Görülmedik, duyulmadık bir vahşet hikayesidir Afrika’nın sömürgeleştirilmesi. İnsan türünün bu ortak yurdu, kapitalist uygarlığın en acımasız sömürgeleştirilme sürecinin kurbanıdır. Birleşik Krallık’ta bir din adamı olan Howitt’in yerinde tanımlamasıyla söyleyelim:
“Avrupa’nın, dünyanın bütün bölgelerinde ve boyunduruk altına almayı başardığı bütün halklara yaptığı barbarlıklar ve emsalsiz taşkınlıkların, dünyanın herhangi bir döneminde bir örneğini daha başka bir ırkta görmek mümkün değildir.”
Bu vahşi sömürgeciliğe karşı kıyasıya bir mücadele yürüttü Afrika halkları. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında Afrika’da baş gösteren ulusal uyanış, ikinci dünya savaşı sonrası art arda bağımsızlıklara yol açtı. Örneğin 1960 yılı, Afrika yılıydı. 18 ülke 1960’da siyasal bağımsızlığını kazanmıştı.
Kurtuluş mücadeleleri çoğu zaman Pan-Afrikanist bir eğilim taşıdı. Bunun doğal yansımaları, Afrika’nın değişik kesimlerinde bölgesel birlikler, federasyon girişimleri, ortak federatif örgütler şeklinde oldu. Yüzyılın ortalarında “Pan-Afrikacılık mı, komünizm mi” tartışması temel izleklerden biri olageldi. Ama çoğu zaman bu ikisi arasında bir çelişki ve çatışma yoktu. Marksist eğilimler hemen her daim Afrika ulusal kurtuluş hareketlerine içkin oldu.
Afrika halkları kendi bağrından büyük devrimci önderler çıkardı. Angola’dan Agostinho Neto, Mário Pinto de Andrade ve Lúcio Lara gibi; Mozambik’ten Marcelino dos Santos ve Noémia de Sousa gibi; Gine’den Vasco Cabral, Osageyfo Kwame Nkrumah, Ahmed Sekou Toure gibi; Sao Tome ve Principe’ten Alda Espírito Santo ve Hugo Menezes gibi; Gine-Bissau ve Cape Verde’den Amilcar Cabral gibi vb. Afrika devriminin siyasi-ideolojik askeri mücadelelerinin eşgüdümünü sağlamak için bu devrimci liderler Tüm Afrika Halklarının Devrimci Parti’sini kurdular.
Sosyalizmin güçlü varlığı ve Marksist-Leninist teori, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi yürüten devrimci Afrika halkları için büyük bir destek sunmaktaydı.
Gine ve Cape Verde'nin Bağımsızlığı için Afrika Partisi'nin (PAIGC) devrimci lideri Amílcar Cabral 1970'te şöyle yazmıştır: "Marksist olsun ya da olmasın, Leninist olsun ya da olmasın, emperyalist tahakkümden topyekûn kurtuluşları için mücadele eden halkların çoğu zaman dikenli ve hatta kasvetli yolunu verimli bir netlikle aydınlatan, muazzam bir tarihsel kapsamı olduğunu kanıtlayan Lenin'in analiz ve sonuçlarının geçerliliğini, hatta dehasını kabul etmemek hiç kimsenin harcı değildir."
O ayrıca "Afrika, Asya ve Latin Amerika'nın ezilen halklarının, başlıca kurbanları oldukları dünya emperyalist sistemini tasfiye etme mücadelesinde belirleyici bir rol oynamaya zorunlu olarak çağrıldıklarını" vurguladı. Filistin devrimi, tüm sosyalistler gibi Cabral ve yoldaşları için temel konulardan biriydi.
"Emperyalizmin manevralarıyla vatanlarından kovulan, hakarete uğrayan Filistinli mültecilerin, şehit edilen mültecilerin yanındayız. Filistinli mültecilerin yanındayız ve Filistinli çocukların ülkelerini özgürleştirmek için yaptıkları her şeyi kalbimizin tüm gücüyle destekliyoruz ve Filistin halkının onurunu, bağımsızlığını ve yaşam hakkını yeniden kazanmasına yardımcı olmak için Arap ülkelerini ve genel olarak Afrika ülkelerini tüm gücümüzle destekliyoruz."
Böylesine güçlü enternasyonalist sosyalizm yönelimine karşı sömürgeci güçler en aşağılık suikastlara yöneldiler. Bağımsızlığını kazanmayı başaran ülkelerde vahşi askeri darbeler örgütlediler. Kendisi de 1973’te suikasta kurban giden Cabral, Nkrumah’a düzenlenen darbenin ardından işbirlikçiliği "İhanet Kanseri" olarak adlandırıyor ve suikastların, darbelerin beyhude bir çaba olduğunu ilan ediyordu.
