RTE kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, özgür basını da kastederek "salgın önlemlerini bahane ederek haberleri ve köşe yazarlarıyla hep yaptıkları gibi kendi ülkelerine karşı adeta savaş açtıklarını" söyledi ve ekledi:

"...ülkemizin bu kritik dönemdeki mücadelesine katkı sağlamak yerine hepsi de yalan veya yanlış bilgilerle sürekli kin kusmak, virüsten daha tehlikeli bir hastalığın işaretidir... milletimizin moralini bozmak için gece gündüz çalışanlar, terör örgütleriyle medyasıyla siyasi teşekkülleriyle gün gelecek kendi fitne ve nefret çukurlarında boğulup gidecekler".

"Bir dönem kendilerini ülkenin tek sahibi sanan ve hâlâ da aynı kibirli tavırla hareket eden bu hastalıklı zihniyet sahiplerine" seslendiğini sanan Erdoğan : “Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik değil, şeamet tellallığıdır. Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece koronavirüsten değil, aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır" dedi.

Söylemekte yarar görüyoruz ki, basına ilişkin baskılar her kritik dönemde bir sopa eşliğinde dillendirildi, pratikte yaşandı.

İşgal savaşlarında, depremde, şimdi de virüste. Sermaye sahiplerinin yüklerini alarak vergilerini sıfırlayanların egemen olduğu bu sistemin yaptıklarını devrimci bir bakış açısı sunan yayınlarımızın kitlelere ulaştırılmasını engellemeye çalışıyor. Emekçilerin hedeften yoksun öfkelerini dizginleyebileceklerini hesaplıyorlar. Karşılarında yıkıcı bir toplumsal öfkeyi örgütlediklerini görerek büyük bir panikle, hırçınlaşıyorlar.

Bütün burjuva medya bu krizi nasıl aşmaları gerektiğinin aklını veriyor. İşçi sınıfının basın emekçileri olarak bizlerin çağrısı da elbette ki işçi sınıfına, geleceğin kurucusunadır. İşçi ve emekçilerin yani şu anda ölüm ile ekmek arasında kalanların, artık gözünü dikmeleri gereken yer iktidarın kendisidir.

Bir işçinin dediği gibi: “tek bir yol kaldı, işçi devrimi. Bize destek verin, bir araya gelelim. Her sorunu çözeriz.”

Bir Mücadele Birliği Okuru