HBDH Yürütme Komitesi, 22 Nisan günü bir açıklama yayınlayarak “1 Mayıs’ta Faşizmi Yıkma, Özgürlüğü Kazanma Hedefiyle Devrimci Savaşı Büyüteceğiz” dedi.
HBDH’ın açıklaması şöyle:
“Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı saldırı iki ayı doldurdu. Başkent Kiev’e yönelik yoğun saldırılar sonrası, taktiksel bir çekilme yaparak, ağırlığını Donbass Halk Cumhuriyetleri bölgesine sınır olan kentlere kaydırdı. Ukrayna’nın bir bölümünü ele geçirmiş, Donbass bölgesini korumaya alan bir tampon bölge kurmaya çalışmıştır. NATO’nun, asıl olarak da ABD ve İngiltere’nin, ekonomik ve askeri teknik açıdan Zelenski yönetimindeki Ukrayna devletine sunduğu yoğun destek, bu savaşın Rusya ve Ukrayna arasında olduğundan daha fazlası durumunda olduğu ve emperyalizmin, kapitalizmin yapısal krizinin temel odağı olan Rusya ve ABD arasında bir savaşa tekabül ettiği ortadadır. Zelenski rejimi, Rusya’nın saldırısına temel gerekçe olan NATO’ya üye olma kararından gerekirse vazgeçebileceğini açıklamasına rağmen ABD, Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda geri adım atmayacaklarını ortaya koyuyor ve savaşı uzun sürece yayabilmek için yüksek maliyetli bir askeri savaş yatırımı yapıyor. Uzun süreli bir Ukrayna savaşı mı yoksa bir aşamada sonlandırılan, bölünmüş bir Ukrayna planı mı gerçekleşecek önümüzdeki süreçte netlik kazanır.
Donbass bölgesi halklarının kendi kaderini tayin hakkını savunduğu ve bu temelde ortaya konulan mücadelenin de dünya halklarının faşizme ve emperyalizme karşı verdiği mücadelelere direniş iradesi sunduğu açık ve nettir.
Ukrayna-Rusya savaşı, her iki ülkenin dışarıya sattığı gıda, doğalgaz ve gübre ürünlerinin savaş koşulları nedeniyle durmasına ve dünya genelinde bu ürünlerin ortalama fiyatlarının yükselmesine, bu nedenle de ekonomide dışa daha fazla bağımlı olan ülkelerin satın alımının zorlaşmasına ve dünyada gıda krizinin derinleşmesine sebep olmuştur. Dünya genelinde, kapitalist devletlerin krizlerini derinleştiren, yoksulluğa, açlığa, faşist politikalara karşı gelişen halk isyanlarına itilim sağlayan unsurlardan biri de bu savaş olmuştur.
Dünya genelinde halkların yükselen mücadele dalgası büyüyerek devam ediyor. Bu süreçte İsrail devletinin tüm saldırılarına rağmen Filistin halkının baş eğmeyen direnişi, ekonomik kriz ve politik özgürlük hakları için Sri Lanka’da çok sayıda bakanlığın istifasına yol açan halk isyanı, Peru’da gelişen halk mücadelesi önemli bir yerde duruyor. Fransa’nın Akdeniz’deki sömürgesi olan Korsika adası halkının artan eylemleri , Yunanistan’da genel grev ilan eden işçi ve emekçilerin kitlesel mitingi, Sudan’da faşist askeri darbeye karşı devam eden halk direnişi, Hindistan’da emekçilerin mücadeleleri, Afganistan’da Taliban faşizmine boyun eğmeyen öncü kadın direnişi dikkat çekiciydi.
