Yine Aralık ayındayız. Kalemlerimiz bir kez daha 19 Aralık günlerine ayarlı. Bayrampaşa’dayız. Diri diri yakılan Seyhan’larımızın kömürleşmiş bedenlerinin öfkesiyle doluyuz. Aşurlarımızın yangın yürekleriyle “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” haykırışları halen kulaklarımızda yankılanıyor.
Aradan yıllar geçmiş olsa da hiçbir yaşanmışlık eskiden kalan birer anı, nostaljik birer öykü olarak kalmıyor… Her şey o anki gibi kızıl karanfil sıcaklığında yaşanıyor.
Onları yaşıyor, onları anlatıyor, o günlere dair yaşanmışlıkları yıldönümlerinde daima yoğun olarak paylaşıyoruz. Gerçekte ise hayatın, kavganın her anında bizimle birlikteler.
Fıratları, Yazgülleri anlatmak için kalemi elime aldığım bir vakit tek tek resimlerine, gözlerinin içine bakıyordum O an Murat ile göz göze geliyoruz.
“Ya ben, beni yazmayacak anlatmayacak mısın?” der gibi bakıyordu. O bakışı biliyoruz Şebekede idari işler ya da ziyaret yolunda karşılaştığımız her daim tebessüm eden gözlerdir.
Böyle bir anda yazmalıyım diyorum. Elbette yazılan yazılar da dile gelen şiirlerde, sohbetlerin içinde var olsa da, o geceye dair yaşanmış olanları paylaşmak devrimci bir görev bir sorumluluktur.
Yıllar sonra mı düşüncesi oluşmasın sakın ha! Yaşananların her ayrıntısı paylaşıldı. (Şerif ve Remzi Aydın ile birlikte kalırken). (S. Sürücü yola çıkarken tebrik için ayrıca yazarken de değinildi.)
Ancak ayrıntıları herkes yaşadıklarıyla bilir, hisseder öyle dile getirir, bunu unutmuyoruz.
O günlere dair çok şeyler yazıldı, çok şeyler anlatıldı. Onlarca teori üretilip büyük tespitlerde bulunanlar oldu, ancak o günden geriye kalan tek bir gerçek vardı o da direnenlerin, bedel ödemeyi göze alanların tarih yazdığıdır.
Tarih böyle yazılıyor ve yazılan tarih içinde yaşanan hiçbir şeyin unutulmaması gerekiyor. Karanfilleşenlerde bunların başında geliyor.
O gece geldiler. Kurşunlar, bombalar, gazlar, kimyasallar arasında can istediler… Altı kadın ve 6 erkek kurşun ve feda yürekleriyle Bayrampaşa’da ölümsüzleştiler.
Onbir tutsak dışında bir tek Murat vardı uğurlananlar içinde.
Yüzünde tebessümü eksik olmayan her daim gülümseyip espriler yapan emekçiliğiyle öne çıkan bir Murat düşüyor yüreğe.
Şüphesiz düşleri, idealleri, yüreğinde geleceğe dair taşıdığı nice şeyler de vardır. Onu yoldaşları anlatıyordur ama biz sınırlı zamanlarda ya da böylesi kuşatma anlarında yan yana bulunmanın sıcaklığını paylaşmış olacağız.
O gece maltadayız. Operasyon başladığı an şebekeye doğru koşanlar içindeyiz. İlk yaralanmaları böyle bir anda yaşıyoruz. Ağır yaralıları sırtımızda hafif olanların kollarına girerek, kimimiz seke seke korunaklı yerlere geçiyoruz.
Kurşun, bomba, gazlar ve oluk oluk akan kanlar maltayı sarıyor. Kadınlar koğuşunun kapısı en yoğun yer oluyor ve bağlantının kopmasına neden oluyor. Sonra daha sağlam bir yere kadar “set” oluşturuyoruz. Ölüm Orucu direnişçileri bizim koğuşlar yoğun şekilde kuşatılıp ateş altında olduğu için daha korunaklı diye Muratların kaldığı 12. koğuşun merdiven boşluğunda müzik eğitimi-çalışması için yapılmış stüdyoyu andıran küçük bir odada toplanıyorlar.
Hiçbiri o şekilde kalmak istemiyor, ancak önceliğimiz onların korunması oluyor. Sırası geldiğinde en önde yine onların olacağı sır değildi ve gecenin ilerleyen saatlerinde Fırat kendi gövdesini 5-6 tarafındaki barikatın önüne koyarak 12. koğuştan itibaren yeni bir barikat kurulmasını sağlıyor.
Koğuşların sadece görüş bölümleri kullanılabiliyor. Asıl yoğunluk ise 50 metrelik alt malta alanında yaşanıyor. Herkes iç içe dört bir yan üst ve alt maltalar kuşatılmış.
Ağır yaralılar olanaklar ölçüsünde tedavi edilmeye çalışılıyor. Üstümüz, başımız kan, is, duman kaplı… Çoğumuz ıslanmış durumdayız.
