22 Nisan 2001’de Ölüm Orucu eyleminde ölümsüzleşen Sibel Sürücü’nün annesi Sakine Anamız o süreçte yaşadıklarını anlatıyor:

“Bizde en başından devrimci bir ruh vardı. Ama yine de çocuklarımız mücadeleye atılınca onları mücadeleden geri çekmeye çalıştık.

Çocuklarımın mücadelesinde, anneler beni ileri çekti. Cumartesi annelerine gitmiştim. Yıldız anne vardı orada konuşma yaptı aramızda; ‘Arkadaşlar’ dedi, ‘herkes çocuğuna sahip çıksın, çocuğunu devlete vermesin. Benim kapıma geldiler, duygusallığımdan yararlandılar’ dedi. Anneye demiş ki polis; ‘biz çocuğunu alıp sana getireceğiz. Yerini söyle’ demiş. Anne güvenip yerini söylüyor. Oradan aldıkları gibi çocuğunu kaybettiler. Her bir çocuğu böyle alıp alıp götürdüler. Ağlıyordu Yıldız anne ‘çocuğumun sebebi benim’ diye.

Şimdi eğer çocuğunun peşine düşmezsen, devlet diyor ki; ‘zaten aile bunu gözden çıkarmış, ben kaybederim de, her şeyi de yaparım’. Çocuklarımıza sahip çıkmak vatanımıza sahip çıkmak demektir. Bu çocuklar vatan uğruna kendini feda eden çocuklar.

Sibel’i anlayamadım başta. Biliyordum çocukların ne istediğini aslında. Sibel ölüm orucundayken yanına gittim. ‘Anne’ dedi, Serbülent' le Zuhal için ölüm orucundayım ben. Onlar güzel yaşasın diye’ dedi.

Mektubu geliyordu bana ‘Anne’ diyordu, ‘ben hiç adını bilmediğim çocuklar için girdim bu yola.’ Önceleri geri çekmeye çalıştık, sonradan ben çocuklarımın peşine düştüm. Serbülent’e dedim ki; ‘oğlum sen otur bugün ben gideceğim eyleme’ dedim. Yakalanıp gözaltı olmasın diye dedim . Sultanahmet’te cumartesi annelerine gitmiştim o zaman. Polis saldırdı, bize gaz sıktılar. (Biletliydi o zaman tramvay. Bilet rayların üstüne uçtu. Onu alayım derken az kalsın tren eziyordu başka bir ana tutup çekti de kurtardı beni.) Eve vardığımda Serbülent boynuma sarıldı ‘komünist annecim benim’ diyerek.

Mücadele etmek demek devletin ellerine, düşmana çocuğunu emanet etmemek demek. Biz ne kadar çocuğumuza sahip çıkmazsak devlet o kadar kapmaya çalışıyor. Karakuş yavrunu kapar ya öyle. Biz çocuklarımızı o karakuşa kaptırmak istemiyorduk.

Bir gün evde oturuyorum. Sibel ölüm orucundaydı. Bayrampaşa’ya hastahaneye getirdiklerini öğrendim. Gittim banyosunu yaptırdım. Elbiselerini yıkadım, hazırladım. O gece ölümsüzleşti. Ertesi gün elimde elbiseleriyle hastahanenin etrafında döne döne bir hal oldum. ‘Bugün Pazar, memur yok’ diyorlar. Meğer o gece Sibel ölümsüzleşmiş ben yıkayıp da eve gittikten sonra. O son görüşümmüş. Hastahanenin camından ‘anne, anne' diyerek el sallamıştı ardım sıra. ‘yavrum' dedim ‘yarın da geleceğim yanına’... 

Sonra eve gittim, oturdum. Avukattan telefon geldi. ‘Anne, Sibel ölümsüzleşti ben hastanedeyim’ dedi. Başım döndü ama ben Sibel' le her zaman gurur duydum. Bütün çocuklarımla da gurur duydum. İnsanı seven çocuklar, kuşun kanadını incitmeyen çocuklar. Zaten zalim çocuklar devrimci olmuyor. Hiçbir çocuk anasından kötü doğmaz. Hepsi bir doğar da çocuk yetiştirmenin farkı var. Nasıl yetiştirirsen öyle oluyor. Babaları gidip Aziz Nesin'in kitaplarını alırdı onlara.

O pazar gününe dönersek, beni hastahaneye almadılar. Sibel yok ki beni alsınlar. Bütün bu zaman boyunca onlar da koşturuyor bizde. Her yere gittim yavrumun peşinden. Bir gün Kartal da bir gün orada, bir gün burada. Hiç bırakmadım yavrularımın peşini.

Telefon geldiği gün sadece eşimin ablasını arayabildim. ‘Abla’ dedim Sibel hastahanede ölümsüzleşti. Eşim geldi eve ona da söyledim. Morali bozuldu. Birden kapı çalındı.  Polis. ‘Sizi Sibel' in olduğu yere teşhise götürelim’ dediler. Meğer bizimle konuşacaklarmış. Cenazeyi bize verin diye söyleyeceklermiş. Ne yapacağımızı bilmiyoruz gittik polisin arabasına bindik.  Oysa ölsek yine binmeyiz polisin arabasına. Şuurumuz yerinde değil. Eşim öğretmen. Dedi ki polisler; “ hoca cenazeyi bize ver. Arkadaşları gelir şöyle olur böyle olur’ deyince eşim (zafer işareti yaparak); ‘arkadaşları da gelecek. Cenazeye de sahip çıkacaklar. Ben size vermem cenazemi. Hiç aklınızı eskitmeyin. Ben çocuğumu vermem’ dedi. ‘Şöyle yaparız böyle yaparız’ dediler ama biz cenazemizi onlara vermedik. Eşim dedi ki; “ Ben kızımı size vermem arkadaşlarına yoldaşlarına vereceğim’.Arabayı dolandırıp bizi geri eve bıraktılar.