Emperyalizme bağımlı ve 70 yıldır NATO üyesi olan Türk burjuva devletinin, ABD emperyalizmiyle güçlü tarihsel ilişkilerini yeni düzeyde güçlendirdiğini ve NATO-ABD eksenine eğilimini görmekteyiz. Fakat bununla birlikte, Rusya ile de askeri, ticari ilişkileri de bir süredir geliştirmiş durumdadır. NATO üyesi Türkiye’nin, Ukrayna’ya SİHA satışına, ABD ve NATO ile eşgüdümlü dış politika sergileyen yeni adımlarına rağmen, Ukrayna savaşında Rusya ile de her türlü ekonomik askeri ilişkisini kararlıca sürdüreceğini beyan etti. Arabuluculuk rolüne de yönelerek, Antalya zirvesinde çeşitli diplomatik görüşmelerle bir taşla iki kuş vurma siyasetini uyguladı.
Kürdistan’da ki ilhak siyaseti de, her iki kuvvette Türkiye için önemli bir stratejik değer taşımaktadır. Suriye savaşına, Batı Kürdistan’ın tümünü işgal hevesiyle giren, en son Serekaniye, Gri Spi işgalini hem ABD hem Rusya ile yaptığı ittifaklarla, mutabakatlarla gerçekleştiren faşist Türk burjuva devleti Kürdistan’da ilhakçı pozisyonunu korumak ve yeni işgal bölgeleriyle yayarak genişletmek için bu iki güce, NATO ve Rusya’yla ilişkilere, ihtiyacı vardır. Şovenizmi devlet siyasetinin başat unsuru haline getiren Türk devleti, Kürdistan’ı yağmalayıp ilhak etmek; işçilerin, emekçi halklarımızın politik özgürlüğünü baskılamak için nasıl gerekiyorsa ona göre ilişkilerini düzenlemektedir.
Neçirvan Barzani ile Soylu, Erdoğan, Akar, Fidan arasında yapılan görüşmeler, yine en son Zap savaşından birkaç gün önce Erdoğan’ın Mensur Barzani ile yaptığı görüşme yeni politik askeri anlaşmalar içeriyor. TC-KDP ve Irak hükümeti arası ittifak ilişkilerinin aldığı yeni boyutları gösteriyor.
Faşist Türk devletinin NATO ve ABD emperyalizminden destek alarak, KDP işbirliğiyle, Güney Kürdistan’da başlattığı yeni işgal saldırısı-savaşı, gerilla ve özyönetim bölgelerini ele geçirme, Kürt halkının ve devrimci antifaşist güçlerin mücadele gücünü tasfiye etme amacı taşıyor. Zap, Avaşin, Metina’ya yeni işgal saldırısının başlamasıyla paralel olarak, Irak devletinin Şengal’de YBŞ noktalarına yönelik gerçekleştirdiği saldırı da, Maxmur’a yönelik askeri kuşatma ve ekonomik ambargo siyaseti de bundan bağımsız değildir. ABD’nin Şengal’deki özerk yönetimi ve özsavunma güçlerini tasfiye rolünü Irak’a vermek istemesi, TC’nin ise bu konuda ‘başaramazlarsa’ gerekirse Şengal’e de işgal saldırısı başlatabileceğini ilan etmesi söz konusudur. YNK de Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarına ortak edilmeye çalışılmaktadır. İşgal saldırısına, şu haliyle, Sadr hareketinin ve İran’ın karşı çıkışı, bölgesel çelişkiler yaşadıkları ve esas olarak işgalle birlikte kalıcı üsler inşa edeceği açık olan Türk devletini Irak’ta istemediklerini gösteriyor. Bu ayın sonunda gerçekleşecek olan Astana zirvesi de bileşen ülkelerin yeni süreçteki pozisyonlarını gösterecektir.
Rojava sözkonusu olduğunda da, Ukrayna özelinde yaşanan gelişmelerin, bölgeye farklı yansımaları olabilir. İçinden geçmekte olduğumuz dönem, Türkiye ile ABD-Rusya arası ilişkilerde Rojava yeni pazarlıklara konu edilebilir. Belirsizlik hali şu an ki durumu tarifliyor. Ekonomik ambargo siyaseti, SİHA saldırıları ve cephe hattı boyunca askeri bombardımanlar, Rojava savaşının güncel rutinine dönüşmüş durumdadır. MİT ve Suriye rejimi istihbarat biriminin devam eden görüşmeleri var. BAAS rejiminin, Rojava Devrimi kazanımlarına yönelik düşmanca tutumları sürüyor. Türk devletine, DAİŞ saldırılarına karşı Rojava devrim güçlerinin devrimci atılganlığı, özsavunma alışı ve Kürt-Arap halkları ittifakını geliştirme kararlılığıyla örgütlenme faaliyetlerini sürüyor.
