Merhaba Mücadele Birliği okurları, zindanda bir devrimcinin görüşçüsü olmak ne demektir bilir misiniz?
Yoldaşlığın derinliğini hissedersiniz... Cezaevine her gittiğinizde kafanızda başka sorular ve çözüme ilişkin düşüncelerle dönersiniz.
Yine bir açık görüşe yetişme telaşında hapishanenin aramalarından geçmiş, henüz yoldaşlarımızı göreceğimiz alana varmadan uzun bir koridor da beklerken, tutsak yakınlarına bakıyorum. Kadınlar bir köşede, diğer tutsakların yakınları kadınlarla, erkekler de aynı şekilde başka tutsak yakınlarından erkeklerle. Kadınların yanlarına yöneliyorum. Bir ana, başka bir tutsak annesine çocuğunun durumunu soruyordu. “Kaç yaşında”, “kaç sene kalacak içeride..” Bahsettiği yavru ceylan henüz 18 yaşında, 28 sene cezaevinde kalacaktı. İki ana da yavru ceylanlarına bunları reva görenlere beddualar edip susuyor sohbet kapanıyordu...
Eski yazı işleri müdürümüz Sami Tunca'nın yirmili yaşlarında aldığı 50 küsür sene cezaya karşı mahkeme salonunda söylediği sözler aklıma geliyor… Kendisine elli sene verdiklerinde hakime dönerek, “senin devletin beni elli sene cezaevinde tutacak kadar ayakta kalamayacak” dediğini anlatıyorum... Bir anda gözlerinde başka bir ruh hali beliriyor... Bir ananın öfkesi... “Evet öyle” diye onaylıyor beni… “Yıkılır gider bunlar, giderken her şeyi birlikte götürmek için yapıyorlar”.
Sohbet yeniden alevleniyor. “Görüşlerde ne diyor çocuklarınız, tek tipe karşı konuşuyor musunuz” diyorum. “Asla giymeyeceğiz. Selahattin başkan gibi kefen giymeyi seçeriz, yine giymeyiz ”diyorlar dedi.
“Biz de tutsak yakınları, yoldaşları olarak dışarıda, okulda, evde, komşuda bu konuyu konuşmalıyız. Bunları yazan gazeteler cezalar alıyor, kapatılıyor; biz dilden dile konuşalım, kulağımızı kapatamayız” diyorum. İletişime geçmek ve dışarıda tutsaklarla ilgili eylemlerde buluşma sözleri veriyoruz birbirimize.
19 Aralık’ı hatırlatıyorum. O zamanlarda üç beş günde yapmaya çalıştıkları boyun eğdirmeyi, şimdi senelere yayarak yapmaya çalıştıklarını, bunu durduracak olanın ise dışarıda biz devrimcilerin, yurtseverlerin, tutsak yakınlarının topluma bu durumu anlatıp, güçlerimizi birleştirip eylemler yapmamız gerektiği üzerine konuşuyoruz. Konuşmanın çoğunda annelerden duyuyorum bu sözcükleri. Yaşamların insanları nasıl değiştirip dönüştürdüğünü düşünüyorum.
Bir çocuk bebek mi desem, belki de 3-4 yaşlarında bir kız çocuğu... Saçlarının arasına bir çiçek saklamış tutsak dayısına vermek istemiş, bir şekilde o koridora kadar getirebilmiş. Çiçeğini eline alıyor, zafer kazanmışçasına “dayıma vereceğim” nidalarıyla. Sonra gardiyanlar beliriveriyor uzaktan. Yüzü buruşuyor bebeğin... Çiçeğini hemen cebine saklıyor. Daha önceki görüşlerden birinde elinden almışlar çiçeğini, annesinin kucağında uyuyana kadar ağlamış. Bu sefer kararlı, ne olursa olsun dayısına götürecek çiçeğini. Gardiyan gidince yine ufacık elleriyle çıkartıyor çiçeğini. Ne çiçeği olduğunu anlamak zor, kırılmış ve bazı yaprakları eksilmiş, ama savaştan zaferle ayrılarak. Düşman hatlarında umut yağmuru estirecek özgürlük savaşçılarına... Kim bilir dayısına ne hayaller kurduracak, kırlarda gezdirecek, belki bir yâri vardır onu hatırlatacak, ama en çok da o küçük cesur çocuğun tüm zorluklara karşı yarım yamalak yürüyüşü, masum bakışları ile cebinden çıkartıp ona verdiği anı hatırlatacak. Belki bir fotoğraf çektirmişlerdir içerde. Çiçek, bebek ve devrimci dayı... Çiçek belki bir aylık, çocuk 3 yaşında, dayı 18... Beraber büyüyecekleri bir yaşamın en güzel rengini donuk bir resim sayfasında sarmalayacaklar.
