< Ya Zaferi Göreceğiz Ya Da Zafere Giderken Senin Gibi Cüretle Kızıllaşmayı Bileceğiz

"Seni anlatabilmek seni

İyi çocuklara, kahramanlara

Seni anlatabilmek seni

Namussuza, halden bilmeze, kahbe yalana

 

Seni bağırabilsem seni

Dipsiz kuyulara

Akan yıldıza

Bir kibrit çöpüne varana

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne"

                            Ahmet Arif

 

Pırıl pırıl bir 13 Mart sabahı kuş cıvıltıları ile açıyorum gözlerimi. Sonunda bu köhne gecekondunun bir faydasını görecek, bahar keyfini doya doya yaşayacaktım. Pencereyi açıyorum, mis gibi orman kokusu. Kuşlar ötüşüyor, bahçedeki ağaçlar da çiçek açmış. Dalıp gidiyorum hayallere. Telefon çalıyor, yoldaş arıyor.

Saate bakıyorum. 9.45… Mahalleye geliyor. Göğsümün nefesine bir yumruk oturuyor. Burada ne işi olabilir, hem de bu saatte. Koşar adım çıkıyorum evden. Gözleriyle kavuştuğum o ilk an, endişeyle soran gözlerle bakıyorum. Titriyor sesi. "Kenan yoldaşı kaybettik". Çekebildiğim en uzun nefesi çekiyorum. Birbirinden kıymetli yoldaşlar ananın ellerini tutuyor. "Bizi bir parça hazin ve dimdik ayakta bırakıp gözyaşlarımız gitti" diyorlardı adeta. Yoldaşlar geliyordu bir bir. Herkes "o eve" gelmeye korkmuştu. Bir haber vardı, o evle kurulsun istenmeyen bir bağlantısı vardı bu haberin... Kenan yoldaş...

Sevgili yoldaşım… Dostuna güven, düşmana kahır veren yoldaşım. İlk karşılaşmalarımız, birlikte yürüdüğümüz Taksim, Kobane ayaklanmaları, Gazi mahallemizde geçirdiğimiz Soma ve ODTÜ için yaptığımız eylemler, birlikte organize ettiğimiz nice etkinlik... Her birini ayrı ayrı, her birinde seni ayrı ayrı düşünüyorum. Görünen ve göstermemen gereken nice kahramanlıkların...

Bir fotoğrafın takılıyor gözüme. Ortaokul yıllarından. Okulun son günü olmalı. Takdir, teşekkür belgeleriyle öğrenciler ve bir öğretmen. Öğrencilerin kıyafetleri dağılmış, ellerinde kemerleri. Kendilerinden emin "ben, ben" diyen havaya kaldırdıkları karneleri. Seni arıyor gözlerim o öğrenciler arasında. Şaşkınlığım ve hayranlığım bir kat daha artıyor; özümsenmiş devrimciliğine. Öğretmenin bile ceketini fırlatıp atmışken sen resmin bir ucunda dimdik ayakta. Ceketin ilikli, kravatın sonuna kadar sıkılı, elin arkanda. Aldığın takdir belgeni saklıyorsun. Kendi yaptıklarına övünmüyorsun. Sadece işini yapıyordun...

O yaşlarda dahi böyleydin demek. Başarılarını hiç göze sokmazdın. Kendi yaptıklarından bahsetmezdin. Okyanusta birer damlaydık. Mütevazilik ve dinginlikle beslediğin bilincinle hep hesaplar yapardın. Bedelinin ne olacağını değil, bizim için ne kadar yararlı olduğunu hesaplardın. Devrim için yaşamak, dövüşmek isteyen bizleri -kendini, yapabileceklerini, yeteneklerini bilmeyen bizleri- dinlerdin. Ve gözlemlerdin. En verimli olacağımız topraklara serpiştirdiğin tohumlardık biz. Yabanıl otlar boy verdiğinde yanı başımızda sabırla bir bahçıvan gibi bizleri kavrar, otlardan temizlerdin bizleri. Sen iyi bir öğretmendin. İstikrar önemliyle senin için. Ancak asla yeterli değildi. Bir adım, bir adım daha ileriye taşımalıydık bayrağımızı. Sadece kendini geliştirmek için değil, ilgilendiğin bizlerinde neye ihtiyacı olduğunu bilip, kavrayıp doğru olana yaklaştırmak için sürekli okurdun. Romanları da teori kitapların kadar severdin. Biz emek harcadıkların, çoğu zaman kendimizi düşündüğümüzden daha çok düşünürdün bizi. Rüzgarlar dallarımızı kırmak için uğraşsa da kattıklarınla güçleniyor, bileniyor, büyüyoruz.

