Merhaba ismim Halil İbrahim. Silivri Kale Kayış önünde mücadele yürütüyoruz. Yaklaşık 8 seneye yakın çalıştım. 3 arkadaş girmiştik buraya. İlk girdiğimde bu kadar yoğun ve seri çalışma yoktu. Yükümüz bu kadar ağır değildi, ama şimdi fabrika büyüdükçe iş de büyüyor. Sürekli ağırlık indirip kaldırıyoruz.
İlk girdiğimde 100 kişi yoktuk. 5-6 tane pres vardı. 3 kalender makinesi vardı. Bu kadar mal çıkmıyordu. 8 sene içerisinde fabrika en az iki kat büyüdü. Fabrika nasıl bu kadar büyüdü? İşçilerin hakkından, işçilerin vücut yıpranmasındandır. Kimi arkadaşlarımda iki üç tane fıtık var. Bende şu an iki tane fıtık var.
Ben hamur ısıtma makinesindeyim. Hiç geçmiyorsa üzerimizden en az 20 ton yük geçiyor; 30 ton olduğu da oluyor. Bunlar bizim vücudumuzu yıpratıp öldürdü. Şu an hala belimde ağrı var. Sol omzumda lif yırtılması var. İş kazası geçirdim. Parmağım kesildiğinde 105 gün yattım. 95 gününü sol omzumda ağrı olarak çektim. İşimiz hem çok ağır hem de çok seri.
Yaptığımız işi tarif edecek olursam; lastikleri ısıtıyoruz. Kalender denilen ortasından bez geçen lastikleri alttan üstten vererek beze yapıştırıyoruz. En ağır iş hamurhane bölümündeydi. Şu an ise en ağır iş bizim bölümümüzde. İki dakika oturma şansımız yok. Moladan molaya… Yeni makinelerin gelimiyle işler biraz hafiflese de benim sağlığım bozulduktan sonra bir kıymeti yok.
İş kazası geçirdim demiştim isterseniz onu anlatayım: Ford dediğimiz aşırı sert bir mal var. Bunu keserken bir anda silindire topladı ve malın üzerine yığıldı. Falçata olan elime çarptı. Falçata parmağıma saplandı. Tendonların hepsini koparmış. Kemiğe kadar dayanmış. Bunlar ufak tefek iş kazaları. Daha kötüleri de vardı. Parmakları kopan var, ölenlerimiz var. Aileleri ne durumda bilemiyoruz. Metin diye bir abimiz vardı. Tabutu aldık götürüyoruz: “Babamı nereye götürüyorsunuz?” diye soruyor çocuğu, dört yaşındaydı. Bu olay birçoğumuzu etkiledi. Öncesinde işten çıkacağımı söylediğimde ailem dayan diyordu. Cenaze olayını anlatınca; “gel, işi bırak” dediler. Köye gitsem iş imkanım olmayacak. Yazın ne iş yaptıysan, kışın onu yiyorsun köyde. Sigortan yok. Sigorta için geldik ama buna da pişmanım.
Hükümet hep işçiden vergi alıyor. Bakanlar, en düşüğü 15 milyar para alıyor. Diyarbakır belediyesinin kayyumunun odasını gördüm. Jakuzili banyo yaptırmış. Senin-benim emeğim başka kimsenin değil ki. İnsanın alınteri başka hiçbir şeye benzemez. Alınterimiz soğumadan hakkımızı vereceklerine, saçımızın telini bile almaya çalışıyorlar. Alsınlar önemli değil nasılsa işçilerin yaşamı… jakuzi yaparlar, şato kurarlar. Olan bizim gibi garibanlara olur, başka kimseye bir şey olmaz. Ben evliyim bir oğlum bir kızım var. Biri 2 buçuk yaşında diğeri 1 buçuk yaşında. Onların geleceği için mücadele ediyorum. Bu saatten sonra onlar için varız.
Hayat tozpembe geliyordu bana ama çocuklarım olduktan sonra hayat mücadelesini gördüm. Onlara ne olacak diye düşünüyorum. Ben koah hastasıyım. Bu iş yerine girmeden önce böyle bir rahatsızlığım yoktu. Hastaneye gidiyorum, ama maddi sıkıntılardan kaynaklı ilgilenemiyorum. Elimize para geçerse o zaman gideceğim. Diyorlar ki, “eskiden hastaneye girdiğinde çıkamıyordun.” Değişen bir şey yok ki. Muayene parası, ilaç parası alıyorlar. Sigortandan kim bilir ne kadar kesiyorlar. Her yere para veriyoruz.
