İşçi sınıfı toplumsal üretimin öznesidir ancak üretim araçlarından yoksundur. İşgücünün yeniden üretimi için işgücünü satarak artı değer üretmek zorundadır. Toplumsal bir sınıf olarak üretimden çok küçük bir pay alır. Bu çelişkili durum işçiyi önce üretimine, sonra kendine ve giderek topluma yabancılaştırır.
İşçi ürettiği nesnenin içindeki emeğini göremediği gibi üretiminin toplumsallığını da göremez hale gelir. Yabancılaşma daha da ilerleyerek yozlaşma ve hatta çürüme olarak karşımıza çıkar. Çürüme alkol, uyuşturucu, burjuva yaşama özenti, bencillik, kendi sınıfına düşmanlık, ırkçılık, gericilik gibi birçok şekilde karşımıza çıkar.
Sınıf mücadelesi bu nedenle ekonomik politik olduğu kadar kültürel bir mücadeledir. İşçi sınıfı, yabancılaşma, yozlaşma ve çürümeden ancak işçi sınıfı iktidarı için mücadele ederek kurtulabilir. Sınıf mücadelesi zor, çetin, uzun soluklu, bedel isteyen bir mücadeledir. Mücadele içerisinde engelleri aşamayan tökezlenip geri düşen hem örgütler hem de kişiler olabilir. Geri düşenlerin bir kısmının hızla politik çürümeye uğradığını sınıftan koptuğunu hatta sınıfa karşı bir tutum aldığını görüyoruz. Bunlar, zorlukları aşamadığı gibi zorlukları aşıyor görünüp “teori” üretiyor, “sol”culuğun da peşini bırakmayıp, onun nimetlerinden faydalanıp “sol” görünüp sağ vuruyorlar.
Bu politik olarak çürümüş unsurlar diğer işçi arkadaşlarından “bilgili” ve “bilinçli” görünürler. Daha önce sınıfın kurtuluşu için edindikleri bilgileri sınıfa karşı kullanırlar. Bu kişilerle birçok yerde karşılaşırız. Onlardan şu sözleri duyuyoruz: “Sınıf dediğin bu işçiler mi? Bunlardan bir şey çıkmaz, kendi menfaatleri dışında bir şey düşünmezler, sendika başkanlarının arkasına dizilip patrona yalakalık yapıyorlar. Bizi dinleyip dikkate almazlar. Biz neden bunlarla kafa yoralım ki bırak ne halleri varsa görsünler!”
Madem ki kendini yorma zahmetine katlanmıyorsun neden işçilerin içinde konuşup onlara umutsuzluk yayma zahmetine giriyorsun. Senin bu sözlerin “bilinçli” “solcu” kisvesi altında patrona hizmet etmiyor mu? Senin işçileri örgütleme derdin yok. Ama örgütlenmeden uzak tutma derdin var. Örgütlemeden söz açılınca hemen “Örgütlenme mi? Kiminle? Bu işçilerle mi? “Biz” üç beş kişiyiz, azınlıkta kalıyoruz” diyip kaçıveriyorsun. Madem üç beş kişisin bu sana kenarda durma değil daha çok çalışma zorunluluğu getirir. İşbirlikçi sendika bürokratlarına karşı mücadelede öncülük eden üç beş kişi az mı?
Buna da verilecek cevap var. “Dilin kemiği yok” faturayı devrimci örgütlere çıkarmak. Reformizmin sendikalardaki tutumlarını tüm devrimcilere mal etmeye pek hevesliler. Hele bundan örgütlenme karşıtlığı çıkarmaya can atarlar. Biz de biliyoruz ki reform: ülkede iktidarı eski egemen sınıfın elinde bırakan değişikliklere verilen addır. Reformizm sistemi değiştirmek değil onarmak için çalışır. Onlara da birkaç süslü ve nakışlı laf yeter de artar. Bu çürümüş “solcu” ların da aslında istediği bu değil mi? Hep reformistlerin içinde ya da yanında yer almadılar mı? Devrimcilere karşı birlikte savaşmadılar mı?
