Hemen her gün yeni bir iş cinayeti, yeni bir iş kazası haberi ile başlıyoruz güne. Sermayenin kar hırsı büyüdükçe, istatistiklerde ölen işçi sayısı yükselmeye devam ediyor.

Bartın Amasra’da Türkiye Taşkömürü Kurumu’na bağlı maden ocağı hakkında, 2020’de rapor yayınlayan Sayıştay, 2019 yılında yapılan incelemeler sonrasında, ocakta dengelenmiş üretim derinliğinin -300 metre olduğunu tespit etmiş; bu derinlikte ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin arttığını raporlamıştı. Ayrıca rapor, bu derinlikte çalışan işçilerin tozdan kaynaklanan hastalıklara (pnömokonyoz) yakalanmasına yol açtığını söyleyerek uyarı yapmıştı. Sayıştay raporunda işçi sayısının tehlike doğuracak boyutta azaltıldığına, bu nedenle arızaların giderilemediğine de yer verilmişti. Devletin madeninde, devletin en üst düzey kademelerinden birinden verilmiş rapor dikkate alınmadığı için, dün bir grizu patlaması yaşandı... Oysa en son 10 gün önce, 5 Ekim günü Sayıştay’dan Uzman Denetçilerden oluşan bir ekip Amasra TİM'de yer altına inerek -300/-350 kotları arasında incelemeler yapmıştı...

Dün akşam saat 18.45 sıralarında -350 kotta (deniz seviyesinden 350 metre aşağıda) bir patlama meydana geldi. Patlama ardından olay yerine AFAD, itfaiye ve çok sayıda sağlık ekibi sevk edilse de, uzun saatler işçilere ulaşılamadı.

İçeride 87 madenci vardı. İlk bilgilere göre 2 kişi ölmüş, 20 kişi yaralanmıştı. Zaman geçtikçe yaşanan facianın büyüklüğü de ortaya çıktı. İlk resmi açıklamayı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptı ve 14 işçinin hayatını kaybettiğini, 28 işçinin de yaralı olduğunu söyledi. Sabah saatlerinde ise ölen işçi sayısı önce 28, ardından da 41 olarak açıklandı... Öğle saatlerinde yine İçişler Bakanı açıklama yaparak “içerideki 110 madenciden 58’inin kurtarıldığını, 41 işçinin hayatını kaybettiğini, yaralı 11 işçinin de hastaneye kaldırıldığını” duyurdu.

Kurtarma çalışmaları sürerken, ilk etapta kendi imkanları ile dışarı çıkmayı başaran 8 işçiden biri, "Hiçbir şey bilmiyoruz. Toz duman oldu, ne olduğunu bilmiyoruz, gözükmedi. Kendi imkanlarımla çıktım. Patlama büyük ihtimalle de tam olarak yani biz biraz geride olduğumuzdan dolayı sadece basınç oldu. Basınçtan dolayı toz kütlesi oldu, göz gözü görmedi" diyerek özetledi yaşananları.

Bölgede ailelerin bekleyişi sürerken, çıkarılan yaralı işçiler için sahra hastanesi kuruldu, milletvekilleri, sendikacılar bölgeye hareket etti.

Ardı ardına gerek devlet yetkililerinden, gerek sendika ve emek örgütlerinden açıklamalar yapılırken, kurtarma çalışmalarının büyük çoğunluğu, madenden sağ çıkan işçiler tarafından yürütüldü.

Haberin başlığına çıkardığımız “Kaza Değil Katliam” şiarı, kısa sürede sosyal medyada gündem oldu. Ancak, tarihin en büyük iş cinayeti olan3 en az 301 madencinin diri diri gömüldüğü Soma'da bile tek tutuklu kalmadı. Sadece son 20 yıla baktığımızda, Karaman/Ermenek'te, Kastamonu/Küre'de, Bursa'da, Balıkesir'de, Zonguldak'ta, Elbistan'da, Soma'da, bir kez daha Ermenek'te, Siirt Şarvan'da ve Şırnak'ta ardı ardına meydana gelen büyük facialarda yüzlerce işçiyi kaybettik. Son katliamın yaşandığı Amasra'da dahi, sadece 1 yıl içinde 164 maden işçisi yaralandı...

Her yaşanan katliamdan sonra “soruşturmalar” başlatılır, önlem alınacağı söylenir. Ancak gerçekte sadece bir sonraki katliam bekleniyordur. Çünkü gereken önlemler önemli bir maliyet kalemidir. Alınacak tedbirler, iş güvenliği önlemleri maliyet kalemidir. Yeni işçiler yahut denetmen almak bir maliyet kalemidir. Onlara sigorta yapmak yahut eğitim vermek de öyle.Her bir maliyet kalemi karınızdan kesilen paylardır. Belirli derinliğe inmemek ya da riskli olacak bölgelere girmemek, çalışmayı durdurmak, çalışma saatlerini kısaltmak kazancı azaltacağı için, elde edilecek karı da düşürecektir. Böyle tedbirlere kapitalist hiçbir patron -bu devlet de olsa- gerek duymayacaktır. Karşılığında ölen işçilere küçük birer tazminat vermek ve daha düşük ücretlerle yeni işçiler almak, tümünden daha karlı bir iştir.

İktidar yine “kader” sakızını çiğniyor şu an yine... Bizlerse, her bir katliamın ardından olanca öfkemizi haykırıyoruz, kimimiz sokaklarda, kimimiz sosyal medyada, kimimiz de adliye koridorlarında... Ancak hepimizin yine bildiği bir şey var ki, bu düzen değişmeyecek... Bu düzen değişmeden, bu düzen değişmeyecek. Kar için kan dökmekten çekinmeyen düzeni yıkmadan, insanı önceleyen bir düzen kurmadan, bu düzeni değiştiremeyeceğiz.

Evet öfkeliyiz. Evet, değiştireceğiz.

Bir kez daha yineleyelim: Hepsi Gitsin İşçiler Yönetsin