Aşur, 13-14. havalandırmasına ateşten yüreğiyle çıkıp “operasyonu durdurun” çağrısı yaptığında taranıyor, ancak düşmüyor öyle yere… Alevler bedenini sarıp, öylece uzanınca elleri ile zafer diyor gökyüzünü seyre dalıyor.
Şimdi 15.-16 tarafına geçiyoruz. Malta kullanılabilecek gibi değil. Soluklanmak ve yeniden yüklenmek için merdiven boşluklarında, kapı önlerindeyiz.
Yer dar, sayımız fazla. Murat ile göz göze geliyoruz. Çuvalları gösteriyor, yer açalım diyoruz. Bir çuvalı kaldırıyor “Bu ne?” diyor. Giysilerin olduğunu anımsıyoruz. Herkes üstündeki çok ıslak olanları hızla değiştiriyor. Çuvallara yakın olduğu için Murat açıp eşyaları çıkarıyor.
Eşyalar 17 Ağustos depremi sonrası ihtiyacı olan depremzedelere gönderilenlerden geriye kalanlardı. İlk parti gönderilmiş, sonrası için bekleniyordu ki, süreç yaşandığı ve dışarıdan ihtiyaçlar karşılandığı için düzenli bekletiliyordu. Şimdi bize ihtiyaç oluyor…
Murat çuvaldan çıkardığı ilk kazağı elinde tutup “Bu tam da sana göre” deyip bana uzatıyor. Bu durum gülüşmelere yol açıyor. O kazak tesadüfen bana aitti. Bir kazak daha çıkarıyor. “Bu da bana göre” esprisi yapıyor ancak üzeri ıslak olmadığı için değişmeyecek olsa da espriye devam ediyor. “Mustafa Yılmaz burada mı, sonra eşyaları karıştırıyoruz, izinsiz alıyoruz diye bizi eleştirmesin” diyor.
Her şeyin iç içe yaşandığı o an ölümü de, yaşamı da paylaşıyoruz, espriler de bunun bir parçası oluyor.
Mustafa özgür tutsakların ana komüncüsüdür. Komüncü olan Murat’la paylaşımları yoğundur. Bir ihtiyaç olduğunda birbirlerini bulur onların onayı ve bilgisiyle ihtiyaçlar karşılanırdı. Murat’ın esprisi de bunun içindir.
Alanı daraltan eşya vb. koğuş içine attığımızda tam karşıda üst çatılarda yoğun atışlar yapılıyor, kaldığımız tavan delinmeye başlıyor.
Biraz sonra ne olacağı belli değil. Belli olan başımız dik karşılayacağız her şeyi. Hani şair diyor ya “Yaşam da ölüm de delikanlıca olsun” diye. O misal “gayrı yeter” deyip çıkıyoruz halay çekmek için havalandırmaya…
Kafesteki güvercinleri salıyoruz. “Mitralyözle vur ha vur” derken ayaklarımız yeri, sesimiz göğü sarsıyor. Biliyoruz Ayçe İdil de bizimle…
Tahammül edemiyorlar bu tabloya. Yoğun gaz atışı, taramalar arasında içeriye geçenler dışarıda kalanlar ile direniş devam ediyor.
Murat’la dışarıda kalanlar içindeyiz. Ölüm Orucu direnişçileri nefes almakta zorlanıyorlar. İçeriye geçmememiz için kapı tarafını tarıyor, yoğun gaz atılıyor. “İçeriye girerseniz vururuz” diye anons ve çağrılar yapılıyor. Dışarıdayız ancak soluk almak zor. Ölüm Orucu direnişçileri kötüleşiyor. “İçeriye gireceğiz” diyoruz. Önde üç kişiyiz. Murat ile kol kola… Diğerleri aynı şekilde arkadan birbirlerine kenetlenerek yürüyoruz. Murat ve diğer arkadaşın yarası ağır, benim ise hafif. Kemiği parçalanan arkadaşa tampon-turnike yapıyoruz Murat bacağıma doğru uzanmış… “Nasılsın?” diyebiliyorum. Yara yerine baktığımızda tampon ve turnike ile müdahale edilebilecek bir yer değil. Kan oluk oluk akıyor. Üstümüzde temiz bir giysiden bir parça kesip tampon yapıyoruz, ancak kan azalsa da akmaya devam ediyor. Yapacak tek şey var, o yeri elle tutup avuç ayası ile bastırmak. Öyle yapıyorum. Kan akışını durduruyoruz. Kucağıma uzanmış şekilde göz göze geliyoruz. “Öyle tutacak mısın?” diyor. “Evet, istersen bırakayım” diyorum. Gülümsemeye devam ediyor. Kan kaybından dolayı rengi biraz solgun, dudakları kuruyor, ancak hiçbir acı, sızı belirtisi göstermiyor… Öyle ki, o an herkes kendi yarasını bırakmış birbirinin yarasını sarmaya, acısını hafifletmeye çalışıyor.