Silivri bölgesinde biz Kale Kayış işçileri kazanırsak herkes kazanacak. Bunu biliyoruz. Buralarda sendika var iki üç tane, ama hep patron sendikası. Biz kazanırsak inanıyorum ki tüm fabrikalar örgütlenip sendikalı olacak. Bazı fabrikalar hazır mesela, beklemede. Diğer fabrika sahipleri bizim fabrika sahibine söylemiş: “Çıkışını verin işçilerin, bazılarının tazminatlarını da biz öderiz.” Çünkü sendikayı hiçbir patron istemiyor. Sendikal hakkını kazanıyorsun, ama diğer yandan patrona itiraz hakkı da tanıyorsun. Sen niye yasada bu itiraz süresini veriyorsun ki. Bu itiraz süresinde fabrika içindeki sendikalıların yıldırma-baskı ile çıkması ya da sendikadan vazgeçmesi için patron bu süreyi kullanacak.
Daha önce başardılar da bu fabrikada ama artık canımıza tak etti. Buluştuk arkadaşlarla ve dışarı çıktık. Diğer fabrikalardan bize destekler gelirse daha bir farklı olur. Etrafında 10-15 fabrika var. Oradan birlik olunup gelinse her şey farklı olabilir. Yalnız olmadığımızı anlarız. Vücudumu 3 liraya patrona heba edip yıpratacağıma, 5 lira alırım vücudumu öyle yıpratırım. Çoluk çocuğum daha rahat bir hayat sürer, onların her istediğini alırım. Boyun büküp geçip gitmem. Kızım iki yaşında her şeyi biliyor, “Baba şunu istiyorum” dediğinde, alamadığımda benim bittiğim andır. Niye yaşayayım ki ondan sonra. Çocuğum da mücadeleyi görecek, yokluğu görecek. Şu anda çocuğuma bez alabilmek için, eve yiyecek almak için kredi kartına yükleniyorum. Bunun sonunda ya icralık ya da mahpus olacağız. O yuva da dağılır o zaman. Eve sebze meyve alamaz olduk. Köyden gelenlerle idare ediyoruz. Bu olanağı olmayanlar için çok daha zor.
Devlet hep işverenden yana. Meclistekilerin hepsi patrondur. İşçiyi düşünmeyip kendi cebini düşünen insanlar. İşçiler bir araya gelecek, dışarı çıkacak, işçiler kendisi karar verecek hakları ile ilgili. Sanayi Bakanlığını, Çalışma Bakanlığını seçtik ama kardeşim sen işçilerin sayesinde o koltukta oturuyorsun. Şöyle üç beş fabrikayı gez haklarını söyle, “Sizin için ne yapabiliriz” diye sor. Yok böyle bir şey! 15- 20 bin lira cepte, özel arabası altında. Bilmiyorlar ki işçiler vergi ödemediği an Türkiye’nin bittiği andır. Her şeyi sattın, özelleştirdin. Niye özelleştiriyorsun? Türkiye’deki bankaların hangisi Türkiye’nin?
Bütün işçiler bir araya gelecek. Hep beraber Ankara’ya yürüyeceğiz. Biraz arabalarla biraz yayan gidilir. Çalışma Bakanlığı da orada, Sanayi Bakanlığı da orada, Başbakanlık da orada. “Arkadaşlar biz sizi istemiyoruz, inin o koltuktan” diyeceğiz. “Yazın istifanızı. Yeniden seçim yapacağız. Bence bunlar olabilir. Ki yapacaklar da bunları. Böyle olmazsa başka türlü çözülmez. Baskı uygulamamız lazım. Birlik ve beraberlik içinde olmamız lazım. Ama millet artık çoluk çocuğunun rızkını bulmaya çabalıyor. Kafasını kaldıramıyor ki. Ne yapacağını bilmiyor, çaresiz kalmış. Patron ne derse tamam… ne derse tamam… Böyle yaptıkça bizim insanlarımız ezilmeye mahkum kalır.
Bir Kale Kayış İşçisi