Kibirli adamın cehaleti paçalarından akıyordu, tıpkı “sizin dolarınız varsa…” diyen kayınpederi gibi; Deutschebank çağrıcı oldu, altı bin fon yöneticisine tele konferans verdi. Ne kadar sürdü? Sadece 45 dakika. Kimse soru sormamış, alacakları cevabın küresel bir kahkaha tufanı yaratmasından çekinmiş olmalılar. Bir başkası olsa, bu kadar fazla fon yöneticisinin kendi ülkesiyle bu denli yakından ilgilenmesinden ürkerdi. Anlaşılan dünyanın köpek balıkları, durdurulamayan kanamanın baş döndürücü kokusunu almışlar.

Gündemdeki soru, başlayan krizin dinci-faşizmin sonunu getirip getiremeyeceği. Şurası kesin: Eğer devrimci yığınlar, krizin sıkıştırmasıyla dinci-faşizmin “biz artık yönetemiyoruz, kim yapacaksa o gelsin” demesini beklerse, dinci faşizm bunun gibi on krizi daha atlatır. Dinci-faşizme özgü bir beceriden dolayı değil, tüm köhnemiş sermaye düzeni için kural değişmez: Sallamazsan yıkılmazlar! Eğer, DİSK’in başını çektiği “faturayı ödemeyeceğiz” korosunun tiridi çıkmış politik iradesizliği yığınların devrimci kabarışını köreltirse, kriz bir kez daha teğet geçebilir.

Öte yandan, dinci-faşizm ağır bir ekonomik enkazdan, ne yapsa kaçamıyor. Dört duvarla çevrili etrafı: Enflasyon, faiz ve döviz kuru, borçlar ve cari açık. Enflasyonu düşürebilmek adına döviz kuruna baskı uygulanıyor, bu kez faizler alıp başını gidiyor. Faizlere müdahale etse, cari açığın kapanması mümkün olmuyor. Bu kez açığı kapatmak adına acil borç para avına çıkılıyor ve borçlanma sürdürülemez seviyeye yükseliyor, herkes daha havadayken dövizleri kapışıyor. Dünya literatüründe buna “ölümcül sarmal” adı veriliyor.

Emekçi yığınlar, dinamikleri, yıkıcı şiddeti iyice açığa çıkan krizin, onların yaşamlarına nasıl ciddi bir tehdit oluşturduğunu pekala biliyorlar. “Çok kriz gördük yine dayanırız” diyenler varsa eğer, fena halde yanılırlar. Paçasından cehalet akan damadın telekonferansta dikkat çeken asıl cümlesi şuydu: Esnek emek piyasasına odaklanacağız. Devrimin torna tezgahından geçmiş işçiler, bu sözün anlamını hemen fark ederler, dünyadaki örneklerinden haberleri var: Sendikal hakları fiilen kullanılmaz hale getiren bu esnek-emek politikaları, Yunanistan proletaryasının nefesini kesti. Ama burada, daha ötelere geçileceğinden kuşku duyulmamalı: Bugün, (25 Ağustos) bir kararnameyle işsizlik fonuna el konuldu, yakın gelecekte sırada SGK var; yani özel fonların insafına bırakılan emekçi maaşları, tedavi yerine hacamat, ilaç yerine muska!.. Listeyi uzatabiliriz: Doğalgazsız kış aylarında tezek, işsizlik cehennemi, bir sırtlan gibi pusuya yatmış bekleyen türlü çeşit cemaatlerin yardım çadırları önünde uzayan kuyruklar… Bütün bu sefalet manzaralarının dinci faşizme oy kaybettireceğini ve ilk seçimde alaşağı olacağını hala düşünenler varsa, onlara diyecek lafımız kalmadı.

