Çok işlek bir caddede, herkesle iç içe bir anıt. Yıllar içerisinde oradaki varlığı herkesçe kanıksanmış, ahaliden biri... Her gece evine gidip dinleniyor, ertesi gün mesaisi varmışcasına geri geliyor hissiyatı uyandırıyor insanda. Ankara’daki "İnsan Hakları" anıtından bahsediyoruz.
"Perdenin önünde gözlerimi kapama özgürlüğüm yoktur çünkü açtığımda aynı resimle karşılaşmam” diyor Roland Barthes.
Kapitalizm Barthes'in bu sözünü yıkmış gözüküyor. Zira gözlerimizi her açışımızda kapitalist devlet örgütlenmelerinin açık ve birbirinden örneklenen vahşetlerini her gün iliklerimize kadar sindiriyoruz. Gözlerimizi her açıp kapadığımızda birbirine benzeyen barbarlık ile yaşadığımızı iyice fark ediyoruz. Zira onun kan kokusu üzerimize sıçramış, vicdanımızı parçalamış, evimizi yıkmış, işimizi elimizden almış, ailemizden birini öldürmüş olabilir.
Başta, korku ve dehşet anlamlarına sahip olan 'terör' kelimesi, modernleşme ile birlikte evrilerek siyasi bir boyut kazanmış ve bu gün kullandığımız 'siyasal şiddet' anlamına ulaşmıştır.
Terör kelimesi Fransızca Petit Robert Sözlüğü'nde "bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku" olarak tanımlanır.
Oxford İngilizce Sözlük'te "genellikle siyasi nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak" olarak tanımlanır.
TDK Sözlüğü'nde, "yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş" olarak tanımlanır.
"Terör ve terörizm terimleri" biz de 1931'de Cumhuriyet gazetesi tarafından yayımlanan iki haberle yer bulur. Bu haberlerden ilki şöyledir:
"...fevkalade vakayi için fevkalade kanun ister... bu vak'a için hiçbir zaman hatırımdan terör ve istiklal mahkemeleri geçmemiştir..."
Türkiye’de yıllarca teröre karşılık olarak anarşi sözcüğü kullanılmış, 80'li yılların ortalarında "terör, terörist" kelimelerine bırakmıştır.
"Faşizm kapitalizm artı cinayettir" der Upton Sinclair. Benzer bir tespit Lenin'den gelir, "Faşizm çürümekte olan kapitalizmdir!"
Dimitrov'un tanımında ise" tekelci sermayenin en kanlı, en barbar, en gerici, en kanlı yönetim biçimi" olarak tanımlanır.
Son vurgu gene Barthes'den gelir; "Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir.'
Anıt, perde, "terör" ve faşizm kelimeleri bizi nereye çıkaracak diye düşünüyor olabilirsiniz. Yahut bağlamı saçma dâhi bulabilirsiniz. Bizce bu üç kelime hayatımızda son günlerde fazlaca yer tuttu. Üzerlerindeki perdeyi kaldırmak farz oldu.
Ankara'nın göbeğinde iki insan işleri, ekmekleri için günlerdir mücadele veriyorlar. Onları her gün izliyoruz, o perdeyi her gün görüyoruz. Görünür olmak, seslerini duyurabilmek için her şeyi denediler.
Şimdi ise 70'li günlere varan açlık grevinde kritik bir aşamadalar. 21.yüzyılda iki insan korkunç bir modernliğin orta yerinde, insan hakları "anıtı" önünde yaşamak için mücadele veriyorlar... Ekmek ve onuru savunmak zorunda bırakıldılar.
Bizce terör ve terörist kelimesi tam da devlet ve onun yöneticilerini karşılıyor. Hepsi takım elbiseli, son model arabalı birer haydutlar. İkiyüzlü ve gaddarlar. Sofralarında yoksul ölüler yatıyor.
Günlerdir azgınca bir terörle insan hakları "anıtı " önünde gittikçe çoğalan kalabalığa saldırılar gerçekleşiyor. Önce çiçekler ve ateşe tahammül edemediler. Yerine yenisi konuldukça ise uykuları kaçtı.
Bugün ise artık kendilerince son nokta konuldu. Bir adliye memuru kadar dahi saygı uyandırmayan, telefon talimatı ile çalışan bir "yap-boz" savcı; insan hakları "anıtı" önünde Gezi ve Tekel benzeri bir isyanın kabarmakta olduğunu sezdiğini iddia ederek; Nuriye ve Semih, avukatlar, aileler, destekçiler gözaltına alındılar.
Son absürtlük ise insan hakları anıtını tabutvari bariyerler ile çevirmeler oldu.
Faşizm açık devlet terörüdür. Kapitalizmde hukuk eliyle İnşa edilir kimi zaman. Bayağı ve yozdur.
İşte bugün bu bayağılığı ve yozluğu o perdede bir kez daha sahnelenirken gördük.
Adliye teşkilatı, polis teşkilatı el birliği ile "terörist" bir saldırının nasıl yapıldığının yeni bir örneğini insanlarla iç içe bir anıtı rehin alarak gösterdiler. İki insanla başlayan ve çoğalan ateş -çiçek birlikteliğinden korktular. İlk yok edilmesi gereken "umudu diri tutan" şeyler olmalıydı. Fiyakalı takımı ile adliyede oturan savcı da memurluk sıfatının hakkını vermeli, tarafını seçmeliydi.
Walter Benjamin, faşizmi, estetik siyaset ile ele alan ilk düşünürdü. O, bu ilişkinin modernliğin çatışmalarını açığa çıkardığına inanıyordu. Örneğin Cizre'nin bombalanmasıyla, baharda çiçeklerin açması arasında bir benzerlik kuruluyordu. Bu benzetme, II. İtalya-Habeşistan muharebesi esnasında, Etiyopya topraklarına düşen bombaların hedeflerini buluşunu havadan, onları fırlatan uçaktan seyretmiş olan, fütürist avant-garde hareketinin lideri Filippo Tommaso Morinetti tarafından yapılmıştı.
Benjamin’e göre böylesi bir imge, "savaşın ve şiddetin, yıkımın ve acının estetize edilmesi, somut ve maddi gerçekliği gölgeleyen sanatsal bir başkalaştırma faaliyetiydi."
Artık her yolla uygulanan açık "siyasal şiddet" ile karşı karşıyayız. Hukuk, yasa, kanun... Hepsi birer paçavraya dönmüş durumda... Parlamento, genel oy, seçilmişler kavramları hapishanelerin ve karikatürlerin konusu... Aydınlar, gazeteciler, bilim insanları saldırıdan muaf değil.
Daha korkuncu bir inşaat işçisi, gökdelen inşaatının bilmem kaçıncı katından düşen asansörde "öldürülen" arkadaşının yasını tutamadan ertesi sabah kalkıp işe gitmek zorunda. İşte size estetize edilmiş, her eve sokulmuş şiddet. Bunun için Habeşistan tarihini okumaya gerek yok.
Peki bunca alıntı ve gerçek içinde bize ne görev düşüyor, bizce cevap açık;
Ateş ve çiçeğimiz varsa, her şeye yeniden başlayabilir, bütün kapitalist diktatörlükleri yıkabiliriz!
Devrimci Hukukçular