Zorunlu Bir Açıklama
Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu, 28-29 Kasım 2020 tarihlerinde Ankara’da gerçekleşti. Yalnız bu defa solun dışına taşıp, burjuva medyada tartışılacak kadar olaylı geçti Genel Kurul.
Çok uzun süredir Eğitim Sen hakkında, daha doğrusu Eğitim Sen’deki hakim anlayışların sendikayı getirdikleri durum hakkında çok şey yazdık, çizdik, söyledik. Sokakta kurulan sendikayı binalara hapseden, mücadele etmek yerine mücadele edenleri tasfiye etmek için çaba harcayan bu anlayış, sendikayı en kritik dönemde, ihraç saldırısının en yoğun olduğu dönemde hareketsiz bıraktı. Adeta ölü taklidi yaptı.
Ortalama zihniyetler gibi, “sessiz kalırsam faşizm bana saldırmaz” dediler adeta sessizlikleriyle. Hatta sendikayı harekete geçirmeye çalışan devrimci emekçilerle öylesine kıran kıran mücadele ettiler ki, görenler gözlerine inanamadı. Faşizme ölü taklidi yapanlar, devrimci emekçilere karşı “kaplan” kesildiler. Bizzat biz DEK’lilerin, örgütlenmesinden yürütülmesine içinde olduğumuz ve yoğun çaba harcadığımız, İstanbul ihraçlarının yetmiş haftayı aşan, Bakırköy, Kadıköy ve Kartal’da KESK adıyla yapılan ihraçlara karşı eylemleri, tüm itirazlara rağmen işte bu anlayışların hâkim olduğu yönetimler tarafından bitirilmişti. Sendikada hâkim bu anlayışların ihraçlara karşı tutumları, mücadele edenlere karşı sergiledikleri karşı duruş çürümenin geldiği boyutu gözler önüne sermişti. Ama maalesef reformist ve bürokratik anlayışla yürütülen bu sendikacılıkta çürümenin sınırları olmadığı her gün yeni hatalarla gözler önüne seriliyor.
“Yüksel Direnişçileri”nin ve Eğitim Sen Hatay Şube yöneticilerinin ve üyelerinin ihraç istemiyle disipline sevk edilmesi döneminde tepkimizi ortaya koymuştuk. Bu yanlışı durdurmak yerine, genel kurulda oylamaya sundular ve faşizmin ihraç ettiği emekçileri sendikadan da ihraç ettiler. Burjuva medyada özellikle bu haber servis ediliyordu: “Bakın birbirlerini yiyorlar, bunlardan kimseye hayır gelmez artık” minvalinde bir üslupla.
Genel kurulun bir diğer haber değeri taşıyan “skandalı” ise “koltuk savaşlarıydı”. Koltuk savaşlarının tarafları: Devrimci Sendikal Dayanışma (Sol Parti), Demokratik Emek Platformu (Yurtsever emekçiler, HDPli emekçiler de diyebiliriz) ve Emek Hareketi (EMEP).
DSD son dönem genel başkanlık ve bir yöneticiyle genel merkez yönetiminde yer aldığında, hiç eleştirmiyordu Demokratik Emek Platformu’nu. Bu seçimde de yine aynı pazarlıkla oturduğu masadan istediğini almaya çalışırken hiçbir eleştirisi yoktu. Mesela şube seçimleri de pandemi koşullarında yapılmıştı, ama pazarlıklar olumlu geçtiği için hiçbir eleştiri sunmamış, hatta pandemide genel kurul olmaz diyen tabanın sesine kulak tıkamıştı.
Son genel kurul öncesinde istediğini alamayınca birden bire pandemi aklına geldi ve genel kurulun yapılmaması gerektiğini belirterek, kendi başkanlık dönemlerinin hesabını vermeden genel kurulu terk ettiler. Pandemi dışında da eleştirileri vardı. Mesela DSD, laik eğitimi savunduğu için ve laik eğitim mücadelesinin yılmaz bekçisi olduğu için diğer anlayışlar rahatsız olmuş. Özellikle de Demokratik Emek Platformu. Eğitim-iş söylemlerinden farklı bir dili olmayan, burjuva partisi CHP’nin arka bahçesi siyaseti yapan, anadilinde eğitim hakkı adına zerre laf etmeyen DSD her konuda olduğu gibi bu konuda da fazlasıyla samimiyetsiz.
Bir diğer eleştirileri ise ihraçların ihracının görüşülmemesini istemeleri. Tek bir sorumuz var: ihraç emekçilerin sendikadan ihraç edilmeleri istemiyle genel kurula sevk edilmesi oylamasında sizin de içinde bulunduğunuz disiplin kurulu oybirliğiyle almadı mı bu kararı? Her yanlarından samimiyetsizlik ve riya akıyor.
DSD, Demokratik Emek Platformu ve peşinden gelenler ile Emek Hareketi bu genel kurulda yaptıkları ve söyledikleriyle kimsenin eleştirmesine gerek kalmayacak şekilde birbirlerinin maskelerini düşürdüler. Uzun lafa gerek yok. Birbirlerinden farkları da yok. Temel anlayışları sınıf sendikacılığı değil toplumsal muhalefet sendikacılığıdır. Onlar için önemli olan “toplamsal muhalefette önemli yer tutan” sendikalarda en kritik koltukları kapıp kendi politikalarını buradan daha yüksek sesle duyurmaktır. İşçilerin ve emekçilerin sisteme karşı yürüttükleri mücadele zerre umurlarında değil. Bu anlayışları ve tavırlarını uzun uzun yazma nedenimiz onları önemsemek değildir. Sokakta kurulan bu sendikayı reformist ve bürokratik sendikacılık anlayışlarıyla ne hale getirdiklerini biraz daha açık bir şekilde anlatmak ve göstermek istedik.
Peki, bu durumda bizim payımıza ne düşüyor?
Devrimci emekçilerin boş bıraktığı her yeri reformist anlayışlar dolduruyor. Biz daha özverili, daha girişken bir şekilde tabana gidip derdimizi anlatamadığımız, tabanın istekleriyle örtüşen mücadeleci, devrimci sendikacılık anlayışımızı onlarla buluşturamadığımız sürece reformist anlayış sendikayı tabandan daha da uzaklaştıracak, mücadele geleneğini unutturmaya çalışacaktır. Sendikanın tabanı fazlasıyla rahatsız bu hal ve gidişattan. Bu rahatsızlığı görecek ve tabanın devrimci emek mücadelesi arzusunu arkasına alıp yürüyecek bir anlayışa ihtiyaç var. Her zamankinden daha istekli, daha umutlu ve cüretle yürümeliyiz. Yaşam bizden yana!
Devrimci Emekçi Komiteleri