Seni anlatmak için kalemi her elime aldığımda, kendimi anlatırken buluyorum. Kızıyorum kendime, "yoldaşı anlatmalıyım" diyorum. Fark ediyorum ki beni ben yapan, kendimi tanımam gelişmeye çalışmam, yapabildiklerimde ve hedeflerimde hep senin dokunuşların vardı. Ben olarak gördüğüm her şey seninle yaptığımız uzun yürüyüşlerde kattıklarındı. Planlarımızdı, ideallerimizdi. Gecekondular arasında ağaçlar içerisinde yaptığımız o yürüyüşler... Her şeyi konuşabilirdim seninle. Tüm çelişkilerimi, hüzünlerimi, planlarımı. Bazen sinirlenirdin bana. Hiç bu kadar sessiz bir sinir görmemiştim. Ellerini açardın. Derin bir nefes alır "yoldaş böyle olmaz" derdin. Prensiplerimizin olduğunu, "devrime giden her yolun mübah" olmadığını, sen öğrettin bana. Bir "Arkadaş" şiiri vardı ya hani. İşte sen oradaki Arkadaş’tın benim için. Bana yürümeyi sen öğretmiştin yoldaş, ele ele ve daha ileriye. O yoldaş omuzların, bütün yoldaşların yaslanabildiği bir çınardı. Sen bir doktordun, ağrıyı sızıyı dürüstçe anlatan tüm hastalara doğru tedaviyi uygulayan, onları iyileştiren, eskisinden daha sağlıklı yaşamasında rehber olan bir doktordun.

Şimdi sen Denizler, Chelerle birlikte bizlere karanlıkta yol gösteren kocaman bir yıldızsın. Kutup yıldızımızsın.

"Bir leninist tek kalsa bile nereye yürüyeceğini, ne yapacağını bilir" diyordun. Kaygılarımızı gideriyordun. Aldığımız mirasa layık olabilme kaygılarımıza sesleniyordun. Üzgün endişeli olduğum anlarda sen geliyorsun aklıma... Bir de uzaklardan bariton bir erkek sesi "teslim olmayalım halilim aman kurşun atalım..."

Bir yoldaş mektubunda senden bahsetmişti. "Yoldaşın haberini aldık, yüreğimizi dağladı, ama çok daha öfkelendirdi. Bir yandan da onurlandırdı böylesi yoldaşlarımız olduğu için. İnanamıyorum, böylesi bir bilince, böylesi bir yüreğe öldü denilebilir mi?” Başlıyordu anılarınızı anlatmaya. Ardından ekliyordu. "Başka nasıl olabilirdi, bir komünist nerede olmak isterdi o son anda. Ne yapmak isterdi."

Ölümü yenenlerin türküsü susmaz, halayları durmaz yoldaşım. Son sözü parti söyler iradesiyle açtığımız yolda yürüyoruz. Sizlerin bayrağımıza kattığınız değerleri daha ileri taşıyacağız. Her günümüz bunun bir eylemidir. Rüzgar sert esiyor. 1 Mayıs’a günler kaldı. 1 Mayıs’ta leninistlere yakışır şekilde, işçi sınıfı ve ezilen halkları taksime çağıracağız. Cenge davet edeceğiz. Kendileri için, verilmesi gereken son bir kavgaya davet edeceğiz.

Yine bir sınav gününde yüreğimde kaygılarla gelmiştim kapına. İçim harman yeriyken, gözlerim hep yaşlıdır bilirsin. Mutluluktan mı, acıdan mı, anlayamazdın ilk anda. Ciddi bir sorun olduğunu düşünüp, kaygıyla sorardın. Sanki o soruyu bekliyormuşçasına feryat figan sarılırdım sana. "Devrim için herkes bir şeyi iyi yapıyor, ben hiçbir şey yapamıyorum. Ben ne yapacağım derdim. Şaka yapmadığımı anlayınca şaşırırdın; "günlerdir bu yüzden böylesin demek." Sağ kaşını kaldırır ve yarı tebessümle sorardın: "Demek bir şey yapmak istiyorsun?"

Sen yoksan ve bir karar verilecekse, öfkelenirdik. Nerede kaldı yoldaş. Neden gelmedi. Çünkü bilirdik aslında, en geniş çerçeveden bakanımızdın sen. Sen bir şey söylemeliydin.

