Adeta hızlı çekim, tekelci sermaye egemenliğinin çözülüşüne tanıklık ediyoruz. Her sınıflı toplum gibi, burjuva toplum da, çelişkiler had safhaya ulaştığında, birliği oluşturan çelişkin ögeleri kutuplaştırır, onları birbirinden bağımsız harekete zorlar ve mücadeleyi biri diğerini yok edecek sertliğe ulaştırır. O güne dek, emekçi nüfusu burjuva hegemonyasına mahkum eden ne varsa (ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültürel), parçalanan birliğin şiddeti altında, gerçek içerikleriyle ortaya çıkarlar. Olağanlaşan OHAL koşullarında, şiddetini sakatlamaya değil ama doğrudan açlıkla, işsizlikle öldürmeye ayarlı ekonomik çöküş, daha düne kadar burjuva toplumun kutsalı sayılan ne varsa, onu ayaklar altına alıyor: Önce “devletin bekası” şimdi de tartışılması yasak “terör” söylemi, aynı kaderden kurtulamıyor.

Bir önceki seçimde gerici tekelci muhalefet “çaldırmayacağız!” yalanıyla ilgi çekmeyi başarmıştı; ama şimdi bu yalanın hiç bir ikna edici gücü kalmadı. Yine de, seçim kürsülerinde bol alkış fırtınası koparacak bir söz buldular. Demirel’in yetiştirmesi Akşener, ustasından devraldığı taktiklerle, ölü toprağı serpilmiş miting meydanlarını biraz olsun heyecanlandıran “Teröristler, nasılsınız?” lafını kullanmayı pek sevdi. 90’lı yıllarda en kanlı iç-savaş dönemlerinin içişleri bakanı olarak “terörizmle savaşmak”la övünen faşist asenanın, şimdi duyduğu alkışlarla aklının başından gitmesi, doğrusu ironiktir ya da tarihin bir intikamı diyelim. Ama bunun bir önemi yok.

Asıl dikkat çekmemiz gereken husus, gerici muhalefetin mitinglerindeki ölü toprağı biraz olsun silkeleyen, sıradan emekçileri saran bu ruh halidir. Çünkü Akşener’e bizzat “söyle söyle” diye tempo tutanlar onlar. Umutsuzluğun kıyısındaki bir durgunlukla bu miting alanlarını dolduranlar, önemli oranda, gerici önyargılarla şovenist zehrin etkisi altındadırlar. Yine de tüm önyargıların ve şovenist zehrin bünyeye yayılmasında önemli bir işlev üstlenen “terörizm” söyleminin, bu denli alay konusu haline gelmesi, işte bu salt bir ironi değildir; birbiri ardına devrilen köklü önyargılar enkazına eklenen yeni bir halkadır.

Uzun iç-savaş boyunca tekelci faşist devlet, “terörizm” söylemi ve kurgusuna özel bir önem vermişti. Bu kurgunun içerdiği şiddet, önyargılarla dolu emekçi kesimlerin tahayyül ufkunu boydan boya kaplamıştı. Bu söylemsel kurguya göre komünistler, yeni bir toplum için kavga verenler, yalnızca toplumun huzuru ve birliğini bozmaya yeminli, amaçsız tedhişçilerdir. Faşizme göre, huzuru ve birliği isteyenler bu bir avuç tedhişçiye yönelen resmi şiddetin destekçisi olmalıydı. Söylemin ürettiği aşırı duygular, komünistlerin yüce amaçlarını karartmanın etkili bir yolu olmuştu. Özellikle 89-91 karşı devrimleriyle sosyalist dünya sisteminin dağılması, komünistleri, umutsuz bir davanın sürdürücüleri gibi göstermeyi kolaylaştırmıştı. Karşı-devrim saflarını dolduran kalabalıklar, burjuva toplumun ürettiği tüm acıları, sefaleti ve baskıyı, bir günah keçisinin sırtına yükleyip dışsallaştırmaya hizmet eden bu söylemin etkisini derinden hissettiler, karşı devrim yapısını ortaya çıkartan en önemli çimento, bu “terörizm” söylemiydi. Ne zamana dek? Bizzat karşı-devrim saflarında, huzur ve birliğin kalmadığı görülene dek.

