Faşist devlet, Suriye'den Libya'ya kadar geniş bir coğrafyada savaş kışkırtıcılığı yapıyor; attığı her adımda savaşı körüklüyor. Eğer "bu rüzgar böyle eser" ve "bu hızar da böyle keserse" Türkiye'nin Ortadoğu'da ya da Doğu Akdeniz'de kendisini daha büyük bir savaşın içinde bulması kaçınılmaz.
TC devleti zaten "Pençe Harekatı" adını verdiği operasyonla KDP desteğiyle Güney Kürdistan’da bir işgal harekatı başlatmış durumda. Şimdi bu harekatı daha da derinleştirip, "Güvenli Bölge" adı altında Rojava’yı da işgal etmek istiyor.
Bu arada Basra Körfezi'nde bir deniz koalisyonu kurarak savaş çıkarma peşinde olan ABD ise "Güvenli Bölge" meselesini Türkiye'nin bu olası savaşta alacağı konuma göre elinde bir kart olarak tutuyor. "Ne yardan ne serden" vazgeçemeyen ABD, bir yandan NATO kapsamında TC devletini bu savaşa dahil etmek isterken diğer yandan da Rojava’yı, şimdilik, TC devletine yem etmek istemiyor. Hulusi Akar'la yapılan son görüşmenin hemen ardından ABD'nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey, "Güvenli Bölge" konusunda Türkiye ile hemfikir olmadıklarını açıkladı; Jeffrey, "kaygıları dengelemek" istediklerini söylüyor. Bunun karşısında TC devleti yalnız başına da kalsa derinlemesine bir "Güvenli Bölge" oluşturabileceği açıklaması yaptı.
İçeride "Beka Meselesi" diyerek "Vatan Ümmet Sakarya" naralarıyla işçi sınıfı ve emekçi halklara, ilerici ve devrimcilere, kadınlara ve gençlere savaş açmış olan faşist devlet, şimdi "Yurtta Savaş Cihanda Savaş" politikasıyla yeni toprak işgali ve ilhakı için çalışıyor.
İran'ın Cebelitarık'ta bir tankerine İngilizler tarafından el konulmasına İran'ın Hürmüz Boğazı'nda uluslararası kuralları ihlal ettiği gerekçesiyle bir İngiliz gemisine mürettebatıyla birlikte el koyarak yanıt vermesi; Kerç Boğazı'nda Rusya ile Ukrayna arasındaki dalaşmanın devam ediyor oluşu ve Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarını tek başına yağmalama düşüncesiyle Türkiye ve Yunanistan arasında tırmanan gerilim düşünüldüğünde 3. Dünya Savaşı'nın yayılarak devam ettiği daha iyi görülebilir.
TC devleti, bu bulanık suda av peşine düşmüş. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, M. Zaharova'nın "yangına körükle gitmekle" suçladığı ABD’nin yanı sıra Türkiye de saldırgan, savaşı yeni alanlara taşıyacak bir politika izliyor. Şubat Ayı'nda Doğu Akdeniz'de tarihinin en büyük donanma tatbikatını gerçekleştiren Türkiye'ye "Haylaz Çocuk" benzetmesinde bulunan Yunanistan ve Kıbrıs’ın aynı yerde askeri tatbikatlar yaparak gövde gösterisinde bulunmaları gelişmelerin bir dış savaşa doğru dörtnala gittiğini gösteriyor.
Olayların hızlı gelişimi zaten şiddetli bir iç savaşın yanısıra Suriye ve G. Kürdistan’da kısmen bir dış savaşa girmiş durumdaki Türkiye'nin gırtlağına kadar içine saplanacağı bir dış savaşa doğru sürüklendiğini gösteriyor. Artan ekonomik kriz ve onun giderek kronikleştirdiği siyasi kriz, Türkiye'de tüm dengeleri kırılgan hale getirmiş bulunuyor. Olası bir dış savaşın bu koşulları ağırlaştırması kaçınılmaz.
Koşullar birleşik devrimin zaferi için giderek olgunlaşıyor. Sözünü ettiğimiz koşullar, burjuva egemenliği ve onunla birlikte faşist devleti sarsıyor, sallıyor, yıkımın eşiğine getiriyor. Bu koşullarda proletaryanın geçici devrim hükümeti şiarı ve programıyla öne çıkması yaşamsal önem kazanıyor.
Devrimci komünist güçler ve proletaryanın devrimci öncü işçileri, geçici devrim hükümeti şiarını ve bu şiarı ete-kemiğe büründürecek programı öne sürmek için “güç toplamayı” beklememeli; aksine, güç toplamak; emekçi sınıfları, devrimin toplumsal güçlerini kendi etrafında toparlayabilmek için bu şiar ve programı zaman kaybetmeden öne sürmelidir.
Bu konuda geç kalmak affedilmez bir hata olacaktır!