Profesör Gamze Yücesan Özdemir Birgün Gazetesinin Pazar ekinde nihayet bir şeyler söylemeye ve düşünmeye yeteneği olan insanların o sayfalarda bile bulunabileceğini bize göstermiş "Kış ve kriz koşullarında emekçilerin ve işçi sınıfının muğlak tedirgin ve iddiasız siyaset yerine daha net bir siyaset beklediğini söylemek yanlış olmayacaktır Sosyalist solun yeni bir toplum inşa etme hedefini bu hedefe doğru yürüyüşünü, ilkelerini ve sorumluluklarını otoriter baskıcı ve modernist bulan "Post" teoriler ve pratikler, solu epey soluklaştırdı ve silikleştirdi. Demokrasi cephesi uzun yıllardır, birbirine benzemez siyaset ve talepleri bir arada tutmaya çalışarak toplum nezdinde "muğlak ve tedirgin" bir sol yarattı. (16 Aralık Birgün Pazar Eki)
Profesör Özdemir, her cümlesinde bir bam teline vurmuş. Makalesi boyunca açıktan isimlerini anmasa da "Faturacı 47'lileri" eleştirmiş, kapitalizmin yırtığını, söküğünü dikme siyasetinin solu soldurup, sağcı akımlara itibar kazandırdığından bahsetmiş. Biraz daha cesaretli düşünebilseydi bu eleştirilerin ancak zora dayalı devrim, proletarya diktatörlüğünü gündeme getirdiğini anlayabilirdi. Bu eksikliğe rağmen meselenin şu an için can alıcı noktası, düzen içi reformculuğun, haklar, mevziler için öne sürülen talepler listesinin bizzat "toplumun gözünde muğlak ve tedirgin bir sol" yarattığı tespitidir. Sesini duyurmaya çalıştığı reformist saflarda falso sesler veren bam teli bunlar.
Reformist ve titrek sol'un yeni tedirginlik kaynağı dinci faşizmin en umulmadık kişilere bile kolayca sallanan "terörist" suçlamaları ve Gezi propagandası üzerinden gerginlik yaratması. Titrek sola kulak verirsek, bunların hepsi bir manipülasyon yani ortada gerçek anlamda bir Gezi havası yok. Nereden mi biliyorlar? Çünkü isyan yok! Baksanıza tantanayla ilan ettikleri faturacı manifestoları, bekledikleri ilgiyi emekçilerden görmedi. "Öyleyse" diye akıl yürütüyor titrek sol, "dinci faşizmin 'isyan çıkacak' paranoyasının altında seçim hesapları vardır. Ne de olsa dinci faşizm kendi kitlesini ancak bu türden gerilimlerle konsolide ediyor ve seçimleri kazanıyor."
Aklı başında dürüst bir emekçi bu titrek sola hemen şu soruyu yöneltecektir :" Pardon, anlaşılan sizler dinci faşizmin her seferinde 'Atı alan Üsküdar'ı geçti’ğini kendi ağızlarından itiraf etmelerine rağmen inanmıyorsunuz öyle mi? Oysa faşizm Üsküdar'da at çiftliğini kurdu şimdiden. Kusura bakmayın sizin gibi budalalar ile yol yürümeyiz. Siz ancak o muğlak ve tedirgin laflarınızın arkasında bir keramet olduğunu sanan saf dillerle yolunuza devam edeceksiniz.
Oysa cümle reformist tayfa ne umutlarla beklediler şu ekonomik krizi. Boğazına kadar hileye batmış, milyonların öfkeden kanı beynine sıçratmış bir seçim trajedisinden hemen sonra bu öfkeye bir biçim vermek yerine yayınlarında aynı başlığı atmışlardı: "Seçim bitti, geçim zamanı." Yani dediler ki, "Olanları çarçabuk unutalım, onurunuzu ayaklandıran öfkeyi boş verin, bakın kriz geliyor. Dinci faşizme oy verenler onun gerçek yüzünü görecekler ve kendiliğinden bizim saflara geçecekler. İşte o zaman -tabii ki, yine sandıklarda- dinci faşizmle hesaplaşma olanağımız olacak!" Kafalarındaki bu basit gürültüsüz patırtısız pişen armudu havada yakalamaya endeksli bu pek akıllıca plan bir işe yaramamış görünüyor. Ne kriz yüzünden milyonların protestosu var, ne de çözülen dinci faşizm.