Reformistler için kötü haber şu: bu topraklarda böyle bir manzara karşısında sessiz kalacak proletarya yoktur. Diğer emekçi katmanlar, kadınlar, gençler, umutsuzluk yaygaracılarına kanıp, bir kenara sinerek fırtınanın geçmesini beklemezler. Çünkü fırtına, sinip beklemeyi imkansız kılacak boyutlarda. Nihayet, emekçi sınıfların ezici çoğunluğunu aynı duvar önünde aynı hizaya sokan koşullar olgunlaştı. Bütün mesele, yaşamsal tehdidi görüp çılgınca bir karşı saldırıya geçecek bu kalabalıklara, nihai hesaplaşmayı sonuna kadar götürecek hedefler, şiarlar, mücadele yol ve yöntemleri sunup sunamamakta düğümleniyor.

DİSK’in açıkladığı ve bütün “faturacı” koronun hemfikir olduğu çağrı, bu açıdan, bırakın nihai hesaplaşmayı, tekelci sermayeye uzatılan yardım eli anlamı taşıyor. Dahası, mevcut hükümeti-sarayı istifaya davet etmeyi dahi düşünmeyen bu çağrı, aynı zamanda, dinci-faşizmi yuvarlandığı uçurumdan çıkarma davetidir. Çağrı, damat bakanın cahilliğiyle yarışıyor adeta. Sermaye düzeni altında tüm ciddi krizler; iflasların önünü açarak, yani işsizlikle ve mutlak sömürü oranını dramatik ölçüde yükselterek, yani ücretleri kuşa çevirerek aşılmıştır. Sanki DİSK yöneticilerinin bundan haberi yok; “Toplu işten çıkarma olmasın, alım gücü korunsun” vaazı veriyor. Burjuva sınıfla işbirliğine soyunan her sendika yöneticisinin bildik peşrevidir bunlar. İşçilere deniyor ki, siz bu talepleri en başa koyup sokaklara inin, bu arada biz patronlarla, kaç kişinin işten çıkarılacağı, ücretlerden ne kadar kırpılacağı pazarlığına oturalım. Her sahnesini iyi bildiğimiz bu tiyatroda, patronlara düşen görev, kapitalist kriz fırtınası altında kıyamet çığlıkları atarken, DİSK’e düşen görev ise, “kıyametten ancak bu kadar kurtarabildik” diye işçi sınıfını köleliğe razı etmek.

Hasmının zayıflığından yararlanıp onu bir tekmeyle cehennemin dibine yollamak yerine, düştüğü yerden hasmını kaldırmanın en sırıtan örneği, DİSK’in çağrısındaki “kaynakları betona gömmeyin, hukuk devleti ilkesine uyun” maddeleridir. İşçiler adına konuşan DİSK diyor ki, sermayenizi lütfen daha akılcı kullanın, inşaatlar falan boş işler. Katma değeri, yani artı-değer sömürüsü yüksek alanlarda çalıştırın bizi, biz işçiler de sizi bu krizden çıkaralım. Nasıl olsa aynı gemideyiz değil mi? Şu “hukuk devleti” vurgusu ise, olsa olsa DİSK’i, TÜSİAD ve hatta TOBB ile aynı masaya oturtmak için konmuş olmalı.

Başka tür devrimci lafazanlıkla ne kadar süslenmiş olursa olsun, “Faturayı ödemeyeceğiz!” şiarının esas içeriği bundan ibarettir. Burjuva egemenliğini krizin yükselttiği olanaklardan, emekçilerde estirdiği öfke ve hoşnutsuzluk fırtınasından yararlanarak devirmek değil; ama bu olanak ve öfkeyi kapitalist koşullarda imkansız pazarlıklar peşinde köreltip söndürmek.... Özetle; sermayeyi, kıyısında sallandığı uçurumdan çekip uzaklaştırmak!

Devrimci proletarya, uzun iç savaşın eğittiği emekçi kitleler, öfke dolu ruh hallerine karşılık vermeyen bu zavallı çağrılara kulak asmamalı ve asmayacak. Her zaman olduğu gibi, proletaryanın devrimci öncüsü, dinci-faşizmin şu anki krizin mi yoksa bir dizi başka krizin mi enkazı altında kalacağı sorusundan bağımsız olarak, yalnızca devrimci olan görevi yüklenecektir. Emekçi sınıfların karşısına, yeni bir yaşam vaat ededen, bütün iktidar emeğin olacak şiarıyla çıkacaktır.

Umut Çakır