Merhaba

Sizleri sıkıca kucaklıyor, içimdeki devrimci coşku ve hiç bitmeyen umudumla selamlıyorum. Nasılsınız? Dışarıdakiler nasıl, diye sormayacağım. Çünkü sizler müthiş insanlarsınız! Burada özel günler (1 Mayıs gibi) etkinlikler ve anmalarla geçiyor. Saat şimdi 12.00 oldu. Zindanlardan yükselen o tek tip ses, hiç bitmiyor.

Biliyorsunuz ben 7 Mart günü tutsak düştüm. Önsöz Dergisi bana ulaştı, gazetemiz ise hala gelmedi. Ben gönderildiğini düşünüyorum. Buradan sorguladım. Bana; “yayınlar zindandakilerin özgüvenini artıracağından, buradakileri galeyana getireceğinden, terörize yayınlar olduğundan vs gibi sebeplerden ötürü verilmeyeceğini” söylediler. Anlıyorum! ‘Devletimiz bizi düşünüyor! Ama hainlik bizde, onlar terörist yayınlardan bizi korumaya çalışıyorlar! Düşünememişim! Ne de olsa benim ilk tutsaklığım.

Silivri’ye gelişimden itibaren değiştirilen koğuşum dört oldu. Şu an programlı yaşıyorum. Kitap,gazete veya hepsi belli saat dilimleri içinde gerçekleşiyor. Ama ne yazık ki bu yeni oldu. Daha öncesinde, ansızın, hiç haber vermeden beni F3-Alt koğuşa götürdüler. Anlayamamıştım bile… Burası bağımsızların kaldığı bir koğuştu. Ama ben siyasi bir davadan tutsaktım. Diyorum ya, hainlik(!) bizde… devlet “terörist örgütlerin” beni ezmemesi için böyle bir yol seçmiş! Sorma vicdan azabı çekiyorum! Ben bunu nasıl düşünememiştim. Koskoca devlet, tabi her şeyin en iyisini düşünür. Her şeyin en iyisini yapar. O kitaplar yok mu hep bize hainliği öğretmişler!

Neyse dedim ben bu azapla artık yemem içmem. Ama yetkililer çok “iyiler”! Yanıma gelip gidiyorlar. “Yemek içmek zorundasın” diyorlardı. Görüyorsun değil mi?!!! Onların iyiliğine bir bak, bir de bizim “hainliğimize”!... Sonra bana, madem yemek içmek konusunda arkadaşlarından utanıyorsun, seni tekliye, sonrasında da yumuşak olarak söyledikleri, süngerli odaya alalım dediler. Görüyorsun değil mi, “yine bizi düşünüyorlar!” Daha sonra bir defa daha geldiler. Kararlı mısın, dediler. Kararlıyım dedim. Buna rağmen benle ilgilenmeyi yine kesmediler. Sonuçta iştahsız olmamız veya yemek yemememiz onları çok “üzmüştü”! Bunu da açıkça söylediler!!!

Daha sonra (beş gün) benim koğuşumu değiştireceklerini hatta istediğim bir koğuşa geçebileceğimi söylediler. Şu an da F9-Alt koğuşta kalıyorum. Burada tekim. Bizden kimse yok. Olsun yine de altı iyi arkadaşım var. Buradaki “gardiyanlar çok iyiler”! Gerçekten!!! Bizimle çok yakından ilgileniyorlar. Açık kapalı görüşlerde ve telefon görüşmelerindeki dönüşlerde “aşırı fazla ilgilenirler”. Sanırsın Osmanlı spor taraftarı ile, Adana Demir spor taraftarlarının karşılaştıklarındaki o sıcaklık gibi… Öyle bir sıcaklık olur. Tabi bununda güzel bir açıklaması var. Tabii bizde bunları düşünecek zeka nerde! Yapılanlar bizlerin hep dinç kalmamız için, kemiklerimizin açılması ve paslanmamamız içinmiş!!! Ben bunu hiç düşünmemiştim! Dedim ya onlar hep en iyisini düşünür, hep en iyisini yaparlar.