Ve her birimiz ziyarete geldiğimiz tutsakların isminin okunduğu tarafa yönelip ayrılıyoruz, küçük bir el sallayarak birbirimize. Cezaevinde büyüyen çocuklara ve çocukluklara...
Kısacık geçen görüşlerin ardından, çıkışta tekrar buluşuyoruz. “Tek tipi konuştuk Asla giymeyeceğiz diyorlar. Çok çetin geçecek bakalım” diyorlar. Bir tutsak ablası gözleri dolu dolu: “gurur duyuyorum onunla” diyor... Bu kadar yalın yaşanıyor her şey ve kafamızda başka sorularla düşüyoruz yollara…
Yoldaşlarımız her gün saat 12.00’de kapı dövme eylemleri yaptıklarını ve asla tek tip elbise giymeyeceklerini sloganlarıyla ilan ettiklerini söylüyor.
Faşizm biz işçi sınıfını içeride ve dışarıda ayrıştırmaya, mücadelelerimizi birbirinden koparmaya çalıştıkça, azgınca saldırılar, kendi isteminden de bağımsız, yoksul emekçi kitleleri birleştiriyor. Mücadele birliğini örme kararlılığını taşıyabilecek şekilde acı deneyimler sunarak, her gün devrime öznelerin kendi çabalarından daha büyük bir hızla, devrimci durumun devrim durumuna gelmesinde katkı sunuyorlar.
Tekelci kapitalizmin tek adamı “acımayın acınacak hale düşersiniz” diyor, silahlandırıp eğitiyor kamplarında. İşçi sınıfı ve onun öncüsü, bu zorlu mücadelede her zaman güneşli havalarda yürünemeyeceğini bilmenin kararlılığı ve öngörüsüyle bu sorunları aşıyor.
Sadece bizlerin çabaları değil, faşizmin saldırıları sonucu da Kızıldeniz’i ikiye bölen Musa'nın asası gibi, koşulların elindeki asa sınıf savaşımını giderek keskinleştirdi... Sınıfların kardeşliğini savunanların savuşturulduğu bir dönem… Soru da cevap da net. Ya işçi sınıfı içerisindeki Kürtlerin, Alevilerin, devrimcilerin, KHK ile mağdur edilen emekçilerin, tutsakların yanında ya da silahlı çetelerin, faşizmin tüm dinci gerici örgütlenmelerin, kafa kesen adamlarının, dokuz yaşında kızla evlenilir diyen sapıkların tarafındasın.
Dikkatli oku bu soruyu, zira senin de bir üyesi olduğun işçi sınıfı mücadelesiyle tutsak düşer ya da ölümsüzleşirsen terörist, bizi sömüren kan emiciler için ölürsen “şehit” olacaksın sömürenlerin gözünde...
Bu gazeteyi okuyorsan zaten tarafını seçmişsin… Peki çevrendekileri de değiştirip dönüştürmeye, gazetemizi okutmaya, bizim saflarımıza gelmelerine ne kadar uğraşıyorsun sevgili okur.
Biz hazırlansak da, hazır olmasak da faşizm bizi yok etmek için an kolluyor. Korkusu duvar dibindeki kedinin korkusu. Sen aynı zamanda bir işçisin ya da işçi çocuğu bir öğrenci, Alevisin örneğin ya da Kürt ve yahut ezilenin yanında olmuş bir Türk. Baban ne kadar maaş alıyor ya annen. Otobüs mü kullanıyorsun yoksa Ferrarilerin mi var?
Biz bu sınıfın içerisindeyiz dostum. İçerisinde... Tam göbeğinde. Ne üstünde, ona akıl veren, ne de onun dışında... Sınıfımız için kendimiz için, o 3 yaşındaki bebeğin cebinde saklayıp getirdiği çiçek gibi umudumuzu diri tutup kararlı adım atalım. “Devrim için ne yapıyorum”u sormaktan vazgeçmeyelim, her gün sormalıyız. “Şunu yapıyorum” dediğinde, tekrar sor, “peki benim gücüm, sınırlarım bu kadar mı?..”
İstanbul’dan Bir Mücadele Birliği Okuru