“Gezi Davası” sonuçlandı, “ağırlaştırılmış müebbet” ve onlarca yıl hapis cezası ile yargılananlar beraat etti.

Duruşma nasıl geçti, deliller nelerdi, kim ne söyledi… bunların hepsi teferruat. Herkesin açık ve net bir şekilde bildiği şey, bunun siyasi bir dava olduğu, hukukun değil siyasi dengelerin ne dediği idi önemli olan. Ve bu duruşmadan çıkacak sonucun da “adil bir yargılama” yahut “hukukun üstünlüğü” olmadığı herkesin malumu…

Gezi’de yer alan herkesin, bu duruşma başladığından bu yana defalarca söylediği şey, yargılanmak istenenin “Gezi Ayaklanması” olduğu gerçeği. Son yıllarda yaşanmış en büyük ve sarsıcı, toplumun pek çok katmanını ayağa kaldıran Gezi’yi yenemediğini bilen, sadece bir diğer patlamayı beklemek üzere kitlelerin geri çekildiğini gören iktidar, gözdağı vermek istiyor.

İktidarın, kamuoyuna malolmuş isimler üzerinden girdiği bu “hesaplaşma” bir dizi gerçeğin üstünü örtmeye de yarıyor. Örneğin Gezi dolayısıyla yaralanan ve sakat kalanlar, hayatlarını kaybedenler, yıllardır zindanlarda yatmakta olanlar tamamen gündem dışı. Bu davanın sonucunda verilen karar, kamuoyunun gündemine bir türlü gelmeyen Gezi’nin isimsiz emekçilerinin ödediği ve ödemekte olduğu bedelleri gizlemeye de yaramıştır.

Bu dava, “beraat kararı” verilmesiyle bir anda “adalete güven tazeleme” rüzgarı estirirken; mahkeme heyeti hakkında hızla soruşturma açılması ve Kavala’nın yeniden tutuklanması ile bu “adalete güven” hayallerini pazarlamaya çalışanları boşa düşürmüştür. Görünen o ki, nesnel devrimin baskısı altında devlet aygıtı her geçen gün kendi iç bütünlüğünü daha fazla yitiriyor. İçerde ve dışarda derinleşen sıkışmışlık, iç bütünlüğü olmayan adımlar atılmasına sebep oluyor. Sistemin iç dengeleri her geçen gün daha ok bozuluyor.

Gezi Halk Ayaklanması, üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala iktidarın uykularını kaçırıyor. Halklar bir kez daha ayağa kalktığında buna karşı duracak gücü olmadığını bildiğinden tehditlere, gözdağına başlıyor. Gölgesinden dahi korkuyor ve şu günlerde ağzından yine “darbe” sözcüğü düşmüyor.

Kendisine ve iktidara karşı olan halklardan değil, en yanınındakilerden, kendisine biat edenlerden dahi korktuğu için şu an “devrim”den çok bir “darbe”den korkuyor. Ve Türkiye emekçi halklarının yaşamış olduğu darbelerden ne kadar acı çektiğini, tepki duyduğunu ve korktuğunu bildiği için “devrim” sözcüğünü değil, “darbe”yi dillendiriyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı, Gezi için "15 Temmuz'dan farkı yoktu" diyor. Halkların başının üzerinde “darbe” umacısını sallıyor.

Ayaklanmanın yaşandığı 2013’ten bu yana baskı ve şiddetin arttığı, ekonomik kriz nedeniyle ardı ardına iflaslar, işten çıkarmalar, intiharların yaşandığı, “Başka Bir Dünya Mümkün” diyenlerin neredeyse iki katına çıktığı böylesi bir dönemde egemenlerin korku ve paranoya ile hareket etmeleri anlaşılır bir şey. Bu onların değil, bizim gücümüzün bir gösterisi. Çok az kaldı, sallarsak yıkılacaklar.