“Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır,” diyor Clausewitz. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı da başta İngiltere ve Fransa olmak üzere emperyalistlerin, işçi sınıfı ve emekçi halkların Ekim 1917’de canla, kanla kurulduğu, tarihin insanın insan tarafından sömürülmediği, tüm emekçilerin kapitalist kölelikten kurtulmuş bir yaşama kavuştuğu Sovyetler Birliği’ne karşı imha politikasının faşist Hitler sürüsünün eliyle düzenlediği bir savaştı. Hiçbir direnmeyle karşılaşmadan “Blitzkrieg” (Yıldırım Savaşı) taktiğiyle Avrupa’yı istila eden Nazi ordusunun özgüveni tamdı.
22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırdığında, doğu cephesine 1 milyonluk bir ordu ayırmıştı. Ama acaba diğer Avrupa ülkeleri gibi Sovyetler Birliği de hiçbir direnme göstermeden istilacı Nazi Almanyası’na teslim olacak mıydı? Yoksa yurtları uğruna 20 milyon komünist işçi ve emekçiyi feda edecekleri destansı bir direnişe mi başlayacaklardı?
Tarihsel haklılık, yürek, bilinç ve cesaretle kuşanan Stalin'in genel sekreterliğini yaptığı Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin önderliğinde Sovyet işçi ve emekçi halklarının tercihi ikincisi oldu tabii ki... Kerenski, Kolçak ve Denikin çetelerine vermedikleri Sovyet yurdunu Hitler gibi gözü dönmüş bir caniye bırakamazlardı. Bırakmadılar da... 1942’de Moskova Savaşı’nda ve 1943’te Stalingrad Muharebesi’nde kazanılan zafer, savaşın dönüm noktaları oldu.
Moskova Savaşı demişken General Panfilov ve Volokolamsk Şosesi savaşlarından bahsetmemek olmaz elbet. Panfilov'un komutasındaki birlikler, Almanların ilerlemesini bu savaşlarda durdurdular. Tam bir taktik dehayla mevcut savaşın çözümlemesini başarıyla yapan Panfilov, sarmal çekilme hareketleriyle nazi birliklerinin Moskova'ya ulaşmasını engelledi. Kızıl Ordunun yeni birlikler oluşturması ve karşı saldırıya geçebilmesi için çok değerli zaman kazandırdı. Bu savaşlardan birinde, 16 Kasım günü cephede yoğun Nazi saldırısına karşı direnen 28 Sovyet askeri, 28 yiğit insan, 18 Nazi tankını imha ettikten sonra ölümsüzleştiler. 1946’da hepsi de Sovyetler Birliği Kahramanı ilan edildi. Bugün Moskova’da şereflerine dikilen anıt hala duruyor. Mayıs 1945’te Reichstag’a Kızıl Sancağı diken Sovyet askerleri kadar 1941’de ölümsüzleşenlerin de emeğini unutmamak gerekir. “Savaşta askerin iki duygusu vardır: 1 kurtulmak, 2 verilen sorumluluğu yerine getirmek” diyor General Panfilov. Onlar, zaferi görememe ihtimallerinin çok yüksek olduğu bir savaşta sorumluluklarını layıkıyla yerine getirdi.
Sovyetler Birliği’nin çıkarları tüm insanlığın çıkarlarıdır. Bugün komünizm düşünü hala belleklerimizde taşıyabiliyorsak, bunu, tüm dünya işçi ve emekçi halkları için canlarını feda eden yiğit Sovyet halklarına borçluyuz. Mesela İspanya Komünist Partisi liderlerinden Dolores Ibarruri’nin oğlu Ruben Ruiz’in Stalingrad Muharebesi’nde Sovyet yurdu için ölümsüzleştiği pek az kişi bilir. Sovyet yurdu için savaşan bir Basklı’ydı O. 41’de savaşın çıkmasıyla teğmen olarak savaşa katıldı ve 1942’de 22 yaşında ölümsüzleşir. Bugün enternasyonalizmin en güzel örneklerinden biri olarak, bize hala esin kaynağı olmaya devam ediyor.
Belki Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda bulunan tüm askerlerin ismini sayamayız ama en azından birkaçından daha bahsetmeden edemeyiz. İlki Semende Eli Siyabendov. 1909 Kars doğumlu bir Kürt olan Yarbay Siyabendov; Tula, Rusya SFSC, Polonya ve Doğu Prusya’nın kurtarılmasında rol oynadı. 24 Mart 1945’te Sovyetler Birliği Kahramanı ve Lenin Nişanı madalyalarıyla ödüllendirildi. İsmi halen Moskova'daki Büyük Yurtseverlik Savaşı müzesi salonunun duvarlarında savaşta olağanüstü hizmet ve kahramanlık gösterdiği için altın harflerle yazılan asker isimleri arasında yer alıyor.
İkincisi ise Sovyet şair, yazar ve direnişçi... Abdulla Aliş...
