yetmezlikler, engeller içerisinden umut ve başarı çıkarabilmek için elbette zorlanılacaktır. Tüm bu olağan gerçekleri aşmanın yolu yaşam yada aynı anlama gelmek üzere mücadele pratiğimizle bu olağanlığın dışına çıkabilmemizdir.

Bütün üstyapısal kurumlarıyla kapitalizm çürümüşlüktür. Tüm kültürel ve ahlaki normlarıyla sadece ve sadece pislik üretir. Sıçratır, bulaştırır, kelimenin gerçek anlamıyla hasta eder! Bu düzen bataklıktır ve bataklıktan etkilenmeye açık olmamız için tam ortasında olmamız gerekmez. Emperyalist-kapitalist dünyada bu sistemle etkileşime kapalı bir yer yoktur. Bu anlamda kapitalist sisteme karşı mücadele aynı zamanda bireyin burjuva kültürden ve onun etkilerinden arınma çabasıdır. Arınma en çok da kapitalizme karşı konumlanmış, ona meydan okumuş onunla kavgaya tutuşmuş olanlar için, bizler için ihmal edilmez bir zorunluluktur. Öyle olmalıdır! Görüntü her ne kadar başka başka biçimlerde ortaya çıksa da birey için esas zorlanma ve paralelinde ilerleme buradadır.

Bizim yaşamımızda yeninin ortaya çıkışının sınandığı yer pratiktir. Pratik, hareketle ortaya çıkar ve sonuçlarla görünür olur. Pratik sonuç bazen can sıkar hatta boğar. Bazen ise coşku verir sıçratır. Bazen çabalarımız kısa süre içerisinde sonuçlar doğurur. Bazen ise sonucu görmek için yıllarca süren bir çaba, sebat, hatta inat gereklidir. Bu iki olgu birbirini reddetmez, yadsımaz. Aksine aynı hareketin, çok yönlü gelişiminin parçaları olarak birbirini bütünlerler. Sonuçların bizde yarattığı zorlama, değişim, verdiği hız ve ortaya çıkan sonuca verdiğimiz tepkinin yönü yani her açıdan çabamız ve onun niteliğidir esas olan. Çok fazla tekrar etmiş olacağız (ve sanırım daha da edeceğiz) ama olsun, esas olan harekettir. Burada pratik sonuç değerlendirilmesi gereken olgulardan sadece bir tanesidir. Pratik sonuçlar da görüntü de önemlidir. Ama bu sonucun görüntüsü her ne olursa olsun komünistin ondan yararlanarak yaratması gereken şey değişmez. Yanlışsa yerine doğruyu koyarak, eksikse tamamlayarak, sapmışsa doğrultarak, yaralanmışsa sağaltarak yürümeye, yeniyi yaratma çabasına, devam etmek!

Grinin yeşile, teorinin pratiğe çevrilmesi zor iştir. Gri ile yeşil arasında, teoriyle ilk kavgayı düşman değil onu bir somutluk olarak ortaya çıkarmakla yükümlü olan verir. Ve bu kavga öyle kolay bitmez. Hatta hiç bitmez! Bu yüzden yenilgi ancak ne için savaştığını bilmeyen, zafer ise nasıl kazanıldığını yaşamayan için mutlaktır! Aslolan yürümek ve yürümekte ısrar etmektir. Devrimcinin yaşamındaki en büyük kavga budur! Düzenle devrimin, olağan gerçeklerle, olağanüstü düşlerin kavgası!

Devrim düz bir yol değildir! Devrimcinin yaşamı da. Engebeli yolları, sarp yamaçları, nefes kesen dik çıkışları, bıçak kesiği inişler ve ulaşılan dorukları da kapsar. Uzun bir yoldur bu.

Hayatın bütünlüklü bir hareket olma durumunu ifade eder. Sürekli ve bütünlüklü bir akıştır. Ama bu akış her süreçte her aşamada aynı değildir. Bazen nehrin içerisinde ufak bir damla, bazen yangınlar çıkartan bir kıvılcım, bazen ise sert esen rüzgara karşı bir kaya olmayı olmayı gerektirir. Bazen en önde tüm gövdenizle ortaya çıkmanızı, bazen halklar denen deryanın içinde kaybolmanızı gerektirir. Bazen her seferinde sözünüzü sakınmamanızı, bazen zamanı gelene kadar susmanızı gerektirir. Ne zaman ne olunması gerektiğini bulmak zordur ve dahası bunu bulduktan sonra OLMAK daha da zordur. Hiç bir zaman kolaylaşmaz ama ilerledikçe, derinleştikçe zorlukları aşacak gücü de yaratır.

Devrimci mücadele hiç bir zaman kolay olmadı. Şimdi de öyle! Yol hep taşlarla, çamurla, kanla kaplıydı ama bir sürü yolunu bulduk bu yolda yürümenin. Bazan hızlı bazan ağır aksak. Yolun zorluğundan yorulanlar da oldu bazan. Ama yürümek yolun zorluğu kadar, bütün olağan gerçekler yolun bir çıkmaz olduğunu iddia ederken, onun doğruluğunu haykırdığı kadar değerliydi hep. Şimdi de öyle!

Abbas Gün

 

*I.Ehrenburgun Fırtına romanından