Önemsiz iş yoktu senin için. Uzak ve yakın geleceğimiz için daha yararlı işler vardı sadece. Onu bulup, yapmak önceliği vardı yalnızca. Okurdun, yazardın, anlatırdın, görev verildiğinde bilmediğimiz birçok şeyi öğretirdin. Daha fazlası vardı sende. Büyük bir hazineydin. Tartışmalarımız oldu, evet haklısın. İkimizde daha yararlı olabilmek için işler konusunda tartışmadık mı, tartıştık. Eksikliklerimizin üstünü örtmedin, bana doğruyu gösterdin. Eksik yönlerimin beni boğmasına izin vermezdin. Kendiliğindenciliğe de mükemmelliyetçiliğe de eleştirel yaklaşırdın. Yeterince iyi olmayan bir şeyin, hiç hareket etmemekten daha iyi olduğunu vurgulardın. İyi olmayabilir kaygısıyla geri durduğum birçok şeye bana verdiğin bu ipucuyla atıldım. Bazen gerçekten iyi olmadı ama ne olursa olsun geri durmamak gerektiğini sen öğrettin bana. Seni hiç unutmayacağım. Nostaljik bir anma ile değil kavganın ortasında haykıracağım ismini.

Hani bir şiirde var ya, perdeleri çekili odalarda planlar kurmuştuk. Seninle vedalaşıp ayrılmıştık yanından. Karnımda kelebekler, kramplar... Bunlar sadece bir aşk'la karşılaşınca olur diyordu romanlar. Oysa biz eyleme gidiyorduk. Ve karnımda kramplar, içim içime sığmıyor, çığlık atmak istiyordum. Eylem bitmiş, gözaltından çıkar çıkmaz koşarak varmıştık yanına. O karşılaşma anımızda gözlerinle gülmüş, sarılmıştın bize."Nasıldı?" diye sormuştuk. Kollarını öyle bir açışın vardı ki gözlerinde öylesi bir sevinç. Yeni gelmiştik ama 5 dk sonra aynı eyleme gidebilirdik. Çocukça bir sevinç sarmıştı bizi de. Çocuklarına şefkatle sarılan bir baba, ektiği tohumların çiçek açışının heyecanında bir bahçıvandın.

Sen beğenmişsen, partiye yararlı olmuşuzdur diyorduk. Kolektif çıkar dışında hiçbir şey seni mutlu etmez, coşkulandırmaz, üzmezdi. Sen bir şey diyorsan kolektifin sözüydü o bizim için. Bilir ve heyecan duyardık. Bir yoldaş, anma etkinliğinde, "O yoldaş” diyordu, “asla yeri bir kişiyle dolamayacak bir yoldaş." Şimdi kızacaksın ama ben yine imrendim sana. İsmimiz unutulabilir ama bir değer katmalıyız, daha büyük değerler. Değil mi yoldaş? Daha çok okumalı, daha militan olmalıyız. Öyle değil mi yoldaş!

Sıra Neferi şiiri beni hiç bu kadar sarsmamıştı. "O usulca boynu düşünce yanındakinin omzuna..." Anacığımız geliyor aklıma. Yaşamı, yoldaşlaşan yaşamınız. Sana "ez kedoyto bijeri, babay" diyen hitabını. Anne diye yanına oturduğum o gün, annemin gözlerinde bir boşluk, bir arayış vardı. Seni arıyordu, vurulduğun anı arıyordu. “Vayy önüne atamadım kendimi”, diyordu. Yalandır diyordu. Soruyordu “kesin mi bu haber”... Dimdik duruyordu anamız. "Bugün oğlumun düğünü var, oğluma yaraşır düğün edeceğim". Devrime inanmış bir kadın yüreği, “ben suçluyum” diyordu. "Böyle nalet bir dünyaya getirmeyecektim seni. Elbet değiştirmek isteyecektin, böyle yaşamı kabul etmeyecektin" diyordu. Bir anda devleşiyor ana. Ellerini ayaklarını öpmek istiyorum. Susuyorum. Dimdik duruyor. “Kenan'ıma yaraşır karşılayacağım” diyordu. Akrabaların geliyordu, annen kardeşlerini görünce sarılıp gözyaşı döküyor. Akrabaların dimdik. “Kenan yaşamak istediği gibi yaşadı. İnandığı gibi öldü”. Kenan bütün bu bilinçli insanların en ileri yanlarını almış, değiştirme mücadelesinde atılarak kat be kat geçmişti. Ama daha en başında "farklı bir çocuk" oluşunun sebeplerini daha iyi anlıyorum. Sosyalist toplumda bu kültür düzeyinde, insancıl yaşamda çocuklarımızın eşsiz gelişimini düşünüyorum o an. Anamız teker teker yanımıza geliyor, “aç mısın, sen bir şey yemedin” diye teker teker soruyordu yoldaşlara. Sarılmak, öpmek değil içime almak istiyorum anamı. Eziliyorum, ellerim ayaklarım fazla oluyor o anlarda. Nereye koysam eğreti duruyor. Mahcup ağlıyor; yoldaşların yanında. "Bugün Kenanımı diğer yoldaşlardan daha çok anacağım", dönüyor kızına "kızma bugün bana, hiçbirinin diğerinden farkı yok hepsi yoldaşım, hepsi çocuklarım, ama bugün Kenan'ım için biraz fazla ağlarsam kızma bana".