Her platformda bütün bunlardan kurtulmak, bunlara itibar etmemek, teşhirini yapmak ve “tecrit etmek” gerekiyor. İşçi sınıfını sınıf bilinci ile donatmak kaçınılmaz görevdir. Ne kadar lafazan olursa olsun işçi sınıfının tarihine karşı inançsızlıkla davranan işçi, sınıf bilincine ulaşmış sayılmaz. Marksist-Leninist bir bilinçle kendini donanımlı hale getirmediği sürece kaygan zemin üzerinde durması kaçınılmazdır. İşçi sınıfı tarihi geçmişten günümüze uzanan süreçte bize deneyimler kazandırdı. Başta tasfiyecilik olmak üzere revizyonizm ve reformizm gibi her türlü sapma akıma ve çürümüşlüğe karşı tutumunu belirledi. Buna Bolşevikler öncülük etti
İkinci bir sorun ve çürümüşlük ise, devrimcilere karşı yapılan saldırı ve karalamalardır. Bu “abbas yolcular” devrimciliğin bedellerini ödemekten her şekilde kaçıyorlar. Devrimcilere saldırı devrim tarihiyle paraleldir, yeni değildir. Bu ülkede özelikle 12 Eylül askeri faşist döneminden sonra yeni bir boyut kazandı. Bir çok parti ve örgüt devrimcileri tasfiye süreci yaşadı. Devrim kaçkınları 12 Eylül’ün devrimci kitlenin üzerinden silindir gibi geçmesi sonucu devrimcilerin itibarını zedeleme, karalama, gözden düşürme, halk ile karşı karşıya getirme işine soyundular. Çürümüş “eski solcular” koşarak bu kervana katıldı. Bir sürü roman, makale, film sermayenin desteğiyle piyasaya sürüldü. Burjuvazi işçi sınıfını çürütmek ve böylece mücadeleden dışlamak için hiçbir şeyi esirgemez. Bu durum halen de devam ediyor.
Saldırının bir biçimi de şöyledir: “Devrimciler çalışmaz, maddi anlamda üretmeyen, tembel, tüketen, boş gezenin boş kalfasıdırlar.” Bu düşünce tarzı, dünyayı, toplumu, yaşamı değiştirmeye hayatını veren devrimcileri aşağılamak değilse nedir? Bunu söyleyenler de bilirler ki devrimciler bu sistemin onlara verdiklerini ellerinin tersiyle iterek bütün hayatlarını işçi sınıfına adamış, bunun için hiçbir bedelden kaçınmamışlardır. Bu sözler kendi kaçkınlıklarını gizlemek için söylenmiş sözlerdir. Bu yaklaşım hastalıklı ve hatta polisiye bir yaklaşımdır.
Gelişmek için yeni bir dünya istemek gerektiğini bilen, bugünkü dünya ile yetinmeyen, bu günü kurtarmak için yarından vazgeçmeyen, yarını tutkulu bir inançla isteyen devrimci insanlar için “tüketici, yararsız” demek insafsız düzen mantığının propagandasını yapmaktır. Bunu eleştiri süsüyle yapanlara bakın “eleştirileri” hangi devrimci gelişmeye hizmet ediyor? Onların yaptıkları kurulu düzen savunuculuğundan başka bir şey değildir.
