Bugün 21 Ekim 2024, bir muhabir olarak tutsaklığımın 24. günü. Buraları tanıyorum, bu duvarları, bu merdivenleri, her sabah adımladığım bu havalandırmayı. İlk değil tüm bunlar, belki son da değil. Buradayım çünkü ezilen halkların, emekçilerin sesini duyurmaya çalışmayı yaşamımın bir parçası haline getirdim.
Her şey, buraya gelişime kadar yaşaman her şey trajikomik. Şehirlerarası bir yolculuktan dönerken, İzmir otogarı girişinde bindiğim otobüs durduruluyor, içeriye birkaç kişi girip direkt oturduğum koltuğa gelip kimliğimi istiyor ve “gözaltındasın, telefonunu ver” deyip hemen telefonumu alıyorlar. Şaşırmıyorum, şaşıramıyorum, çünkü birçok meslektaşım gibi benim de her zaman hayatımın bir parçası bu durum. Otobüsteki herkes şaşkın tabii ki, eminim herkesin aklında aynı soru; “Bu kadını neden aldılar şimdi?” Şaşkın bakışlar altında otobüsten indiriliyorum ve valizim de alındıktan sonra otogardaki polis merkezine götürülüyorum.
Valizim aranıyor burada ve “çok önemli bir materyal” bulunuyor valizimde. Bilgisayarım… Ara akım medyanın haber yapacak olursa, yazacakları şeyler gözümün önünden akıyor; “üzerinde çok sayıda dijital materyal ele geçirildi.” Çok sayıda; telefonum ve bilgisayarım… Ev aramasıydı, sağlık kontrolüydü derken nezarete ulaşıyorum bir şekilde. Nezarette 2. günün sonunda gecenin saat 11’inde ifademiz alınmaya başlanıyor.
Beni neyin beklediğini az çok biliyorum fakat yine de merak içindeyim, derken hakkımdaki iddialar bir bir okunmaya başlanıyor. 1 Mayıs alanında çekim yapmak, 6 Mayıs 2024’te Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı mezarı başında anma yapan kitleyi çekmek, eylemde olan Fernas Madencilik işçilerinin eylem alanına 1 gün ara vermek suretiyle 2 defa gitmiş ve işçilerin aileleriyle röportaj yapmış olmak, Van Büyükşehir Belediye’sine kayyum atanmasına karşı yapılan nöbetin haberini yapmak için eylemin yapıldığı alana gitmiş olmak. Bunlar sadece hatırlayabildiklerim tabii ki. Şimdi bulunduğum bu yer ne kadar tanıdıksa benim için bu iddialar da tanıdık bir o kadar.
Hayır, daha önce başıma gelmedi, ama pek çok meslektaşımın başına geldi, oradan biliyorum. İsimleri saymakla bitmez bu meslektaşlarımın. Çünkü hepsinin gayesi benim gibi ezilen-emekçi halkların, kadınların, gençlerin, sesini duyurmak. Melike var örneğin, tek kadın ajansı Jinnews’in İzmir muhabiri. 8 aydır ev hapsinde. El konulan telefonu, bilgisayarı, kamerası ve mesleğini sürdürmesi için gerekli tüm malzemeleri de tutuklu. İncelemeleri hala bitmemiş, 8 aydır… Yine Cihan Başakçıoğlu, Tolga (MA’dan) isimli meslektaşlarımın araç gereçleri de aylardır incelemede. Pek çoğu tutsak, tutuklanıp serbest bırakılmış fakat hiçbiri gayesinden vazgeçmemiş ne çok meslektaşım var. Belki birileri bizi tutsak ederek bu gayeden vazgeçirmek istiyor olabilir, ama görüleceği gibi hiçbirimiz pes etmeye niyetli değiliz.
Omuzlarımızdaki yük bir hayli ağır, heybemiz epey dolu. Benim yaşadıklarımı yaşayan ya da bunu yaşamayı göze alan tüm gazeteciler bunun farkında. Bizler sesi kısılmak istenen işçilerin çığlığı olma, her gün katledilen ya da katledilme korkusu yaşayan kadınların sesi olma sorumluluğunu üstlendiğimizi biliyoruz. Geleceksizliğin içinde çırpınan, barınamayan hem okuyup hem çalışmak zorunda kalan, bazen bununla baş edemeyip çözümü intihar etmekte bulan öğrencilerin sesi olma sorumluluğunu üstlendiğimizi biliyoruz. Sesi kısılmak istenen, gösterilmekten özellikle kaçınılan Kürt halkı başta olmak üzere ezilen ve yok sayılan tüm halkların sesi olma sorumluluğunu üstlendiğimizi biliyoruz. Sesi kısılmak istenen, çığlığı susturulmak istenen herkesin haykırışı olma umudunu hiçbir zaman yitirmiyoruz.
Kimi zaman dört duvarın içindeki sesi duyurmaya çalışıyoruz, bir gün dört duvarın içinde haykıranın biz olacağımızı hiçbir zaman unutmuyoruz. Ve pek çoğumuz, dört duvarın içinden çıktığımızın ertesi günü dört elle sarılı gururu taşıyoruz her vakit.
Bugün dışarıdaki meslektaşlarım bu sesi duyurmanın gururunu yaşarken, ben de böyle meslektaşlarımın olmasının gururunu taşıyorum. Biliyorum, beni yazamadığım haberleri benim yerime yazıyor birileri, kazanan Fernas işçilerinin sevincini benim yerime onlarla paylaşan birileri var. Bu bana daha da güç veriyor.
Meslektaşlarımın bir an evvel bırakılmam için verdiği mücadele beni mesleğime daha da bağlı kılıyor. Buradan çıkacağım günü heyecanla bekliyorum, habere gitmeyi çok özlüyorum. Özgür günlerde, ezilen ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin çığlığında yeniden buluşmak umuduyla, benim için mücadele eden tüm meslektaşlarıma sevgi ve teşekkürlerimle.
Daima!
Lütfiye Burcu Kara