Elbette ölüm üzerine çok laf edilebilir. Gene de ölüm bizleri üzse de, insan ömrünün en gerçek sağlamasıdır. Büyük bir ayna misali bizden sonrasındakileri tutan andaçtır o.
“Zehra Anayı kaybettik” diye ağlamaklı bir ses telefonda haber verdiğinde, gülümseyip seni hınzır kadın diye iç geçirmedim değil. Üzülmemiştim. İçimde bir yer acımamıştı.
Ne garip değil mi, arkasında acı, ağrı bırakmayan bir zaman kelebeği olabilmek? Evet Şahin abi telefonun ahizesini yerine koyduğunda hattın diğer ucunda ben üzülememiştim. Çalıştığım yerden acelesiz çıktım diyebilirim.
Zehra Ana’dan bana kalan duygu özlemek olabilir ancak. Bırakıp gittiğinde bile aşkla yüklü bir kadın olduğunu bir kez daha hissettiriyor bizlere. Benim için üzülmeyin, özleyin diyor hınzırca. Eh özlem de insanın insana sevdasına dahildir.
Bugün mezarına toprak atarken, bahçesinden getirdiğimiz çiçekleri de avuçlarına bıraktık yabancılık duymasın diye. Zira onun bizlerden ilk ayrı gecesi. Bizler kim mi? Bizler; Bolivya’da iki milyon topraksız köylü, Sudan’da ak örtülü devrimci kadınlar, Beyoğlu’nun sokak çocukları, okyanusta balığın solungacı, samanyolunun en parlak siyahlığı, Rojava’da kıpkızıl yürekler, zindanlarda günebakanlar, Açım, çocuklarım aç diye kendini yakan açların gözbebekleri… Yani yaşayan soluk alan her şey, bizler…
Ankara Karşıyaka Mezarlığında Denizleri anmak için yolu adımlarken, “çocuklar bir gecede bende kaldılar” diye hikaye uydururken onun gülümseyen gözlerine kim inanmazdı ki. Belki Denizler kapısını çalmadı ama, devrimcilerin oturup çayını içtiğinin mutluluğunu paylaşmak istiyordu o gerçeküstücü bir hayalbazlık ile… Gobo mezarında ters dönsün şimdi, zira Zehra kadın da düşler aleminde artık.
Bugün mezarına kızıl bir bayrak ve iki dal yanan sigara bıraktıklarında, “yapmayın yahu kadının bronşitini azdıracaksınız” dediğimde katılarak gülen dostlarımız vardı. Zira o yaşında, uzun yol treni gibi püfür püfür dumanı tüten sigarası ile evde dolanıp, bizlere bir şeyler ikram etme telaşında gezip dururdu.
İlla bir şey yedirme huyu, devrimcilerin vakitsizliğine yaptığı vurguydu. “Durup bir şey mi yiyorsunuz” serzenişi kulaklarımızdan gitmeyecek belki hiç, tüm insanlık bir başka alemi bulduğu güne dek.
Son olarak ona bir tarif gerekir mi bilmiyorum ama sırada, sıramızda idi. Bizimle beraber bizim eğilemeyeceğimiz incelikler, dokunuşlar ile katkı koydu hayata. Gülümseyerek, sarılarak, “üşütmeyin” diyerek ve daha bir sürü… Kelimelere ihtiyacın ağırlığına göre güç vererek tuttu bizi, sadelikle.
Belki farketmedik çoğunu, ama Zehra Ana sade, devrimci bir hayat yaşadı. Hayatının son zamanlarını mutluluk içinde geçirdi aramızda.
Sen şimdi bir Fransız partizanı naifliğinde kızıl bir tülbent gibi uzanırken o uzak toprakta, seni özleyeceğiz.
Seni seviyoruz…
ÇOCUKLARIN