Açlık, işsizlik, katlanan zamlar, geleceksizlik, hayatlarımıza dönük her türlü saldırı, faşist baskılar, savaş... Herkes görüyor, herkes konuşuyor ve yana yakıla bu sorunlara bir çözüm arıyor. Sokaklarda yaşadığımız bu katmerli acılara, bu içinden çıkılmaz gibi görünen sorunlara karşı öfke dolu milyonlarız.
Bizler işçiyiz, emekçiyiz. Sabahın erken saatlerinde işçi servislerine, metrolara, metrobüslere, otobüslere tıkılıp iş yerine giden, güneş batana kadar atölyelerden çıkamayan, üç kuruş kazanacağız diye tüm ömrümüzü çalışmaya feda edenleriz. Kazandığımız para ile, bırakın bir kenara atabilmeyi, ne faturalarımızı ödeyebiliyoruz, ne banka borçlarımızı, ne de kiramızı. Bunları düzenli ödeyebilecek olanlarımızın da ay sonunda elinde hiçbir şey kalmıyor. Bu hepimizin her gün muhasebesini yaptığı bir gerçeklik halinde karşımızda duruyor. Sadece çalışıyoruz, çalışıyoruz ve çalışıyoruz… Hayatlarımız iş yeri ile ev arasında bir mekik dokumaktan ibaret. Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz. Eğer buna yaşamak denebilirse. Evimize misafir davet edecekken ona ikram edeceğimiz bir fincan kahvenin hesabını yapıyoruz. Yalnızca hayatta kalabilmek için zar zor bulduğumuz beş para etmez işlere tutunmak, en acımasız sömürüye, patron baskısına, mobinge, esnek ve güvencesiz çalışmaya katlanmak zorunda kalıyoruz.
Bizler kiracıyız. İş yerlerimizden daha az vakit geçirdiğimiz dört duvar için bizden maaşlarımız kadar kira isteyen, ev fiyatları artınca kiraya iki-üç kat zam yapan, veremeyecek durumda olanlarımızı da gözünü kırpmadan kapı dışarı eden ev sahipleriyle karşı karşıya bırakılıyoruz. Bir yandan kentsel dönüşüm adı altında, oturduğumuz mahalleleri ranta açan devletle, iktidar yandaşı şirketleriyle mücadele ediyoruz. Diğer yandan sadece başımızı sokacak bir ev için, insanca barınmak için varımızı yoğumuzu başkalarının ellerine veriyoruz.
Bizler kadınız. İşçi kadınlar, genç kadınlar, ev işlerini yapmakla ve çocuk bakmakla yükümlü olan kadınlarız. Fabrikalarda, bürolarda, kafelerde saatlerce üç kuruşa çalışan, iş yerinde sadece kadın olduğu için hor görülen, binbir emekle kazandığı parasını da eşine vermekle yükümlü görülen kadınlarız. Ekonomik yüklerle beraber toplumun ve ailenin yüklerini de kaldırmak zorunda görülen kadınlarız. Sokakta yürürken arkamızı defalarca kez kontrol etmek zorunda bırakılan, dilediği gibi yaşayamayan kadınlarız. Böyle bir yaşama mecbur değiliz dediğimiz için eşi, babası ve hatta tanımadığı bir çok erkek tarafından uygulanan her türlü şiddetle, patronun baskı ve taciziyle, polis barikatlarıyla, haksızlık ve hukuksuzluklarla yüzleşmek ve mücadele etmek zorunda kalan, her gün katledilen kadınlarız.
Bizler toplumun tüm “normal” anlayışlarına karşı var olma mücadelesi veren, toplumun öteki olarak gördüğü LGBTİ+larız. Kimliğimizden dolayı işsiz kalan, hakarete uğrayan, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, yok edilmek istenen “öteki”leriz.
Bizler bu ülkenin geleceği dediğiniz gençleriz. Her geçen gün geleceğe dair ümitlerimizi yitirenleriz. Artık çok azımızın ailesi eğitim masraflarımızı karşılayabiliyorken, birçoğumuz eve katkı sunmak ve bir işimiz olsun diye çalıştığımız tekstil atölyelerinde, şantiyelerde ölmeye layık görülenleriz. Okuyacak kadar “şanslı” olanlarımız ise yüksek kiralardan ne evlerde barınabiliyor ne de yurtlarda kalabiliyor. Cemaat yurtlarından her gün bir sıra arkadaşımızın ölüm haberi bu gerçekliği yüzümüze vuruyor. Gelecekleri, hayatları ve umutları çalınanlarız. Biz belki de bu toplumdan en çok alacaklı olanız.
