Ölümsüzleşmesinin 19. yılında yoldaşımızın mezar başına gitmek üzere buluşuyoruz sabah erken saatlerde.

Maskeli bir şekilde ve sosyal mesafeye dikkat ederek biniyoruz yolculuk edeceğimiz araca. Bir yoldaşımız, kronik hasta ve bu virüslü havalarda çıkmaması gerektiğini bildiğimiz biri… Tutamamış kendini, Sibel’e giden yola düşmeden edememiş. Günden güneşten sohbetler ile yoldaşımızın yanına varıyoruz...

Güvenliğe yoldaşımızın mezarını soruyoruz hemen gösteriyor, “En son adanın bir önceki arasına girin”... Araç duruyor yoldaşımızı arıyoruz. Kocaman bir gül ağacı altında çiçeklerle kaplanmış buluyoruz. Sıcacık bir gülümsemeyle sarıyoruz yoldaşı. Kimimiz taşları temizliyor, kimimiz silinmiş ismini taşa yazma gayretinde. Toprağına dokunurken bir an düşünüyorum; Sever miydin acaba bu kadar yakından bir ilgiyi, öğrencilerini saran bir öğretmen gibi sarar mıydın bizi, nelerden konuşurduk seninle örneğin bilmiyorum...

Mezar taşına isminin yazılmasına ihtiyacın yok biliyoruz, tarihe kızıl şeritlerle geçmiş ismin, hep önümüzde ışığımız olacak. Düşmanın yok edemediği bir imza ile kendini kattın mücadelemize yine de sevinçle dokunuyoruz toprağına. Sana dair bir şeylere dokunma telaşında.

Yoldaşımızın yanından ayrılırken Sakine annemizi arıyoruz. Bizleri, sevgiyle sarıyor sesi. Şimdi senin ardılların aynı gülümsemeyle yürümekte karanlığın üstüne. İsmin yoldaş, kavgamızda duyulacak. İsmin savasın en kızgın anlarında cüretle eş tutulacak ve düşmanın üstüne bir mermi olup saplanacak isminin ateşlediği yürekler. Öfkeli, coşkulu, kararlıyız senin yoldasınız... Başka ne olabilirdi...

Seni seviyoruz... Daima...

Yoldaşın