AKP-MHP iktidarının, yeni bir seçime ve hükümet sistemi değişikliği olasılığını içeren bir yarışa hazırlığı, iktidarında ısrar ederek, seçimi kazanma noktasında, her yolu deneyebileceği gösteriyor. TC’nin ekonomik ve siyasi yönetememe sorunları, yeni süreçte savaş siyasetine baş vurarak güç toparlamaya yöneltiyor. MSA’ya yönelik başlattığı bu işgal saldırısı aynı zamanda Türkiye’de iç siyaseti dizayn etme, devletin bekası temelinde burjuva muhalefeti hizaya getirme ve iktidarını sağlamlaştırma politikasıdır. Ve faşist iktidar bugüne kadar hem Türkiye’de hem de bölgede kesintisiz bir savaş ve işgal politikasını yürütmüştür. Bu savaşı yürütürken propagandasını sürekli olarak ‘ülkenin bekası’ meselesi olarak ifade etmektedir. Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı adını alan burjuva klikler faşist devlet siyasetinde birlik içindedir. Bugün Kürt’e karşı savaş devletin beka meselesidir. Kılıçdaroğlu’nun işgale dair yaptığı açıklamalar bunun en açık işaretidir.. Ama aynı zamanda, Kürdistan’a dönük yürütülen işgal ve savaş, faşist iktidarın da beka meselesidir. İçeride yaşamakta olduğu sıkışmayı, güç kaybını perdeleyebilmek; ekonomik-siyasal-toplumsal her anlamda yaşanmakta olan krizin sarsıcı etkilerini öteleyebilmek; işçi sınıfı ve ezilenleri şovenist histeriyle sisteme yedekleyebilmek için bu savaşa ihtiyacı var.
Faşist siyasal islamcı Erdoğan yönetimindeki rejim, sermayenin çıkarlarını alabildiğince geniş zeminde uygularken ekonomik krizi yaşayan sadece halklarımız oluyor. Tam bir soygun düzeni olan enflasyon politikası, burjuvazinin imdadına yetişiyor ve kimi ürünlerin çok yüksek değer kazanması sonucu fiyatı yükseliyor ve halkımızın alım gücü düşük olduğundan dolayı açlık, yoksulluk en temel sorun haline gelmiş durumdadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da halkın yaşadığı ekonomik krizi derinleşerek sürüyor. Özellikle yaşamsal ürünlere yapılan sürekli zamlar, ’tane tane alım, ucuz alım için uzun kuyruklarda bekleme’ tablosunu yarattı.
2022 yılıyla birlikte işçilerin sendikalılaşma ve örgütlenme arayışları arttı. Ağır sömürü koşullarına karşı söz, örgütlenme ve eylem özgürlüğü talebiyle direnişe geçen işçi bölüklerinin çıkışları oldu. Birçok direniş, aktif dayanışma halkalarının da örülmesiyle kazanımla sonuçlandı. Fiili çok sayıda işyeri grevleri, işyeri işgali, işyeri önü direniş nöbetleri, basın açıklamaları, yürüyüşler yaygınlık kazandı. İşçi sınıfının, kendi talepleriyle dövüşmeye hazır olduğunu gösteren bu tablo, devrimci örgütlerin işçi sınıfı içinde gerçek bir örgütlenme sorunu yaşadığını içerden öncülük ve önderlik görevleri gerektiren bu yeni işçi dalgasına hazırlıksızlığı, güçlü bir özeleştirel analiz ve hareket planı gerektirmektedir.