Devrimciler sınıfın teori ve pratiği ile donanımlıdırlar. Sınıfa öncülük ederler, her koşulda onlarla birlikte mücadele ederler. Sizin dediğiniz gibi sınıftan kopuk değildirler, onun sağlam bir parçasıdırlar. Yeri geldiğinde onlardan öğreneceği çok şey vardır. Sınıftan ayrı hiçbir ayrıcalığı yoktur. Çünkü işçi sınıfı devrimci bir sınıftır, o gelişen ve güçlenen, geleceği olan evrensel bir sınıftır. Sınıf çıkarları sömürülen ve ezilen halkların çıkarıyla uyumludur. Dar sınıf bakış açısı devrimcinin sınıf çıkarlarıyla uyuşmaz. İşçi sınıfının devrimci olması toplumsal üretimde ve tarihsel ilerlemede sınıfsal-siyasal bakımdan oynadığı rolü ile belirlenir. Bu, bire bir onun bir bireyi, gurubu ve bölüğünün devrimci olduğu anlamına gelmez. İşçi sınıfı da gerici-şovenist düşüncelerin etkisinde kalır. Kapitalist toplumun hastalıklarını yaşar, bencil duygulara ve ön yargılara sahip olur, kendisine yabancılaşır.
İşçi sınıfının etkinliği ve devrimciliği kendiliğinden ortaya çıkmaz. Sınıfın kendi çıkarı için, sınıfın harekete geçirici yeteneklerini birbirine bağlayacak, mevcut potansiyeli ve enerji açığa çıktığında onu iktidara taşıyacaktır. Kısacası işçi sınıfının siyasal öncüsüne ihtiyacı vardır. Bu da onun biricik Marksist-Leninist komünist partisidir.
Çürümüş unsurlara karşı mücadele, burjuvaziye karşı mücadeleyle aynı önemdedir. Bu unsurlar işçi sınıfının kendi öncüsüne ulaşmasının ve kendi iktidarını almasının önünde engeldirler. Bu nedenle işçiler çürümeye karşı kendilerini geliştirmeli ve bilinçlenmelidirler.
Lenin Tasfiyecilik üzerine kitabında bizlere bunlarla savaşmak için yol gösteriyor. Yazımızı onun yol göstericiliği ile bitirelim.
“… Ama yine de şimdi üzerinde savaşım verilen tasfiyecilik sorunu, bugün için, işçi sınıfı hareketinin karşı karşıya bulunduğu en önemli ve en ivedi sorunlardan biridir. Kişi bu konuyu ayrıntılarına inerek incelemedikçe ve bir fikre varmadıkça, sınıf bilincine ermiş bir işçi olamaz. Bu polemikler ilk bakışta pek anlaşılır görünmese de, kendi partisinin yazgısını kararlaştırma girişimine, bu tartışmaların dışında bir insan olarak katılmak isteyen bir işçi, polemikleri bir yana koymayacak, gerçeği buluncaya kadar ciddiyetle araştıracaktır. Gerçek nasıl araştırılmalıdır? Kişi birbiriyle çelişkin fikir ve savlar kargaşası içinde yolunu nasıl bulabilir?
Her mantıklı kişi eğer beli bir konu üzerinde sert bir tartışma fırtınası esiyorsa gerçeği bulmak için tartışmadaki tarafların söyledikleriyle yetinmemesi, gerçekleri ve belgeleri bizzat incelemesi, tanıklardan elde edebilecek kanıtlar olup olmadığını ve varsa bu kanıtlara güvenilip güvenilmeyeceğini görmesi gerektiğini bilir.
Kuşkusuz bunu yapmak her zaman kolay değildir. Ele geleni, kulağa rasgeleni, daha “açıktan” haykırılanı falan olduğu gibi kabul etmek, çok “daha kolay” dır. Ancak bunlarla yetinen kişiye herkes “akılsız” der, kuş beyinli der, kimse ciddiye almaz. Önemli her hangi bir sorunda, bağımsız olarak gerekli ölçüde araştırma, inceleme yapılmadıkça gerçeği bulmak olanaksızdır. Çalışmaktan korkan kişi, gerçeği bulamaz.” (Tasfiyecilik Üzerine sf. 248-249 Sol Yayınları)
İzmir’den DİK’li Bir İşçi