Afrin’i işgal girişimi ne tek başına TC’nin Suriye’de elini güçlendirme girişimidir, ne de olası bir erken seçim için havai fişek gösterisidir. Bu işgal, doğrudan, uzun iç savaşta her iki taraf için kader belirleyici olan sonuç alıcı meydan muharebesinin ilk raundudur.

Devrim ve karşı-devrim, bu meydan muharebesine, iç savaşın farklı cephelerinde tahkimat yaparak hazırlandılar ve koşullar tarafından bu muharebeye zorlanıyorlar. Ne devrim dinci-faşizmi yıkacak denli birikmiş enerjisini topyekün harekete geçirebildi; ne de karşı- devrim, baskı ve katliamlara rağmen devrimci yığınların öfkesini bastırabildi. Ana muharebeyi kaçınılmaz kılan işte bu karşılıklı denge durumudur.

Devrimci yığınlar, kendileri için en uygun zamanı bekleyerek şimdi dağınık derecikler halinde akan yaygın eylemleri bir kavşakta buluşturacak bir genel bahane peşindeydi. Böylece daha büyük ve cüretli kalkışmalar tetiklenecek, biriken enerji dinci-faşizmi yıkacak bir ayaklanmaya varacaktı. Ama hayat, bu beklentiyi doğrulamadı, çünkü yoğun tarih, gelişmelerin seyrini, esas olarak sıçramalar biçimine büründürmüştü. Nihai kapışma giderek yükselen bir çizgi izlemiyor, doğrudan en yüksek biçimiyle başlıyor: Dinci-faşizm en kritik noktaya, yani ancak topyekün bir silahlı ayaklanmanın seyri içinde devreye girmesi muhtemel, devrimin en vurucu art cephesine saldırdı.

Ana muharebenin merkez hattı, yani devrimci yığınların milyonlar halinde kavgaya tutuşacağı alan henüz beklemede. Bir anda değişen koşulların muhasebesini yapmak için, zamana ihtiyacı var, fakat tepelerin arkasından, art cepheden yükselen patlama seslerine kulak kesilmiş durumda. Oradan yükselecek zafer çığlığı, ana muharebe hattında daha donanımlı ve cüretli çıkışlar için gerekli güçleri hazırlayacaktır. Zaten başka bir şansları kalmadığını her geçen gün daha iyi kavrıyorlar.

Buraya kadar yazılanlara şöyle bir itiraz gelebilir: Stratejik bir karargaha kavuşmuş, buna uygun bir taktikle güçlerini konumlandırmış tümüyle öncülerin ardında örgütlenmiş bir devrim cephesinden mi bahsediyoruz? Çünkü böyle bir cephe yok. Bu tarz itirazların ardındaki esas fikir, devrimci yığınlara karşı duyulan güvensizliktir. Küçük-burjuvaziye özgü kibirle öne sürülen bu tür fikir sahiplerine göre devrimci yığınlar sarsıcı olaylardan gerekli devrimci dersleri çıkartamazlar; öncülerin ardına dizilmeden iktidara karşı herhangi bir savaşıma giremezler, bunun için gerekli taktik manevraları yapamazlar. Bu tarz kibir dolu görüşler, uzun iç savaşın tecrübelerini belleğine kazıyan devrimci yığınlardaki bilinç birikimini her zaman hor gördüler.

Böylelerinin sürekli tekrarlayıp durdukları ezberi hatırlayalım: kitleler önce hakları için mücadele ederler, sonra kazandıkları bu haklar için mevzileri korurlar ve en sonunda tüm bu kavgalarda kesintisiz devşirilen güçle iktidarı yıkmaya girebilirler. Öyleyse daha hakları için sokağa çıkmayanlar nasıl olur da nihai kavgaya girişebilirler? Bu dar kafalı anlayış ne Gezi’den bir şeyler öğrenebildi, ne de günümüzün diğer ayaklanmalarından.

Meydan muharebesinin merkez hattında beklemede olan devrimci kitlelerin ve onun en büyük parçası Kürt halkının durumuna bakalım. Birçok kez ifade edildi, bir kere daha belirtelim: Kürt halkının son dönemlerde serhıldanlardan uzak durmasının nedeni, faşist cendereden yılması değil, öfkesinin kaybolması hiç değil; asıl neden, bu halkın bir kez ayaklandığında artık geri dönecek evleri bile kalmayacağını, sonuna kadar gitmeden hiç bir sonuç alınamayacağını kavramış olmasıdır. Kent savaşları bu acı dersi vermiştir. O yüzden devrimci Kürt halkı zaferin kokusunu ciğerlerine çekmeden, zafere dair bir umut belirmeden ayağa kalkmayacak. Ve şimdi Afrin’den tüm bölgeye yayılan sadece kan ve barut kokusu değil, zaferin de kokusudur. Tıpkı Kobane gibi Afrin savaşı da Kürt halkına sonuca katkısı olan bir zafer anını müjdeliyor.