"Ama hepsi boşuna. Çünkü Portekizli sömürgeci saldırganların hiçbir suçu, hiçbir gücü, hiçbir manevrası ya da demagojisi tarihin yürüyüşünü, Gine ve Cape Verde'deki Afrikalı halklarımızın bağımsızlığa, barışa ve hakları olan gerçek ilerlemeye doğru geri döndürülemez yürüyüşünü durduramayacaktır."
Öyle de oldu. Devrimci liderler suikastlarla ortadan kaldırılsa da kurtuluş mücadeleleri zafere ulaştı. Bugün, devrimci, yurtsever ve enternasyonalist Amílcar Cabral'ın mirası, halkların özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık mücadelesine ve toplumsal ilerlemeye değerli bir katkı teşkil etmektedir.
Büyük acılarla klasik sömürgeciliğe son veren yiğit Afrika halkları, ne yazık ki darbelerle, “ihanet kanseri”nin yayılmasıyla emperyalizmin bağımlılık ağına düşürüldüler. Antiemperyalizm antikapitalist doğrultuda geliştirilmediğinde olan şey, kapıdan kovulan emperyalizmin bacadan geri dönüşü oldu. Emperyalistler “yeni sömürgecilik” denilen bağımlılık ilişkileriyle tüm kıtayı acımasızca sömürmeye devam etti.
Aradan geçen zaman içinde uluslararası koşullar köklü bir şekilde değişti. Bugün Rusya ve Çin’in başını çektiği ülkeler emperyalistlerin karşısına dikilince, küresel ölçekte oluşan yeni dengeler, Afrika’da ve diğer kıtalarda kendi halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutan halkçı-ilerici yönetimlerin elini güçlendirdi. Emperyalistlere meydan okuyan politikaları cesur bir şekilde hayata geçirmeye başladılar.
Afrika’da Mali, Nijer ve Burkina Faso’da ilerici-halkçı darbelerin gerçekleşmesiyle oluşan devrimci yönetimler, emperyalist tekelleri bir bir kapı dışarı ediyorlar. En başta Rusya’nın askeri desteği olmak üzere, Çin ve diğer sosyalist ülkelerin ve demokratik-halkçı yönetimlerin olduğu ülkelerden gelen destekle emperyalistleri ülkeden kovmayı başardı bu üç ilerici yönetim. Her geçen gün derinleşen bir antiemperyalist hat izliyorlar. Afrika halkları arasında temel eğilim antiemperyalist mücadelenin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda.
Birleşin ve Kazanın
Emperyalist güçlerin tarihsel sloganı "böl ve yönet "tir. Klasik anlamda sömürgeciliğin başlangıcında, Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki devasa alanları yönetmek için ülkeleri kabile ve etnik kökenlerine göre küçük birimlere ayırdılar. Bu nedenle 20. yüzyıl boyunca devrimci liderler, emperyalistlerin bölüp parçaladığı güçleri bir araya getirmek için özel bir çaba sarf etti.
Nkrumah’ın söylediği gibi ortak düşmana karşı verilen savaş, kendi savaşından ayrı görülemez. “Baskı ve sömürü rejimlerini haklı göstermek için düşünülmüş olan eski felsefeler kendilerini yeni maskeler altında gizlemektedir. Uyanık olmalı, Afrika'nın gerçek kurtuluşunu engelleyen tüm davranış ve eylemi şiddetle kınamalıyız. Afrika'da ve öteki kıtalarda sürdürülen savaş Gine topraklarındaki mücadeleden ayrı tutulamaz. Özgürlüğün gelişmesi hiç durmayan bir mücadeleyi gerektirir. Gine'de, Afrika'da ve bütün dünyada, baskı ve tahakkümün her çeşidine karşıyız.”
Emperyalizme karşı zafer kazanmak isteyenler, "Birleş ve kazan" sloganıyla tüm güçleri emperyalizme ve kapitalizme karşı devrim bayrağı altında birleştirmelidir. Devrim güçlerini birleştirmek, uluslararası sosyalist hareketteki “ihanet kanseri”yle tam bir kopuş gerçekleştirmekle mümkün. Bu “ihanet kanseri” bugün sosyal şovenizm olarak karşımızda durmaktadır. Tüm 20. yüzyıl boyunca bu türden keskin kopuş, daima büyük bir savaşla gündeme gelmiştir. Bugün bu, Ukrayna’da patlak veren savaştır. Savaş, “ihanet kanseri”ni yani sosyal şovenizmi tüm çıplaklığıyla görünür kılmıştır.
Bu, akıntıya karşı yürümektir; her şeye rağmen savaşmaktır. Kolay bir zafer olmadığını biliyoruz! Emperyalistleri, dünya burjuvazisini, onlarla birlikte “İhanet kanseri”ni de yeneceğiz.
Not: Dünya Anti Emperyalist Platformu’nun Dakar Konferansı’na Leninist Parti tarafından sunulan metinden alıntıdır.