“Sen nereden yaralandın?” diyor. “Önemli değil, girip çıkmış” desem de “Ayağını sar” diye ısrar ediyor. Bir arkadaş tampon yapıyor, içi rahatlıyor.
Koğuştakiler bizi merak ediyor. Biz ise onları… Yaralıların isimlerini iletiyoruz. Ağır yaralı olan Murat ve diğer arkadaş, “Yoldaşları içeride, merak etmeyin” diyoruz. Murat ise “Ne ağırı?” diye fısıldıyor.
Çok geçmeden 15. koğuşun altı yoğun şekilde taranmaya başlıyor. Kapıya çarpan kurşunlar sekip merdiven altına yönelip, yoğun yaralanmalara yol açınca Mustafa “Bu kapı kapanmalı” diye doğrulup önünde durduğunda vuruluyor.
Peş peşe Mustafa’nın, Ali’nin, Cengiz’in isimleri slogan olarak bize ulaşıyor. Biz de dışarıdan katılıyoruz. Yaralılar da fazla…
Murat’ın gözleri yoldaşlarında… Yaralı olanlar dışarıdakiler geliyor. Tampon için temiz malzeme ve uygun şeyler ile müdahale devam ediyor. Murat’a “İyi olacaksın” deyip hemen yanımızda boylu boyunca uzanan Mustafa, Cengiz, Ali’nin yanına geçip alınlarından öpmeye gidiyorum. O an Murat’ın elimi sıkıca tuttuğunu hissediyorum. “Benim için de öpersin” der gibi bakıyor. O an sadece gözle konuşuyor.
Hani bazı anlarda gözler her şeyi anlatır derler ya öylesine bir andır yaşananlar…
Renkler solup, dudaklar kurusa da ağızdan sözler zor çıkacak olsa da gözler her şeyi anlatıyor. Ki Aşur giderken bu nedenle “Gözlerim arkada kalmayacak” diyerek kanatlanıyordu.
Duvarın delinmesine izin verip acilen sedyelerin getirilmesini istediğimizde zaman akıp gidiyor. En azından Murat’lar ağır yaralı olanlar bu tarihin gazileri olup sonrasında ona layık şekilde yaşarlar düşüncesindeyiz.
Elbette bu bir oldu bittiyle olmuyor. Orada bulunan yapıların temsilcileriyle bir değerlendirme yapılıp mağrur şekilde tarihi düşeceğimiz gerçeğiyle birlikte talepler iletiliyor. Her şey kabul diyorlar. Önce ağır olanlar hastaneye kaldırılacak. Öyle de oluyor. Sonra da biz düşeceğiz yollara. Gitmek istemesek de kendi yaralarımızı da kendimiz saracağız bilinciyle diğer yaralılarla kucaklaşarak, ambulanslara taşınıyoruz.
Murat giderken soluk alıyordu. Onu en son böyle anımsıyorum. Hastanede karşılaşırız ümidimiz yok değil. Ancak onun gibi Seyhan, Özlem, Gülser ve Nilüfer’in haberini de hastanede alıyoruz.
Yürek bir kez daha kabına sığmaz oluyor. 28 yürekle çıkılan yolda 122’ler olarak tarihe geçiyor büyük direniş.
Yazgülleri gibi açıp, Fırat’lar gibi akan Murat’lara erenlere selam olsun.
Murat’a dair o günlerin dışında yaşanmışlıklar da vardır elbette. Her daim gülümser dediğimiz mütevaziliğiyle ve emekçiliğiyle öne çıkandır.
Komüncüdür örneğin. Onu bir iş olarak görmekten öte severek, isteyerek yardımcı olmaya çalışarak yapmasıyla öne çıkar.
Anma, kutlama, sahne vb. ihtiyaç olunca koşturan odur. Örneğin o günler koğuşlardan masalar taşınır. Murat bizim koğuşa masa, sandalye taşınacağında işi bize bırakmak istemez, el atar koşar yardıma. Koğuşlar yan yanadır. Bazen o an yemek için bir şey eksik kalmıştır kapıda utana sıkıla “fazla varsa” diye isteğini belirtir. “Lafı bile olmaz, ihtiyaç olunca biz de geliriz”. Ancak o aldığını ertesi gün mutlaka geri getirir. Mustafa “Sen böyle yaparsan bir daha bir şey vermeyiz” der. O da “Tamam” der ama bu böyle karşılıklı devam eder.
Yeni gelen tutsaklara sebze vb. artıklarını verip “Kadınlar koğuşunda tavuk vb. besleniyor, onlara götürün” diyenlerin içinde o da vardır. Şebeke de olayı izleyince de “Bak bak, neler oluyor?” diyendir.
Gayrı sözün özü Murat yaşadığı gibi gidendir.
Bayrampaşa Zindanından Bir Devrimci Tutsak