Burjuvazi ne yaparsa yapsın bir türlü gündemden düşmeyen devrimin direşkenliği, uzun iç-savaşın bütün sonuçları ve bunlarla birleşen ekonomik çöküşün sınır tanımaz dalgaları, karşı-devrim saflarında huzur ve birlik bırakmadı. Egemen katlarda bir türlü önü alınamayan çıkar kavgaları, ardı ardına doruk bunalımlarına yol açınca, kitleler içinde en gerici önyargılarla dolu olanlar bile, genel hareketlenmenin içine doğru çekildi. Böylece, tarihteki her büyük halk devriminin geniş ölçüde yararlanabildiği, ciddi kalabalıkları kapsayan geniş çaplı bir havuz oluştu. Bunlar, varolan burjuva egemenliği ile bir sorunu olmadığı halde, varolan hükümetlere duydukları kin ile tutum belirleyen geniş emekçi kesimlerdir. Şimdilerde kendi çözümünü dayatan çelişkilerin son haddine kadar keskinleşmesi sonucunda, bu havuza, karşı-devrim saflarından, öyle teker teker değil, geniş bloklar halinde koparak dökülenler, sınıf dengelerini alt üst edici dalgalanmalar yaratıyorlar.

Yine de, karşı-devrim saflarındaki hareketlenmeleri, devrim saflarındaki gelişmelerden soyutlayıp ele almak, eksik bir değerlendirme olur. Söz konusu önyargıların yıkılışında, devrim saflarında yaşanan nitel-nicel birikimlerin özel bir önemi ve etkisi vardır. Bu konuda en başta gelen olgu şudur ki, devrim saflarından taşan öfke birikimi, ekonomik çöküş ve doruk bunalımlarıyla belli bir kaynaşma düzeyine gelen bu havuzda da gerilimin ve umudun bir arada yükselmesine ön ayak oluyor. Devrim saflarında birikmiş öfkenin patlamaması için faşizm, olağanüstü baskıyı öylesine geniş kitlelere doğru yaydı ki, ön yargılarla çokça zehirlenmiş kitleler içinde bile, demokrasiye dair ciddi ve derin bir özlem yarattı. Direşken devrim, bu özlemi umutla besledi. Faşist baskı, yaygınlaşıp sıradanlaştıkça korkutucu etkisini kaybeden, kendi ayaklarına ateş eden bir mekanizmaya dönüştü. Bir noktadan sonra, faşist baskıyı kabul ettirmeye yardımcı olmuş ne kadar söylem ve kurgu varsa, önce alay konusu yapıp sonra aşmak üzere, kitlelerin ayakları altına alınacaktı elbette.

Gerici ön yargılarla dolu emekçi yığın kesimlerinin, kendilerine kürsüden “terörist” diye hitap edilmesi için meydanlarda tempo tutmaları, bu yüzden, göz ardı edilemeyecek bir olgudur; sermeyenin ve onun faşist devlet aygıtının ipleri elinden artık iyice kaçırdığına dair bir başka kanıttır. Dahası, bu önyargılarla dolu geniş kalabalıklar içinde, yıllarca “terörist” yaftasıyla karşılanan devrimin yüce amaçlarını propaganda etme şansı, şimdi eskisinden çok daha fazladır. Sınıflar mücadelesi ve uzun iç savaşın bütün tarihi seyri, geldiği aşama ve var olan dengeler göz önüne alındığında, devrim safları bu propagandayı, alışageldik tarzda, yani küçük propaganda gruplarının yazılı ve sözlü etkinliği ile sınırlandıramaz. Ama devrimin ileri bilinçli, öfkesi kaynama noktasında engel tanımayan kesimlerinin her devrimci atılımı, isyanı ve ayaklanması; kısacası, devrimin milyonların iç-savaştaki her büyük adımı, bundan böyle, “terörizm” yaftasını adeta bir onur madalyası sayan bu kalabalıkların aktif desteğiyle, ya da en azından hayırhah tutumuyla karşılanacaktır.

Umut Çakır