Hong Kong meselesi giderek daha fazla dünyanın gündemine oturuyor. En son "göstericiler"e Çin yanlılarının müdahale etmesiyle olaylar farklı bir evreye ulaştı. İşlerin hiç de öyle emperyalistlerin istediği gibi gitmediği açık.
Olaylara diyalektik bakamayanlar, dolayısıyla devrimci bir bakış açısına sahip olmayanlar, Hong Kong'ta daha ilk gösteriler başlar başlamaz burjuva basından arakladıkları argümanları kullanarak Çin'e veryansın etme konusunda birbirleriyle yarışmaya başladılar. Öyle ya, ne de olsa "Çin, emperyalist bir ülke" idi; "Hong Kong'ta demokrasi istemi ile ayaklananları zorla bastırıyordu"; "ABD-İngiliz emperyalizmi ile Çin emperyalizminin yeni ticaret savaşı Hong Kong'ta veriliyordu" vb vb...
Olayların altında yatan süreçlere, iniş çıkışlara hiç bakmadan sadece gözümüzün ilk görebildiği, aklımızın ilk idrak edebildiği şeylere takılarak "teori üretmek" ya da "politika yapmak" bizim ortalama sol hareketlerin varoluş tarzıdır. Buna bir de uluslararası konularda konum belirlerken "düşmanımın düşmanı dostumdur" maocu bakış açısını da ekleyin, artık hangi solucan deliğinden girer hangi galaksiden çıkarsınız ya da sizin "olay ufkunuz"dan geriye ne kalır, tahmin etmek gerçekten güç. Çünkü bu bakış açısıyla bir karadeliğin içine yuvarlanmak işten bile değil!
Daha en baştan Çin'i "emperyalist" diye düşman ilan ettiğiniz zaman, Çin'in yaptığı her şeyi "emperyalist çıkarları gereği" yaptığı sonucuna varırsınız ve daha önce 1989'da Tiananmen Olaylarını bastıran Çin'i "katliam yapmak"la eleştirdiğiniz gibi, bugün Hong Kong'taki ABD ve Britanya tarafından alenen desteklenen "göstericiler"e karşı Çin yönetiminin kullandığı ya da kullanacağı her zor'u "baskı, gaddarlık" vb olarak değerlendirirsiniz.
Oysa olaylara biraz derinlemesine baksanız, bugün "Hong Kong'ta suç işleyenlerin Çin mahkemelerinde yargılanması" kararına karşı başlatılmış gibi görünen "protesto gösterileri"nin arkasında ABD ve İngiltere'nin olduğunu görebilirsiniz. Aslında öyle çok derinlemesine bakmanıza da gerek yok; göstericilerin ellerinde taşıdıkları ABD ve İngiliz Jack Birliği bayrakları bile her şeyi yeterince açıklıyor. Yani "demokrasi yanlısı" göstericilerin istedikleri, Hong Kong'un Çin'den kopartılıp yeniden İngiliz egemenliği altına sokulmasıdır. Bu istemin altında da "demokrasi" ya da "özgürlük" aşkından çok, son yirmi yıl boyunca dünya politikasına yön veren 3.Dünya Savaşı gerçekliği yatıyor. İngiltere ve ABD, Rusya ve Çin'e karşı başlattıkları ticaret savaşını kazanabilmek, Çin'in hızlı gelişimini engelleyebilmek için, bulabildikleri bütün yöntemleri deniyor; Çin'i ve Rusya'yı ekonomik, siyasi ve askeri anlamda kuşatabilmek için atabilecekleri tüm adımları atıyorlar. Bir yandan Uygur Türklerini Çin'e karşı kışkırtırken bir yandan da, buradan istedikleri sonucu elde edememiş olacaklar ki, Taywan ve Hong Kong meselesini kaşıyorlar. Bugün ABD'nin Güney Çin Denizi'nde askeri tatbikatlar yapmasını sadece Kuzey Kore'ye bir gözdağı olarak okuyanlar yanılıyorlar. Bu tatbikatlarda asıl amaç, Çin'i açık bir şekilde tehdit etmek, onun eski İpek Yolu üzerinde oluşturmaya çalıştığı "Tek Kuşak" projesini engellemeye çalışmaktır.
