Devrimci yığınlardan bahsettiğimiz zaman, bunların kendi içinde farklı bilinç seviyelerine ve farklı politik tutumlara sahip olduklarını gözden kaçırmayalım. Üç farklı düzey ve tutumdan bahsedebiliriz.
İlki devrimin en ileri bölükleridir. Bunlar her grevde ve her sarsıcı olayda sermayeye, onun faşist devletine korkusuzca kafa tutan proleter sınıftır. Bunlar mülksüz ögelerinin kentleri savaş alanına çevirdiği, Kürt halkıdır. Bunlar uzun iç savaşın farklı evrelerinde partili, örgütlü çalışmalar içinde yer almış, "eski tüfekler"dir. Bunlar büyük kentlerin devrimle yoğrulmuş semtlerini bir anda eylem alanına çevirmeye hazır gençliktir. Bu ileri kesim, zaferin ancak Gezi'yi aşan mücadele araç ve organlarıyla donanmış topyekün bir ayaklanmanın sonunda geleceğini biliyor; güçlü bir kıvılcımın nüfusun ezici çoğunluğunu harekete geçirecek potansiyele sahip olduğunu hissediyor. Ve yine zaferi kazanmak için tüm devrimci parti ve grupların merkezi bir politik karargah oluşturması gerektiğini her fırsatta dile getiriyor. Günlük pratik tutumlarını bu bilinçle belirliyorlar.
İkincisi, devrimin yarı aydınlanmış yığınlarıdır. Çoğunun varolan sömürü düzenine dair keskin bir karşıtlığı yoktur, fakat varolan iktidara karşı yani dinci-faşizme karşı keskin ve yükselen bir öfke içindeler. dinci-faşizmin gemi azıya alan tehditleri, bu yarı aydınlanmış kesimleri şu an için devrimin en hareketli ve arayış içindeki bölüğü haline getiriyor. Bunlar geleceğinin elinden çalındığını gören gençliktir; kendilerini mezuniyet törenlerinde ele veriyorlar. Bunlar, şimdiden sonra çocuklarına cihat öğretileceği, amin alayları düzenleneceğini gören emekçi Alevilerdir. Bunlar müthiş ve buz kıran öfkeleriyle genç kadınlardır. Bunlar zeka, yetenek ve çalışmanın hiçbir anlamı kalmadığını, ama yavanlığın, cehaletin, çürümüş bir biat kültürünün ödüllendirildiğini organik hoşaf örneklerinde görüp öfkelenen, okumuş-yazmış kentli kalabalıklardır. Sayıları milyonlarla ifade edilebilir.
Yarı aydınlanmış kesimler, eğer hemen bir şey yapılmazsa, karanlık uçurumun herkesi yutacağı algısıyla, devrimin saflarına aciliyet ve umutsuzluk karşımı ruh halini taşıyorlar. Politik tutumlarının dalgalı seyrinde, bu aciliyet duygusunun damgası vardır. Bir anda tekelci sermayenin muhalif partisinin etrafında toplanır ama hemen onu kendi kaderiyle baş başa bırakırlar. Başka bir anda, reformist çevrelerin çeperlerinde görünürler. Yalpalamaya açık yarı aydınlanmış bilinçleri, onlara hem dinci-faşizmin ancak sokakta dişe diş kavgayla yenileceği gerçeğini fısıldar, hem de tam olarak kurtulamadıkları eskimiş fikir ve önyargıların etkisiyle, sandık başında hesaplaşmanın mümkün olduğu sanısına kapılırlar. Bunlar, tıpkı devrimin ileri kesimleri gibi, Gezi'nin hasretiyle yanarlar, fakat işin kanlı bir mecraya sürüklenmemesi adına, dinci-faşist iktidara karşı duran her kesimin (özellikle CHP'yi, hatta kimileri Akşener'in partisini ekler) bir araya gelmesiyle oluşacak muazzam kitleselliğin her şeyi çözümleyeceği hayaline kapılırlar. Bir an için vicdan ve adalet gibi içeriği belirsiz kavramların etrafında en geniş birlikteliğin yaratılacağına inanırlar ve sonra bu en "kutsal" kavramların bile işe yaramadığını görerek, umutsuzluğa kapılırlar. Aciliyet duygusu, onları bir kez daha umutsuzluk çukurundan çıkardığında, bu kez umudu ancak radikalleşerek, boykot tutumunu dile getirerek yaşatırlar. Devrimin ileri, bilinçli kesimleri genel bir hareket yaratacak denli kalabalık olan bu yarı aydınlanmış kesimleri mümkün olduğunca yakında tutmalı, ancak yanılgılarını açığa vuracak eleştirel mesafeyi mutlaka korumalıdır.