Eşime sordum ‘ne oldu almıyor muyuz cenazemizi’. Yok dedi yarın alacağım. Bu gece almaya gidersek ablukaya alacaklar dedi. Yarın alacağım onlar bilemeyecek herkes de gelecek cenazeye dedi. Öyle yaptık; bize engel olup da Sibel' in cenazesini alamadılar. O zaman iki tane mi üç tane mi cenaze vardı. Sibel in cenazesinden de diğer cenazelere gidildi. Onlar da devrimci cenazesiydi.

Çocuklarımıza sahip çıkmazsak devletin her zaman tehlikesi altında. Bizden ileri analar da var. Çocuklarına çok sahip çıkan analar da var. Dünya kısa bugün varız yarın yokuz ama çocuklarımıza sahip çıkacağız. Ben herkese rest çektim akrabalar arasında. Bir kaynım var eskiden devrimciydi işkence falan görünce şimdi devletçi oldu. Onlara dedim ki; ‘Benim çocuklarım iyi ki devrimci. Yalaka değiller, devletçi değiller, şu değiller bu değiller. Devrimci olmayıp devlete yalakalık mi yapsınlar, ben çocuklarımdan memnunum’ dedim.

 Yavrularım sıradan çocuklar olsaydı onları bu kadar sevemezdim. Neden sevemezdim? Çünkü; gençliğin ayağını kaydırmışlar. Kimisi uyuşturucu çekiyor, kimisi iş bulamıyor kimisi sömürüyor, kimisi sömürülüyor. Üç günlük dünya ben her zaman çocuklarımın peşine gitmeye hazırım. Onlar dünyanın öte başına gitse ben oraya gitmeye hazırım.

Serbülent’e diyorum ki: ‘şuradan çabuk çık da beni Küba’ ya götür, ama geri geleceğim burada da devrim yapacağız’ diyorum. Hazır devrime oturacak halimiz yok, diyorum. Benim ev kiradır. Neyim var neyim yok çocuklara harcamışımdır. Çocuklarım istemez ama ben de hiç aksatmam ihtiyaçlarını.

Bu dünyada niye yaşanılır ki? Serbülent dedi ki bana; ‘Anne devrim olunca sana bir ev bir araba alacağım’. ‘Yok oğlum kabul etmem. Evsiz kalan olursa ben olacağım. Aç kalacaksa biri ben olacağım millet rahat etsin ki devrimi korusunlar’...

Sibel derdi ki: ‘Devrim olduğunda köy köy öğretmenlik yapacağım.’

İyi ki de benim evlâlarım devlet yalakası olmadı. Çocuklarım devrimci olmasa bu kadar mutlu olamazdım. Size yalan söyleyemem. Çocuklarıma bir kere evdeki, ailedeki huzursuzlukları yansıtmadım. Zuhal bana cezaevinden mektup yazıyor: ‘Anne sosyalizmi yaşıyoruz aramızda. Devrimi yapmadık daha ama bizim kendi aramızdaki paylaşımımız da böyle’ diyor. İstanbul’da bir ev alayım diyorum devrimcilerin olsun o ev. Öte tarafa mı götüreceğim, Hayır. Soyguncu Tc ye mi vereceğim!?

Az yemek taşımadım sanat merkezlerine. Bir gün tökezleyip düştüm yemeklerle. Nasıl üzüldüm çocuklarım aç kalacak diye. Hepsi benim yavrularım. İşin özü şu ki çocuklarımıza ne kadar sahip çıkarsak devlete o kadar şamar atıyoruz. Kolay değil, kolay değil de biz zaten kolayı da seçmiyoruz. Bende de bir şey var: Asla korku yok bende. Polis geldi Serbülent' i soruyor. Çocuk içeride, görüşünden geldim bir gün önce. ‘Ne var’ dedim. ‘Serbülent nerede?’ diyor. Elime aldım bir odunu peşine düştüm polisin; “çocuğumu mu öldürdünüz yoksa" diyerek. Mahalleye çıktım bağırdım. ‘Duyun komşular çocuğumu cezaevinde öldürmüşler ki bana böyle soruyorlar’ dedim. Meğer aileleri teşhir etmek için yapıyorlarmış onu. Onlara var gücümüzle karşı duracağız.

Bir evi güzelleştirip içine kendimi hapsetmem. Eşim sağlıklı olsa, eşime bakmak zorunda olmasam çok şey yapmak isterim. Devrimcilerin analarını görmeye giderim, cezaevlerine giderim. Sibel ölüm orucundayken diyordu; ‘anne sen yalnızca benim annem değilsin. Yoldaşlarım gelecek yanınıza, onların da annesisin”. Yoldaşlarda imkan oldukça bizi hiç yalnız bırakmadılar. Hepsini çok seviyorum. Hepsi benim yavrularım."