Gözaltına alınıp helikopterden atılan Osman Şiban ve Servet Turgut'un yaşadıklarını, Osman Şiban'ın ilk anda “bizi attılar” demesiyle ve görgü tanıklarının ifadeleriyle öğrenmiştik. 11 Eylül günü yaşanan bu akıl almaz işkence oldukça yankı uyandırmış, faşizmin yapabileceklerinin sınırı olmadığını bir kez daha görmüştük.
Servet Turgut yaşam savaşını kaybetti. Yaklaşık 50 günün ardından kendine gelen Osman Şiban ise yaşadıklarını anlatmaya başladı. Her bir anlatım bu kadar olmaz dedirtti. Yaşananları Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık hazırladığı raporla basın toplantısı düzenleyerek mecliste anlattı.
Van Çatak ve Şırnak Beytüşşebap sınırları arasında kalan kırsal alanda operasyona çıkan askerlerin, gerillalarla yaşanan çatışmanın ardından köylüleri sorguya çektiğini, toprakların kimlerin olduğunu, kimlerin gelip kimlerin gittiğini soruyorlar. Birkaç saat sonra da Osman Şiban, evinin orada otururken, askerlerin beline silah dayadıkları, başına uval geçirdikleri Servet Turgut'u getirdiklerini ve kendisine seslendiklerini söylüyor. Kimliğinin kontrolünden sonra kendisine bu yaylaların sahibi olup olmadığını soruyorlar ve ikisini alıp uzaklaşıyorlar. Köylülerin tahibine engel olsalar da uzak mesafeden köylüler olayları izlemeye devam ediyor.
Diyaloglar ve arazinin ayrıntılı tarifleri raporda yer alıyor. Olayları izleyen köylüler askerlerin helikopter çağırmak için işaret fişeği yaktığını, bu esnada yanlarına aldıkları iki köylüyü darp ettiklerini anlatıyorlar. Ve gelen helikoptere askerlerin köylüleri de alarak bindiğini söylüyorlar. Ve 3 gün sonra hastanede yoğun bakımda oldukalrını öğreniyorlar.
Osman Şiban devam ediyor anlatmaya. Helikopterde yüzlerine yumruklarla vurulduğunu anlatıyor, helikopterde iki gerilla cenazesi olduğunu, onların yüzünü göstererek tanıyor musun diye sorduklarını anlatıyor. Van İl Jandarma Alay Komutanlığı içindeki piste iniş yapıp askerlerin indiğini, tekrar havalandığında yüksek mesafeden cenazelerin ve kendilerinin aşağıya 100-150 askerin arasına atıldıklarını söylüyor.
“Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Yerdeyken başımın üstünden geçti, ne yaptılar ne ettiler ben hatırlamıyorum. Orada ben bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdi hiç hatırlamıyorum. Gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum başka hiçbir şey yok. Bana bunları yaptılar.”
Devamını avukatı olan akrabası Jinda KOÇAK anlatıyor. “Osman ŞİBAN benim dayımın oğlu olur. Kendisine dayı derim zaten. Beni gördüğü anda ağlamaya başladı. ‘Beni tanıdın mı?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Sürekli ağlıyor, hafızası gidip geliyordu. Ağlayarak, ‘3 aydır buradayım, neden beni sahipsiz bıraktınız? Neden bana sahip çıkmadınız?’ dedi. ‘Korkma. Hepimiz buradayız, sahipsiz değilsin. 20 Akrabaların dışarıda, avukatların burada. Sahipsiz değilsin. Sana bir şey yapamazlar’ dedim. Çocuk gibi ağlıyordu. ‘Dayı sana ne oldu?’ diye sordum. ‘Başıma gelmeyen kalmadı. Beni aldılar. Onlarca, onlarca jandarma, asker bana vurdular. Dövdüler. Çok vurdular, çok vurdular, çok vurdular...’ dedi.
Sürekli ‘Çok vurdular’ diye tekrarlıyordu. Kendisine, ‘Dayı sizi helikopterden mi attılar?’ diye sordum. Yine ağlamaya başladı, ‘Ben evet dersem daha başka şeyler çıkacak. Yine kötü şeyleri yaşatacaklar’ diyordu. Hastane odasının içinde, etrafımızda çok sayıda polis vardı. Dayım onlardan da korkmuştu. ‘Beni buradan kurtar. Beni bunların elinden al götür’ diyordu. İkimiz de ağlıyorduk. Polislerden çıkmalarını istedim. ‘Çıkın da en azından gözyaşımızı rahat dökelim’ dedim. Çıkmadılar. Herhangi bir gözaltı kararı olmadığı için odada bulunamayacaklarını söyledim. Emir aldıklarını çıkmayacaklarını söylediler. Tartışma sonunda amirleri savcıyı aradı ve talimat aldı ondan sonra çıktılar odadan.
Polisler çıkınca da dayım ağlayarak aynı şeyleri anlattı. Sürekli ‘Bizi dövdüler. Çok dövdüler. Onlarca jandarma hepsi bizi dövdü’ diyordu. Ağlayarak ailesini, çocuklarını görmek istediğini söyledi. Eşi Medine ŞİBAN’ı da polislerle tartışıp, savcı izniyle odaya alabildik. Sürekli ağlıyordu ben de başka bir şey soramadım.”
Osman Şiban 20 Eylül günü tedavi gördüğü hastaneden taburcu edilerek bir akrabasının evine götürüldü, 22 Eylül'de HDP heyeti ziyaret edeceğini duyurduğunda polis ec baskını yaparak Şiban'ı askeri hastaneye götürüldü. Akşam geç saatlere kadar hastanede tutulan Şiban, ambulansla yaşadığı Mersin’e götürülmesi şartıyla taburcu edildi.
30 Eylül günü de Servet Turgut'un hayatını kaybettiği öğrenildi. Cenazeyi görenlerin anlatımlarına göre Servet Turgut’un tüm vücudu ezilmiş ve sanki tüm kemikleri kırılmış gibiydi, vücudunda çok sayıda morluk vardı. El parmakları kırılmış halde ve öndeki dişleri yoktu; “Sanki üzerine bir kamyon hafriyat dökülmüş gibi ezilmişti.”
Ahmet Şık'ın raporuyla detaylarına ulaştığımız olayı, tutuklanan Mezopotamya Haber Ajansı muhabirlerinin yaptıkları haberle öğrenmiştik.