Şarkılarımız / ön safta en önde saldırmalıdır düşmana.

Bizden önce boyanmalıdır / şarkılarımızın yüzü kana.. / Şarkılarımız / varoşlarda sokaklara çıkmalıdır!

Şarkılarımız / bir tek yüreğin / perdeleri inik / kapısı kilitli evinde oturamaz!.

Şarkılarımız / rüzgara çıkmalıdır...

                                  Nazım Hikmet

Sadece en yakın marketlere gitme koşulu ile insanların sokağa çıkabildiği bir dönemde 1 Mayıs’ı karşılıyorduk...

Bir zamanlar şaha kalkarak Gezi’yi yaratan yollardan birinden, Tarlabaşı’ndan Taksim’e yürüyorduk... Her şey kısacık bir anın derinliğinde yaşanacaktı. Zamanın göreliliği işte... Bir nefes alımı süreler bazen uzadıkça uzar, nefesiniz sığmaz olurdu göğüs kafesinize.

Bir hoparlör vardı yoldaşlardan birinde... Zaman ayarlı... Adımlanacak yola gelindiğinde yürüyecek, sloganlarımız ardından marşlarımızla Taksim’in kızlıllığını selamlayacaktık... “İşçiler, emekçiler, yoldaşlar, bugün 1 Mayıs, işçilerin emekçilerin mücadele günüdür. Bu alanda 34 tane işçimizi, yoldaşımızı katlettiler. Bu meydan kızıldır kızıl kalacak”, “Kendini hazırla kavgaya... yeraltı yangınıyız biz...” diyecektik...

Yüreğimiz avucumuzda yürüyorduk. İlk bariyerle karşılaşınca, şöyle bir üstümüze başımıza bakıyor polisler. Sakince yürüyor, bariyerler arası açılan bir yoldan geçiyoruz. O son adımın ağırlığını bilir misiniz, eylem alanına sorunsuz girmenin heyecanını tattınız mı?.. Tam oldu derken, son saniyede kolumuzdan tutup, nereye gidiyorsun diyebilir ve üstümüzü başımızı aranabilirlerdi ama böyle bir şey olmadı.

Birazdan pankart çıkacaktır. İlk sloganın ardından kuşlar havada uçacaktır. İki yoldaş olarak buna hazırız. Onun gözlerinin benim ellerimde olduğunu farkediyorum. İki kişinin tek bir beyin, tek bir yumruk, tek bir yürek olduğu andır o an. Karar da iki kişilik verilir, sloganda iki kişilik atılır... Defalarca yapılan provalar sonucu tek seferde açılan bir pankartın ardında, patlıyor sloganımız: “Yaşasın 1 Mayıs”, “Biji Yek Gulan”. Kuşlar havada süzülüyor. Her şey planladığımız gibi gidiyor. Üstelik Önsöz Tv’de canlı yayınlanıyor eylemimiz. İşçi sınıfı bu eylemi görsün istiyorduk. Gözleri ve yürekleri cenk meydanına çağırıyorduk...

Eylemi sorunsuz başlatmanın verdiği mutlulukla Taksim’ e yürüyoruz. Başardık coşkusuyla yoldaşlaşmanın en sıcak anlarıdır bu anlar. İnsan eylemde yoldaşlaşır, adımlar birlikte atılır, yürekler aynı süzgeçten geçerdi. Düşmanın üzerine üzerine işte bu bilinç ve yürekle yüründü o kızıl günde.

“Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak”, “Yaşasın İşçilerin Mücadele Birliği” sloganlarıyla ilerliyoruz. 100 metre ilerimizde bir karakol, önümüz ve ardımızda polisler... Biz yürürken sloganlar atıyoruz onlar ise bir heykel gibi kıpırdamadan duruyorlar. Emirsiz çalışmayan bir işleyişleri olmalı. Herkes bir diğerinden bekliyor üzerimize atılma görevini.

İlk olarak Önsöz Tv muhabirine saldırdılar, basın kartı olmasına rağmen telefonuna el koydular uzunca bir zaman. Biz elbette eylemimize devam ettik, sesimizi duyurabileceğimiz son ana kadar sloganlarımız çınladı Taksim sokaklarında: “Fabrikalar, Tarlalar, Siyasi İktidar Her şey Emeğin Olacak” diyorduk. Polislerin arasında yükselen yumruklarımızla slogan attıkça başka noktalardan polisler bulundukları yerlerden kafalarını uzatıp bize bakıyordu.

Bir anda yoldaşımızın sesi uzandı 2005 yılından bizlere: “İşçiler, Emekçiler, Yoldaşlar bugün 1 Mayıs...” Hoparlörden ses yayıldıkça panikliyor, sesin geldiği yere bakıyor ve güçlü bir kitlenin bize doğru geldiği korkusuyla bekliyorlardı. Uzunca bir süre aradılar sesin geldiği noktayı.

Gözaltına alınmıştık artık. Şelalelerin sert taşlara çarpıp aniden düzlüğe varınca dinginleşen damlaları gibi bakışıyorduk yoldaşla. Polisler de pek bir “kibardı”. Geçmiş yıllara nazaran bize yaklaşmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Virüs korkusu salmıştı onları, istemeye istemeye görev yerlerine geldikleri çok belliydi.

Karakolda bizden sonra gelenlerden öğreniyoruz ki İTK Elmadağ’da pankart açmış. İçlerinde Mücadele Birliği ve DÖB’ün de olduğu birçok devrimci hareket de Taksim’e yürürken gözaltına alınmış. DİSK’e saldırı haberini de orada öğreniyoruz yine. Karşımızda polisler ellerindeki kayıtlara bakıyordu. Eylemde hoparlörü bulunduğu noktaya nasıl bırakmış olabileceğimizi düşünüyorlar, öfkeli gözlerle bize bakıyorlardı. Bu an tüm günün yorgunluğuna değen bir mutluluk yayıyor üzerimize. Düşman üzerinde kazanılmış küçük bir zaferdi bu bizim için.

Uzun bir bekleyiş ardından para cezaları kesiliyor ve biz serbest kalıyoruz. Sokağa çıkma yasağında böyle bir eylem yapmanıın mutluluğu ile Haliç Köprüsünden şehrin içe kapanıklığını izliyorduk. Terkedilmiş bir kenti andıran kavgamızın başkentinde duyulan tek ses, baharı müjdeleyen kuşların sesiydi.

Vedalaşıyoruz yoldaşla; bindiğim bir tramvayda ilk 1 Mayıs eylemim geliyor aklıma ve bir türkü tutturuyorum: “Ay kocaman, at kara, torbamda zeytin kara, bilirim de yolları, varamam Cordoba’ya...”

Bir Mücadele Birliği Okuru