Halkın ayağına dolanıp duran başka prangalar vardı; bir süredir Kuzey Kürdistan, yakın geleceği etkileyen gelişmeleri Rojava’dan bekledi. Eğer TC Rojava gerçeğini kabul etmek zorunda kalırsa, bunun Kuzey’deki durumu rahatlatacağı düşünüldü. Bu yüzden TC’nin Suriye meselesinde ABD ile ters düşmesi, ilgi ve umutla takip edildi. Bu umut ve beklenti, Kürt halkının ayaklarına dolanıp durdu. Afrin, bu yanılsamayı da bir çırpıda dağıttı.

Türkiyeli emekçi sınıflar ise kendi özlem ve savaşımlarının, ilk kez bu kadar Kürt halkının özlemleriyle yakınlaştığını duyumsadı. Afrin bahanesiyle metal işçilerinin grevi yasaklandı, patronların azgın sevinci, şoven zehirden etkilenen en geri işçide bile derin kuşkular bıraktı. Yalnızca “barış” demeye kalktıkları için yüzlerce gözaltı ve linç kampanyaları yürütüldü. Dinci-faşizmden ölesiye nefret eden ama Kürt halkının kaderiyle pek ilgilenmeyen çok geniş bir kitle, umutlarını CHP’ye bağlamışlardı. Fakat CHP’nin işgale verdiği destek, bu kesimler için ciddi bir ders oldu. Ve böylece toplumun kutuplaşması olağanüstü bir ivme kazandı. Orta unsurlar aşırı kutuplara doğru itildi. Şimdilerde yalnızca devrimin yarı-aydınlanmış kitlelerine has bir eylem biçimi haline gelen protesto, RTE’nin “ezer geçerim” tehditleri altında nefessiz kaldı. Kutuplaşma sadece tutum ve zihniyet hattında değil, eylemlilik hattı boyunca bir derinlik kazandı. Madem sokağa çıkılacak, ezeni ezmek kararlılığıyla kuşan. Yoksa böyle bir kararlılık, teslim ol. Ortası yok!

Devrimci sınıflar da gerekli dersi çıkaracaklar. Onlar, devrimin yarı-aydınlanmış kalabalıklarıyla aynı frekansta kalarak genel bir bahanenin oluşmasını beklediler. Ne de olsa AKP sürekli kan kaybediyor, içten içe kaynıyor, uluslararası desteğini yitiriyor, ekonomik yıkımın önüne geçemiyordu. Genel bahaneyi, dinci-faşizmi güçten düşüren koşulların olgunlaşmasını beklediler. Hesaba katmadıkları koşul, ölümcül bir korkuyla dinci-faşizmin karşı hamleye girişmesiydi. İşgalle birlikte devrimci kitlelerin yoğun yaşadıkları semtler ablukaya alındı. Faşist aygıt, azamet ve kibirli aşağılama dolu pozlarla adımladı meydanları.

Leninist Parti’nin devrimci çağrısı açıktır: Sizin için en uygun zamanı beklerseniz, herhangi bir kavgaya girmek bile mümkün olmaz, daha başlamadan kaybedersiniz. Bir an önce hedeflerinizle mücadele araç ve yöntemlerini netleştirin., bu konuda Leninist Parti sizlere destek olacaktır. Devrimci yarı-gönüllü kalabalıkların, olayların etkisiyle adım adım sizin seviyenize ulaşmasını beklemeyin. Afrin işgaliyle boyutlanan iç savaş, kararsızları bile en kararlı eylemden yana saflara diziyor. Pek yakında Afrin duvarına çarpan faşizm, o kibir ve tehditle adımladığı sokakları, korku dolu gözlerle izleyecek. Devrim, egemen sınıfın gözbebeklerine dolan korkudan başka nedir ki! Bu tarihi anları kaçırmayın. İleri bilinçli devrimci yığınlar olarak cüretle öne çıktınığızda dilinizde “Bütün İktidar Emeğin Olacak”, “Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük” ve “Uluslara Kaderini Tayin Hakkı” olsun. Bağları koparmak istemediğiniz yarı-aydınmış kalabalıklar, sizi ancak bu şiarların aydınlattığı yoldan izleyecektir.