Anlayamadıkları şu: Faşizm en derin krizlere rağmen kendi tabanını koruma yolları bulabilir. Çünkü ellerinde sınırsız demagoji imkanları ve araçları hasımlarını bin bir yolla susturabilme olanakları ve en önemlisi açık terörist yöntemleri var. Tüm bunları pek çok kez gördük, devrimci milyonların kalkışını ancak bir noktaya kadar geciktirebilir, ama karşı devrimin kitle tabanındaki etkisi çok daha fazladır. Hem bu taban olur da şuradan buradan kopsa bile devreye hemen hileler giriverir. Herkes bunu defalarca gördü ve yazdı.
“Muğlak ve tedirgin sol" iç içe girmiş bu demagoji ve terörist yöntemler karşısında ne öneriyor dersiniz? Yukarıda adı geçen gazetenin bir yazısını ibret olsun diye örnek verebiliriz. "O ringe çıkma!" diyor yazar, herkesi tehdit eden demagoji ve açık terörist yöntemleri görmezden gelmeyi vaaz ediyor. Kendi sahamız, kendi seyircimiz önünde oynamaya bakalım. O sahada hangi topu çevirecekler sayıyor bir bir. Dayanışma ağlarımız, üretici-tüketici kooperatiflerimiz kitabevlerimiz, yayın-dağıtım ağlarımız, seçim güvenliği ağlarımız, toplumcu kreşlerimiz."
Şu hiçbir işe yaramadığı itiraf edilen "seçim güvenliği ağları"nı bir yana koyun, geriye sermayenin ve dinci faşizmin kılına dokunur tek bir şey yok. Öyle ya faşizm o ringte tek başına rakipsiz kalınca kahrolacak! Madem o ringe çıkmamak gerek, o zaman şu seçim tiyatrolarını da terk etmeyi düşünmek gerekmez miydi?
Bırakalım bu pespaye reformistler ve peşlerine taktıkları cümle faturacılar mitinglerinde bekledikleri o büyük kalabalıkların neden kendilerinden uzak durduğunun şaşkınlığını yaşasınlar. Biz onlara bunun nedenini anlatalım. Tam da akademisyen Özdemir'in altını çizdiği gibi geniş emekçi kitlelere hiçbir umut aşılayamıyorsunuz.
Gezi'nin, 6-8 Ekim silahlı serhıldanlarının, şiddetli kent savaşlarının gerçek anlamı üzerine hiç düşünmediniz. Bunlar bu toprakların 'kostümlü provasıydı'. Oysa sizler böylesine devrimci birikime ve ileriye gitmiş kitlelere "Okuma alıştırmalarına geri dönme" çağrısı yapıyorsunuz. Devrimci yığınlar, bir halk eğer bir kez 'kostümlü provadan' geçmişse, üstelik bunu gerçekleştiren güçler tüm karşı saldırılara rağmen güç ve umudu koruyorsa, böyle bir kitle ancak kaldığı yerden devam etmek ister. Onların gözünde ulaştıkları bilinç, eylem ve örgütlenme kapasitelerini hor gören ve her şeye baştan başlamayı vaaz eden öncüler pek zavallı, tedirgin bir öncü gibi görünecektir. Öyle de oluyor, her ağızlarını açtıklarında gericiliğin her alanda hakim olduğundan yakınan bu öncülere, şöyle diyorlar: "Sakin olun biraz, gericiliğin bizi nüfusun en az yarısından fazlasını teslim aldığını mı söylüyorsunuz? Ne gaflet! Oysa bizzat sermaye sınıfı toplumun aşırı kutuplaşmasından sızlanıyor; yani bize egemen olamadıklarını itiraf ediyor. Hem dinci faşizmin sabah akşam Gezi korkusuyla yatıp kalkmasından bir şeyler öğrenmeye çabalayın ve faşizmde huzurlu uyku bırakmayan gücümüze hakaret etmekten vazgeçin. 'Kostümlü provalarımızda' bize nasıl davrandığınızı unutmadık. Gezi'de bizi çocuk yerine koydunuz, 6-8 Ekim'de bağımsız devrimci insiyatifimizden korkup engel oldunuz. Kent savaşlarında bizi yalnız bırakıp ağaçlandırma kararları aldınız. Ve şimdi kalkmış yırtığı söküğü dikme çağrıları, faşizmi geriletme naraları atıyorsunuz. Biz bildiğimiz gibi yapacağınız, tecrübe ettiğimiz yoldan yürüyeceğiz.