Bizler evleri yıkılan, sürgünlere gönderilen, özgürlüğünü istediği için her türlü inkar ve imha saldırısına uğrayan Kürt halkıyız. Anadili yasaklı olan, Kürtçe konuştuğu için linç edilen, hayatın her alanında ırkçılıkla yüzleşmek zorunda kalan, Türk burjuvazisi ve faşizm tarafından ezilen Kürtleriz.
Bizler savaşlar yüzünden evleri yıkılan, işsiz ve aç kalan, yerinden yurdundan göç ettirilenleriz. Biz gittiğimiz her yerde “yabancı” olanlarız. Aynı iş yerinde çalışsak da, kapı komşusu olsak da “yabancı”yız. Aynı sefalette yaşasak da, aynı şekilde aç kalsak da, çocuklarımız aynı okula gitse de biz “yabancı”larız. Doğup büyüğünüz yerin devleti, bizim doğup büyüdüğümüz toprakları bombalarken biz “yabancı”yız. Savaşı başlatan biz değilken, sorumlu görülen hep bizleriz. Evlerimiz yağmalandı, iş yerlerimiz yakıldı, çocuklarımız sokak ortasında dövüldü. Bizim ülkemizden ayrılmamıza neden olan bombaları atanlara yönelmeyen öfke, savaş yüzünden evini terk etmek zorunda olan bizlere yöneldi.
Peki ya “yöneten”ler ne yapıyor? Hangi derdimize bir çözüm olabiliyor? Yönetenlerin hepsinin derdi bizi susturmak, oyalamak, sermayenin çıkarlarına hizmet edip, patronların düzeninin tıkırında yürümesini sağlamak! İktidarda olanlar elimizdekine şükretmemizi öğütlüyor, iktidara aday olanlar ise onları “seçersek” her şeyin düzeleceğini iddia ediyor.
Peki kim bu adaylar? Bir yanda altılı masa denen “en geniş muhalefet cephesi”... 90’lı yılların faili meçhuller kraliçesi olmakla övünen Meral Akşener, Madımak Katliamının katillerinden Temel Karamollaoğlu, Kandil’i yerle yeksan edeceğini ilan eden Kemal Kılıçdaroğlu, kent savaşlarının kanıyla yıkanmış Ahmet Davutoğlu, dinci faşizmin inşasında kritik roller oynayan Ali Babacan ve diğerleri... Bir yanda da iç savaş konusunda bu kadar deneyimli bir ekibin karşısına “üçüncü yol” diye çıkan “sol muhalefet”... Hem altılı çeteyle hem de 20 yıllık dinci faşist iktidarla “seçim” yoluyla başa çıkabileceğini, daha da kötüsü bir ahırdan farksız duruma gelmiş meclis denen organın değişime araç olabileceğinin hayalini kuran partilerden oluşan bir muhalefet.
Sandık dışında elimizden ne gelir? Biz söyleyelim, her şey! Asıl güç sandık değil, kendi kollarımızdır! Ya paranın, sermayenin yolundan gideceğiz ya emeğin; ya burjuvazinin dünyası ayakta kalacak ya da tüm ezilenlerin dünyası kurulacak; ya o kan emiciler gelecek iktidara ya da biz! Yapacağımız tüm “seçim”ler yalnızca bu iki yoldan birinin seçimi olacak! Hayatın her alanını üreten bizler, hayatın her alanında birlikte olmak zorundayız. Bir arada olmak, örgütlü davranmak zorundayız. Bu artık bir temenni değil, bugünün zorunluluğu.
Gerçek değişim yaşamın içinden çıkan örgütlenmelerimizle, komitelerimizle, meclislerimizle, konseylerimizle gelecek. Tıpkı örgütlenen ve kazanan depo işçileri, çorap işçileri, market işçileri gibi. Tıpkı bir gecede feshedilen sözleşmeye karşı Taksim’de barikatları yıkan kadınlar gibi. Tıpkı iktidarın okul sıralarına hapsedemediği üniversite öğrencileri gibi. Tıpkı tüm gözaltılara, tutuklamalara rağmen örgütlü davranmaktan vazgeçmeyen Kürt halkı gibi. İnsanca yaşayabileceğimiz geleceğin ülkesini kurmak ve sorunlarımızı gerçekten çözecek toplumsal önlemleri güvenceye alacak halk iktidarı için mücadele edelim!