8 Mart ve Newroz, gerek kitlesellik, gerekte kararlı duruş yönüyle, Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının, yoğun fiziki psikolojik faşist saldırganlık politikaları karşısında teslim olmayan, baş eğmeyan iradesini bir kez daha gösterdi. 1 milyonu aşkın katılımla Amed Newrozu, on binlerce katılımla kadınların ve ezilen cinsel kimliklerin İstanbul/Taksim 8 Mart gece yürüyüşü öne çıkan en başarılı iki direniş örneğiydi. 2022 1 Mayıs’ı, gerek kitlesellik, gerek kararlılık ve militanlık yönüyle Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın, devrimci antifaşist güçlerin, faşist devletle yeni bir muharebesine dönüşecektir. Hem kitlesel 1 Mayıs mitingleri hem de 2021 1 Mayısı’nda Taksim’i kuşatan devrimci öncü irade örneğinde olduğu gibi yasaklı alanları da zorlayan bir politik hat önem kazanıyor. Faşizme, sömürü düzenine karşı birleşik mücadeleyi yükseltme, dönemin en temel görevidir.
Bir süredir zindanlarda artan işkenceli saldırılar, intihar süsü verilerek ya da hastalıkların tedavısı engellenerek gerçekleştirilen katliamlar, yoğunlaştırılan tecrit politikası, zindanların, faşizmin güç gösterisi yapmaya çalıştığı bir alan olduğunu gösteriyor. En son faşist devletin Silivri Hapishanesi’nde adli Kürt tutsaklara yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, farklı zindanlarda da gerçekleştirmeyi tasarladığı katliamların provası niteliğindedir. Faşizmin mahkeme önlerinde, adliye saraylarında gerçekleştirilen adalet nöbetleri bir direniş mevzisi olmakla birlikte tutsakları sahiplenen daha güçlü bir mücadele hattı acil ve zorunludur. Yine artan polis baskınları, işkenceli gözaltı saldırıları, sokakta uygulanan faşist terör de, dikkat çekicidir. Şırnak/Cizre HDP’nin, polis saldırısı karşısında üç gün partisini savunma amacıyla gerçekleştirdiği nöbet eylemi, direnişçiliğin gelişmesi gereken hattı gösteren olumlu bir örnekti.
Mevcut durum, özsavunma ve milis temelli bir hazırlığın ve örgütlenmenin Türkiye ve Kürdistan genelinde sokak, mahalle, kent odaklı bir karşı saldırının geliştirilmesinin önemini ortaya koyuyor. Yine gelişen kitle mücadelelerinin en direngen kuvvetlerini politik-askeri alanda örgütleyebilmek, gerilla saflarına akışını sağlamak, işgale, ilhak siyasetine karşı, faşizmle, erkek egemen faşist düzenle daha sert bir savaşta özneleştirmek, faşizmi yıkmak ve birleşik devrimimizin zaferini hazırlamak açısından önemli bir yerde duruyor. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da, halkların ve tüm antifaşist mücadele güçlerinin topyekün direnişini geliştirme, sokakları, meydanları, alanları milyonların antifaşist direnişine çevirme önem kazanmaktadır. İşgale, şovenizme, beden ve emek sömürüsüne karşı, mücadeleyi yükseltmeyi başaran ve saldırıya geçen güçler bu tasfiye saldırılarını boşa çıkaracaktır.
Bu topraklarda özgürlüğü kazanma mücadelesi nice militan adanmış çarpışmalardan bugünlere kadar gelmiş tarihsel köklere ve bu uğurda sakınımsızca ölümsüzleşenlerin yarattığı manevi değerlere sahiptir. Süreç kendi yolunu bularak ya da biz bu yolun önünü açarak ilerleyecektir. 1 Mayıs’ı kazanacağız, 2022 yılını politik ve askeri mücadeleyi daha ileriye taşıyacak, faşizmi yıkma ve özgürlüğü kazanma hedefiyle devrimci savaşı büyüteceğiz.
Faşizmi yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız. İleri… daha ileri!
Yaşasın Birleşik Devrimimiz!