Üçüncü kesim, devrimin artçı birlikleridir. Bunlar sömürücü düzene olduğu kadar, dinci-faşizme karış da ikircikli bir tavır içindedirler. Aslında keskin, politik hesaplaşmalara yer olmayan sıradanlığı içindeki hayatlarında "kendi düzenlerini" bugüne kadar sürdürebildiler. Parıltılı gökdelenler, işlevli köprüler, eğlenceli AVM'ler, borçlu ama konformist bir huzur vadeden kredi kartları, bu artçı kitleyi bir dönem dinci-faşizm karşısında kayıtsız bir tavra sokmuştu. Ne var ki son iki yılda, egemenliğini salt genelleşmiş polisiye baskıyla ve aşırı yüklenmiş propagandayla yürüten dinci-faşizm, en başta bu kayıtsız kitlenin sıradanlığını sarstı, öfke birikimi yarattı. Onları, örneğin İstanbul'u sel aldığında, suçu hükümete yükleyen öfkeli bağırışlarıyla otobüslerde, metrolarda görebilirsiniz. Sıradan hayatları, toplumu her mekanda otobüste, stadyumda, çarşı pazarda yakalayan aşırı kutuplaşma eğiliminden kaçınamıyor. Şu an için siyasal niteliği açık bir eyleme katılmaktansa öfkesini şurada burada homurtularla yükselten bu kesim hiç de az değildir, dinci-faşizme karşı köklü bir hesaplaşmaya çağıran topyekün bir isyanın artçı güçleri olacaklardır, evlerini açacak, maddi imkanlarını sunacak, belki sokak başına kadar eylemcilerle yürüyecekler. Bir açıdan sıradan yaşamlarının "masumiyeti"ne derin mana besledikleri için dinci-faşizmin şu ya da bu mücadeledeki günahlarını en kalabalık yerlerde sayıp dökme cesareti göstererek, devrimin virüsünü her yana taşıyorlar. Dinci-faşist iktidarın kitle tabanı üzerinde moral üstünlük kurmaya fazlasıyla katkı sunuyorlar.
Ve şimdi de, bu artçı kitlelerin en iyi bölüklerini selamlayalım. Bunlar yıllar boyu dinci-faşizme destek sunan, ama şimdi desteklerini açıktan savunamayan, toplumsal çürümenin sonuçları karşısında dehşet ve utanca düşenler, aldatıldıklarını görenlerdir. Sayıları az ama sürekli çoğalıyorlar. Şimdi onları öfkeyle fındık bahçelerinde satır sallarken görüyoruz; Kiraztepe gibi AKP kalesi bilinen yerlerde kentsel rantı protesto edip, bakanların kafasına taşlar yağdırırken görüyoruz. Onları, yaşlı bir Kürt kadının cenazesine yapılan alçaklığa yuh çekerken görüyoruz. Bütün bunlar, dinci-faşizmin kitle tabanında derin çatlak oluştuğuna, bir kısmının o cepheyi terk etmeye başladığına dair sağlam ve kesin kanıtlardır.
Proletaryanın devrimci öncüsü, propaganda ve ajitasyonunu devrimin ileri kesimleri üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Şimdi bu kesimler zora dayalı bir ayaklanmanın kaçınılmazlığına dair keskin bir algıya sahipler. Çatışmanın hangi mücadele araçları ve organlarıyla zafere taşınacağına ilişkin sorularına cevap arıyorlar. Ne yasal parlamenter yollar, ne hak hukuk ne de savunma pozisyonunda çakılan direniş çizgisinin bir zafer vadetmediğini anlıyorlar, en azından anlayacak durumdalar. Proleter öncüleri, şimdi ileri devrimci kitleye ayaklanmanın askeri, teknik meselelerini açmalı, her cüretli çıkışın bozkırı tutuşturan bir yangına dönüşebileceği; sadece toplumun ezici çoğunluğundan değil, ama aynı zamanda dünya emekçi sınıflarından ve halklardan yoğun destek göreceği; bu küresel destek eşliğinde eyleme geçenlerin tarihi kahramanlıklarına yönelik bir özenme duyacağı gerçeklerini anlatmalıdır. Faşist devlet aygıtını baştan ayağa etkileyen derin çatlakların devrimin işini olağanüstü kolaylaştıracağı, karşımızda bölünmüş bir düzenli ordu bulunduğu ve diğer ayaklanmacılar gerekli taktikleri ustalıkla uygular ve gerekli cüreti gösterirlerse ordunun bir kesiminin kazanılabileceği üzerine bir anlayış yaratılmalıdır. İleri devrimci kesimler, şimdilerde radikalleşen ve sola doğru keskin bir yalpa yapan yarı aydınlanmış kesimlerle birleşmeyi ve onlara cesaret aşılamayı bilirlerse, ortaya çıkan muazzam kitle enerjisi karşısında dinci-faşizm dayanamaz. Bu propaganda ve ajitasyonun, sistemli ve ısrarlı yürütülmesi, devrimin ileri kesiminde mutlaka karşılığını bulacak, proleter öncüye bir ayaklanmaya pratikte hazırlanmak için gerekli enerjiyi, desteği ve maddi imkanları beraberinde yaratacaktır.
Umut Çakır