1908'de Kazan'da Tatar kökenli bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. 1941"de Kızıl Ordu'ya katılan Abdulla Aliş, aynı yıl, Bryansk yakınlarında Wehrmacht tarafından esir alındı. Burada yine kendisi gibi bir direnişçi ve şair olan Musa Celil ile tanıştı. İkisi de Idel-Ural Lejyonu'na sızdılar. Hapishanedeyken Nazi-karşıtı illegal bir direniş grubu kuran Aliş ve Celil, daha sonraları planlarının deşifre olması sonucunda 25 Ağustos 1944'te Berlin'deki Plötzensee Hapishanesi'nde giyotinle idam edildiler.
Panfilov, Ruben Ruiz, Vatutin, Abdulla Aliş ve daha adını sayamadığımız nicr yiğidini yurt uğrunda feda eden Sovyet Ordusu ilerlemeye geçtiğinde emperyalist dünyanın temsilcileri, tüm Avrupa'nın kızıllaşacağı korkusuyla 1944 haziramında Normandiya'ya operasyon başlattı. Savaşın tüm yükünü Sovyet halkları taşımasına rağmen savaş sonrasında yapılan film, yazılan kitaplar vs..de Nazilere karşı savaşanların ABD ve Birleşik Krallık olduğundan bahsedilirken, yiğit Sovyet Ordusu'nun adı bile geçmiyordu. İktidarı yalan ve gerçekleri çarpıtmak üzerine kurulmuş olan kapitalizmin temsilcilerinden de başka bir şey beklenemezdi elbet. Oysa batılı bir yazar, Nazilerin belinin Stalingrad'da kırıldığını ve batı cephesinde doğru dürüst savaş olmadığını isteyerek veya istemeyerek itiraf etmiştir.
Moskova, Leningrad ve Stalingrad'da Nazileri püskürten ordu, 22 Haziran 1944'te Bagration Operasyonu ile Nazileri Doğu Avrupa'da da hezimete uğratır. Operasyona Sovyetler Birliği Mareşali, savaş zamanı 1.Belarus Cephesi ve birçok cephenin komutanlığında bulunmuş Polonya asıllı Sovyet askeri olan Konstantin Rokossovsky (ağırlıklı olarak taktiksel fikirler O'na ait), Mareşal Zhukov, Mareşal Vasilevsky, ve Mareşal Bagramyan komuta eder. 19 Ağustos 1944'te Sovyet Ordusu tüm Byelorossiya'da ve Polonya'nın doğu bölgelerinde kontrol sağlarken, Berlin'e çarpıcı bir uzaklıkta konuşlanır. Hatta sonraları Stalin, Mareşal Rokossovsky hakkında "Suvorov'umuz yok belki ama Rokossovsky bizim için Bagration'dur," diyecektir.
1945'in 16 Nisan'ına gelindiğinde Sovyet Ordusu'nun Berlin'e taarruzu başlar. Ordu'ya verilen emir 1 Mayıs'ta Berlin'i almasıdır, ve nitekim öyle olur. 30 Nisan'da ise Hitler'in intihar etmesiyle moralmen hiçbir dayanağı kalmayan Nazi Ordusu'nun teslim olmaması için hiçbir sebep yoktur. 8 Mayıs 1945'te Nazi Almanyası Sovyetler Birliği'ne kayıtsız şartsız teslim olduğunu bildiren antlaşmayı imzalar. Ertesi gün, yani 9 Mayıs 1945, Sovyet yanlısı tüm emekçi halklara faşizme karşı Zafer Günü olarak armağan edilir.
Konstantin Rokossovsky, "ancak kahramanlarına saygı gösteren bir halk büyük sayılabilir," diyordu. Hala her 9 Mayıs'ta inatla Moskova'daki Kızıl Meydan'da yerini alıp faşizme karşı zaferi kutluyorlar. Her ne kadar bugün dağılmış olsa da Sovyetler Birliği halklarının büyüklüğü burdadır. SSCB'nin dağılmasının ardından 26 yıl geçmesine rağmen, o devrimci ve yurtsever mirası emekçi halkların belleğinden silemediler. Bir gün kapitalist-faşist barbarlığın karşılarına tekrar çıkma potansiyelini hala bağrında taşıyor. Hele ki Rusya'nın NATO tarafından bu denli kuşatıldığı bir zamanda... hatta Ukrayna'nın güneydoğusunda bulunan Novorusya'da, emekçi halklar kapitalist-faşist barbarlığın karşısına çoktan çıktı bile...
Bugün, çeşitli reformist çevreler Sovyetler Birliği'nin 'sosyalist olmadığı' ve hatta 'Nazi Almanyası'ndan farkı olmadığı' hakkında gevezelikler ededursun. Onların kimlerin peşinden gittiğini, kimin sosyalist olup olmadığını emekçi sınıflar görüyor.
'Marx'a dönüş' adı altında işçi sınıfının burjuvalar üzerindeki diktatörlüğünü, yani Leninizm'in en temel maddelerinden birini inkar eden oportünistler değil, işçi sınıfının iktidarı için savaşan Leninistler kazanacak. Sosyalizmin artık güncel olmadığı, tarihe karıştığı yönündeki her söz küçük-burjuvaların dar dünyalarının ürünüdür. Oysa son sözü işçi sınıfı ve emekçi halklar söyleyecek.