Geleceği beklemeden şimdiden, iş yerimizde bizi sömüren patronlara karşı; okulumuzda gerici eğitim sistemine ve onun temsilcilerine karşı; mahallemizde bizi sokağa atmaya kentsel dönüşüm şirketlerine karşı; yaşamın her alanında sorun yaşadığımız her yerde en yakınımızdakiyle birlikte hareket edelim!
Bütün bu sorunlara son vermek ellerimizde! Sorunlarımızın tüm kaynağı, sermaye düzenidir. Sermayenin bu baskıcı sömürü düzenine, bu faşist düzene son verelim. Sermayenin politik egemenlik aygıtlarını, devleti, tüm iktidarı yıkıp, emeğin iktidarını kuralım. Kendi iktidarımıza dayanarak tüm bankalara, tüm tekellere, tüm büyük topraklara, büyük sermayenin tüm sömürü araçlarına, dış ticarete vb. el koyalım. Emperyalistlerle olan askeri, mali her tür anlaşmayı feshedelim. İşte o zaman kurtuluşumuzun yolu açılmış olacak. O zaman emekçi halkın politik iktidarına dayanarak;
- 14 yaşından küçük çocuk emeğinin yasaklanması;
- İş gününün yedi saat, haftalık çalışmanın 35 saat olması;
- Hangi gerekçeyle olursa olsun, işçi ücretlerinde kesinti yapılmasının yasaklanması;
- İşçi sınıfının sendikalarda örgütlenmesi, sendikaların ekonominin yönetimine katılması, sendikalaşma özgürlüğünün sağlanması;
- Sağlık hizmetlerinin parasız olması;
- Her ulusun kendi kaderini tayin hakkını kullanması, kendi dilini ve kültürünü özgürce yaşaması;
- Zindanların yıkılması ve tüm politik tutsakların özgürlüğü;
- Kadınlara dönük her türlü toplumsal eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve erkeklerle yaşamın tüm alanlarında gerçek eşitliğin sağlanması, örgütlenme hakkının korunması;
- Kadın işçilerin kadın sağlığına aykırı işlerde çalıştırılmasının önlenmesi;
- Çocuklar için 24 saat kreş, yuva ve oyun parklarının yaygınlaştırılması;
- Eğitimin parasız ve zorunlu hale getirilmesi;
- Anadilde eğitim hakkı;
- Eğitimin şoven, ırkçı, gerici, dini, faşist vb. burjuva ideolojisinin tüm etkisinden arındırılması;
- Okulların askerin, polisin ve hükümetin etkisinden arındırılması;
- Üniversitelerin demokratik ve özerk yapıya kavuşturulması;
- Sağlığa uygun konutlarda yaşamak, temiz bir çevrede dinlenme olanaklarına sahip olmak;
- Kiraların, kiracıların gelir durumuna göre düzenlenmesi ve düşük tutulması;
- Sanayi ve nükleer sanayinin doğayı ve toplumsal yaşamı tehdit etmesinin önlenmesi, temiz ve korunmuş bir doğa için gerekli önlemlerin alınması;
- Bankalara olan borçlarının silinmesi;
- Toplu taşımanın ücretsiz olması;
ve daha pek çok önlem, derhal gerçekleştirilebilir. Kendi iktidarımıza dayanarak hayata geçireceğimiz bu ve benzeri önlemlerle bir çırpıda bize dayatılan cehennemden kurtulabiliriz. Kurtuluşun yolu kendi iktidarımızdan geçiyor. Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.
Halk iktidarını kuralım! Gelin kendi geleceğimizi kendimiz bugünden kurmak için harekete geçelim! Gelin yaşamlarımızı cehenneme çeviren, bizlere hayatı dar edenlerin düzenine karşı birlikte dövüşelim! Gelin kendi yönetimimizi kendimiz ele alalım, kendi yönetimimizi yani halk iktidarını birlikte var edelim!
Hepsi Gitsin, Halk Yönetsin!