Ne diyebiliriz, ne denebilir. Annem... Kan bağından daha çok annem olan annem. Başımın üstüne çıksa tüy kadar hafif taşıyacağım annem benim. Gorki'nin "Ana"sı anlatılmalıydı. Annemiz ve sen, ikiniz ayrı ayrı, bir bütün olarak yahut, kalmalı geleceğe. Geleneğimizin yarattığı güçlü yeni insanları tanımalı dünya.

Bir konuda prensip edindin mi, hiçbir zorluk bozamazdı prensibini. Birini mi arayacaksın, fırtına bile kopsa saatinde giderdin ankesörlüye. “Yoldaş hasta olacaksın”, derdik. Sen giderdin. Bazen gerçekten hasta da olurdun. Sen sabırla demire şeklini veren demirci Kawa idin. Sessizce çalışır, işle parıldardın. İnsanın eğri yerlerine vuran, onu sıra neferine dönüştürendin. Ustamızdın sen.

Akşam olur herkes evine çekilir, sen okurdun, yazardın, plan yapardın. Kapalı kapılar ardında bile bir komünist olarak yaşıyordun sen.

Bir yoldaş, "insan yalnızca çocukken ağladığında, istedikleri gerçekleşir" derdi. Senin haberinde, Sinan Yoldaşın haberinde hiç tanımadığım biri oldum. Bir insanın birebir tanıdığı bir yoldaşının ölümsüzlüğü karşısında nasıl yaşayabileceğini düşünüyordum. Kimisi safları terkedecek, kimi bir adım öne atılacak. İşin ciddiyeti karşısında ayakları yere sağlam basanlardan olabilecek miydim, diye düşünürdüm. Melankolik ağlamalarla karşılarım bu haberleri sanırım diyordum, eğer ölen ben değilsem. Oysa bütün yoldaşlar birbirimize daha sıkı kenetlendik. Herkes bir parça daha güçlendi. Kararlılığa büründü.

Dokunduğun her genç senin yanına anmana geldi. "Biz ne yapabiliriz" dediler. Haberin hedefimize kilitlenip, öfkemizi biledi. Senin uğrunda düştüğün bu kavgayı zaferle taçlandıracağız. Ya zaferi göreceğiz ya da zafere giderken senin gibi cüretle kızıllaşmayı bileceğiz. Partinin gençliğinde en yararlı kadrosu, senin yaşaman için, daha da güçlenmemiz için birçok yoldaş gönüllü olurdu senin görevine. Zafer günü geçidimizi görmeyi en çok sen hak ediyordun. Gecesini gündüzüne katan yeni insan, 21. yüzyılın Che'si… Sen o günü görmeliydin. Öfkemi kat be kat arttıran budur. Sen şimdi her kavgada, her şiirde, marşta, kızıl yıldız olarak parlıyorsun. Yol göstermeye devam ediyorsun.

 

Öylesine sıkılmış ki yumrukları

İyice sıkılsın yumruklar

Saklansın diye bir armağan gibi bu katillik

Öylesine sıkılmış ki yumrukları

Kimse hüzünlü olmasın

Kimse hüzünlü olmasın diye

Sırası değil hüznün daha

Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret

Unutulsun bu alışılmış duyarlık

O kadar sade, o kadar kalabalık ki

Unutulmaya değer onların insan gövdeleri

Ve unutulmalı mutlaka

Dolsunlar diye yüreklere

Dolsunlar diye damarlara

 

Ölü mü denir

Ölü mü denir şimdi onlara.

                 Edip Cansever