Kimisi bir tutsağın ablası, kimisi anne kimisi baba... Her biri canının yarısını zindanlarda bırakmış. Açlık grevi eylemleri sürerken, nöbet eylemlerini duymuş, yerlerinde duramamışlar. Bir ses olmak için çıkıp gelmişler İHD’deki “Yaşama Ses Ver” nöbetine. Kiminin oğlu yüzlü günleri geride bırakmış... Kiminin kızı kırkbeşli günlerinde...

Hangisine dokunsan bir ağıt yükselecek gibi. Tüm içtenlikle duygularını paylaştılar, Kırıklar'dan, Bakırköy'den, Kürdistan’dan tutsakların aileleri... Görüşlerde sınırlı saatlerde konuşabiliyorlar ve tutsakların ayakta olması onlara umut veriyor. Tutsaklar ise her görüşte aileleri güçlü tutabilmek için eylemin neden, niçin yapıldığını bıkmadan, usanmadan anlatıyorlar. Üzülmelerini değil, onların sesini, direncini dışarı taşımalarını istiyorlar. "Ölmek için değil, yaşatmak için eylemdeyiz" diyorlar.

Zindanlar bu kadar hareketliyken aileleri üzen dışarıdaki bu sessizlik! Tutsakların eyleminin yeteri kadar duyulmaması, toplumun bu eylemlere yeterince duyarlılık göstermemesi...

Oysa ki dışarısı ne zaman sessizliğe bürünse, zindanlar bu işin yükünü taşıyıp yıllarca zulme karşı her türlü eylemle faşizme boyun eğmediklerini gösterdiler. 150’li günleri geride bırakan Leyla Güven'in yaktığı kıvılcım dalga dalga tüm zindanlara yayıldı. Zindanlar sorununu tekrar toplumun önüne koydu aslında. Her ne kadar tecride karşı yürütülse de bu eylem tümüyle özgürlükler sorununu gündeme getiriyor. Şimdi koca bir toplumun özgürlük mücadelesi zindanlardaki devrimci tutsakların omuzlarından yükseliyor.

Ve artık bu kritik süreç yaşanırken bizlere düşen eylemi duyurmaktan da öte onları yaşatmaktır. İnsan olarak birincil görevimiz olmalıdır. Zindanlar yıkılmadıkça, devrimci tutsaklar özgür olmadıkça bizler işçi sınıfı kadınları ve erkekleri özgür olamayacağımızı biliyoruz.

Mücadele Birliği Okuru Bir Emekçi Kadın