Pilav! Toplumda çokça tüketilen ucuz ve doyurucu bir besin maddesidir. Yani yiyecektir. Kesin sizde çok pilav yapmışsınızdır. Ben pilavda tel çıktığına şahit oldum. Hem de sık aralıklarla… Tabii bunu sordum. Ama açıklama malum. Vücudumuzun demire ihtiyacı varmış! Bu yüzden şanslıymışım! Dedim. Ben bunu nasıl da düşünememişim. Demek bu yüzden pilava tel katıyorlarmış!!!

Burada revirimiz de mevcut. Tabi olması da gerek. Son teknolojik cihazlar kullanılıyormuş, ben hiç gitmedim, öyle söyleniyor. Hem çıkarsak (revire) orada mikrop kapabilirmişiz! Bu yüzden çıkarmıyorlarmış. Devlet yine bizi düşünüyor(!). Hep bizim iyiliğimize çalışmalar yapıyor! Bize de yıllar yılı devleti hep kötü anlatmışlar. Geçenlerde ekmekten kaynaklı sıkıntı yaşadık ve kepek ekmek ve başka tür ekmek istediğimizi dilekçeyle anlattık. Hemen gardiyanlar geldi dilekçemizin cevabını sözlü olarak bize anlattılar. Kepek ekmeğini de revirdeki doktorun reçeteye yazması gerekiyormuş!!! Ancak bu şekilde bizlere verilecekmiş. Görüyorsunuz değil mi? her şey nasıl belgelerle ve resmi yapılıyor. Tabi bizler bunları düşünemeyiz! Hem nasıl düşünebiliriz ki; devlet her şeyin en iyisini, en doğrusunu düşünür! Birden şu aklıma geldi. Böbrek rahatsızlığı olan birine revirde doktor birayı reçeteyle mi önerecek ve ya yazacak(!). Dedim ya düşünmek bizim ne haddimize..!

Şu an Silivri 2 Nolu L Tipi F9-Alt koğuşunda kalıyorum. Yani bahçe katı bir dairede kalıyorum. Bahçemiz deniz manzaralıdır. İnanmıyor musun, inanıyorsun değil mi? Gazetede kestiğim Deniz Gezmiş resmini duvara yapıştırdım. Deniz manzaralı oldu  diyorum sizlere..!

Bahçeden anlatıyorken; bahçeyi çevreleyen beton bloklar vardır ya hani, o blokların arasında tek dal papatyaya benzeyen bir çiçek var. Adını valla bilmiyorum. Sarı renkli, kızılımsı, bir çiçek. Biliyor musun? O benle konuşuyor… Yaa… Cidden, delirmedim. İnanmıyor musun? Sabah güneş beton bloklara ilk vurduğunda (ışıkları), öyle güzel parlıyor ki, görmen lazım. Bir de bana ne diyor? Ben tonlarca ağırlığındaki beton blokların arasından çıkarak güneşe ulaştım. Yani imkansızı başardım. Hem de tek başıma yaptım bunu… Düşünsenize tonlarca ağırlıktaki beton blokları delerek güneşe ulaşmış. İmkansızı başarmış. Bir de her sabah bana bakıp bakıp benimle dalga geçiyor. Bir de bana diyor ki: Türkiye’de de, Dünya’da da tek olsan bile asla doğru söylemekten, doğru olanı yapmaktan vazgeçme, diyor.

Bir de muhabbet kuşumuz var. Yeşil üzerine renklidir. Görmen lazım. Rengarenk. Sanırsın dünyadaki tüm çeşitliliği, renkliliği ifade ediyor, üzerinde barındırıyor. Onun da hepinize selamı var.

Kendinize iyi bakın, hoşça, leninistçe, sağlıcakla kalın.

Elbet bir gün, elbet bir gün zulüm bitecek.

 

“Nasıl başa çıkar bu azgınlıkla güzellik,

Bütün gücü bir çiçeğin açışı kadarsa eğer…”

                          Shakespeare

 

Öğrenmek düştü payımıza, öğreneceğiz.

Direnmek düştü payımıza, direneceğiz. İlle de

Yaşamı güzelleştirmek, anlam kazandırmak için

Emekçisi olacağız devrimimizin.

   Sözümüz olsun.

   Kenan Zengin