"Bu Leninistler yine hayal dünyasında" diye düşünecek reformistler. "Baksanıza şimdi de devrimci kitle adına hayali konuşmacılar çıkarıyorlar karşımıza". Bu lafları, bu suçlamaları biz Leninistler o kadar çok duyduk ki, yine duysak şaşırmayız. Sadece gözüyle gördüğüne inanan, sağduyulu dar kafalar, bir devrimi ancak gerçekten başlarsa kabul etmeye hazır yürek yoksunları, şunu anlayın: Devrimci kitleler, eylemleri ile konuşur, en kritik anlarda sergiledikleri refleksle ruh değişimlerini yansıtan ani sıçramalarla iki yılı aşan süredir bu dev kitle, en kararlı biçimde dile gelse bile birkaç hak, birkaç mevzi için verilen mücadelelere destek sunmadı. Ama dinci faşizmle bir nihai hesaplaşma için genel ve eş zamanlı bir tutum vadeden bir çağrıya - bu çağrı sonradan kendini rezil eden M. İnce gibi sahtekarlardan gelse dahi muazzam bir güçle destek verdiler. İşte bu yüzden bu gösteriden daha fazlası olan ani kitlesel patlamalarla ortaya çıkıp aynı hızda ortalıktan çekildiler. Kürt halkının bu ruh halini Amed’li bir genç şöyle dile getirmiş: "Şimdi biz ölü taklidi yapıyoruz."
Devrimi, küçük küçük derelerin sürekli ve kesintisiz akması ve bir yerde birleşmesi gibi düşünenler, şimdiki görece durgunluğun bir yüksek barajın ardında toplanmış devasa su kütlesinin durgunluğu olduğunu elbette kavrayamazlar. Son 30 yılda bu türden düşünme alışkanlıklarını besleyen kesintisiz akışın sebebi yerel sorunlar ve yerel isteklerin tetiklediği yerel mücadele ve çatışmalarda ancak kostümlü provalar tüm manzarayı değiştirdi. O küçük dereler artık bir yerde toplanmıştır. Devrimci yığınlar genel ve eş zamanlı bir eylemin ancak böyle bir davranışın faşizmin karşısında zafer imkanı yarattığını öğrendi. Devrimci yığınlarla yakın ilişkide olan, onları izleyen herkes çeşitli platformlarda "Yeni bir Gezi gerek" sözünü duymaya çoktan alıştılar.
Şimdiden sonra ne olur? Ya barajda bir çatlak meydana gelir ve devrimci kitleler kendi bağımsız inisiyatiflerini sergileyecekleri fırsatı değerlendirmek üzere o çatlağa hücum eder. Ya da proleter öncü, bu devrimci kitleye, dostu düşmandan ayıracak berraklıkta eskinin geri getirilmesini değil, ama yeni bir yaşamı vadeden şiarlarıyla genel bir saldırı için uygun örgütler kurmalarına yardımcı olur.
Umut Çakır