Hong Kong meselesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. 1997 yılına kadar 115 yıl boyunca İngiliz egemenliğinde kalmış olan Hong Kong, bu yıllarda artık Britanya İmparatorluğu'nun eski sömürgeleri elinde tutamamasıyla birlikte, "Tek Ülke İki Sistem" anlayışıyla Çin'e devrediliyor. İşin ilginç tarafı Hong Kong'un "50 yıllığına olduğu gibi bırakılması" karara bağlanıyor. Yani emperyalist- kapitalist sistem, deyim yerindeyse 50 yıl boyunca Hong Kong'ta kapitalizm dışında bir sosyo-ekonomik sistemin kurulamayacağını kendi aklınca garanti altına alıyor. 1997'deki anlaşma ile İngiltere, Çin'in Hong Kong'taki egemenliğine saygı duyacağını kabul ediyor. Bu şekilde Hong Kong'taki emperyalist şirketlerin varlığını güvenceye aldıklarını düşünüyorlar. Bu arada eğitim ve sosyal programlarını sürdürüyorlar ve hatta yerli işbirlikçileri aracılığıyla siyasi partiler kuruyorlar. Bir mahkeme sistemi kuruyor ve kapitalist mülk edinmeyi yasalarla koruyorlar; ama ilginçtir, bu mahkemelere başvuranlar sanıldığının aksine daha çok İngilizler oluyor, Hong Konglular değil. Yine de Hong Kong şehri, Çin'in içine sokulmuş kapitalizmin bir kaması oluyor. Çin'in kapitalizme geçmesi için buradaki tüm nüfus eğitiliyor ve "demokrasi", "Batı" hayranlığı ile besleniyor.
Bu arada Çin ekonomisi, 1997'den sonra hızla gelişiyor. Bunda Hong Kong'un ciddi bir payı oluyor. Bu tarihte Hong Kong, Çin'in gayri safi milli hasılasının %27'sini sağlıyor (bugün bu rakam, %3'lere düşmüş durumda ve düşmeye devam ediyor). Buradaki bankacılık üzerinden Çin uluslararası piyasalara açılıyor, borsalara giriyor. Hong Kong'un 1997 yılında kabul edilen özerk statüsü hem Çin’in işine geliyor hem de emperyalistlerin. Çin, 1949 Devrimi sonrası, Batı'nın ekonomik yatırımlarına ihtiyaç duyuyor. Tabii bu yatırımları bizzat kendileri kontrol etmek kaydıyla. 1997'de yapılan anlaşma ile bu fonlar, Hong Kong'taki bankalar aracılığıyla gelmeye başlıyor.
Evet, bir yandan Çin ihtiyaç duyduğu kredileri bu yolla elde ediyor; ama emperyalistler aynı kaynaklar üzerinden Çin karşıtı hareketleri, eylemleri de finanse ediyorlar. Ford ve Rockefeller başta olmak üzere bir çok Amerikan tekeli buralara adeta su gibi para akıtıyor. Kurucuları arasında eski ABD Başkanı Ronald Reagan'ın da olduğu NED (National Endowment for Democracy: "Ulusal Demokrasi Vakfı") adlı bir kuruluş, bugünkü eylemlerin başını çeken Sivil İnsan Hakları Cephesi'ni kelimenin gerçek anlamında finanse ediyor. Amaç: Çin'in buradaki egemenliğini kırmak ve Çin'i istikrarsızlaştırmak. Dolayısıyla, "Tek Kuşak" projesiyle daha büyük işlere kalkışan Çin'e, kendi evinde huzur vermemek.
Bu politikanın AB emperyalist devletleri ve tekelleri tarafından desteklendiği de bir gerçek. Dolayısıyla Çin, burada çoklu bir kuşatmayla karşı karşıya. İşin içinden nasıl çıkacağı, "göstericiler"e karşı tutumunu sertleştirip sertleştirmeyeceği, önümüzdeki günlerde daha belirgin hale gelecektir. Şimdilik "suçluların Çin'de yargılanması" isteminden vazgeçtiği görülüyor; bu yasayı geri çektiler. Ancak açıktan Çin'e karşı girişilen ve havaalanı işgali, zor araçları vb kullanmayı da içeren eylemleri zorla bastırıp bastırmayacaklarını zaman gösterecek. Çin'in emperyalizm kurgusu "renkli devrimler"e kendi toprakları üzerinde izin vermeyeceğini düşünmek gerekiyor; bu bizim "demokrasi" aşığı "ortalama sol"u hayal kırıklığına uğratacak olsa da!