Tam açılımı, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan fakat daha çok kısa adıyla zikredilen “İstanbul Sözleşmesi”nden dinci faşist iktidarın tek taraflı çıkma kararı dinci faşist iktidarın son saldırılarından biri oldu.
Kadınlar, dinci faşist iktidarın bu saldırısına sokakta yanıt verdiler. On binlerce kadın, anında sokaklara çıkarak dinci faşist iktidarın bu kararını protesto ettiler. Gerici faşist partiler dahil, toplumun geniş bir kesimi bu saldırıya karşı “İstanbul Sözleşmesi”ni savunma pozisyonuna girdi. Hedef, bu sözleşmeden çıkılma kararını geri aldırmaktı.
Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var: Burjuva egemenlik altında tüm hak ve özgürlükler sahtedir, iki yüzlüdür, kitleleri aldatmanın birer aracıdır. “İstanbul Sözleşmesi" de aynı karaktere sahiptir. Bu sözleşmenin imzaya açıldığı 2011 Mayıs'ından bugüne neredeyse on yıl; yürürlüğe girdiği 2014 yılından bugüne yedi yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, bu süreçte kadınlar üzerindeki baskı ve zulüm azalmak bir yana sistemli biçimde arttı. Kadınların katledilmesi, dinci faşist iktidarın doğrudan veya dolaylı onayı, teşviki, desteği ile katlanarak sürdü.
Bir kez daha görmüş bulunuyoruz ki, tek başlarına ele alındıklarında kitleleri aldatmakta burjuvazinin kullanamayacağı hiçbir “demokratik” hak ya da talep yoktur. Birincisi bu. İkincisi, “İstanbul Sözleşmesi” örneği, tekelci sermaye sınıfı egemenliği altında hiçbir demokratik hak ve özgürlüğün güvence altında olamayacağını canlı biçimde göstermiştir; elbette görmek ve öğrenmek isteyene... Üçüncüsü, bu “hak ve özgürlüklerin” burjuva iktidarlar tarafından nasıl sahte, iki yüzlü ve toplumu aldatma aracı olarak kullanıldığını, sözleşmenin resmen yürürlükte olduğu yıllar boyunca kadınların katledilmesinin artan biçimde sürmesinden, kadınları köle, erkeğin “malı” gören anlayışın devlet katında muteber hale getirilmesinden gördük. Liste uzatılabilir ama bu kadarı yeter.
Bu kadarı bize şunu göstermeye ve öğretmeye yetiyor: İktidar dışında her şey hiç bir şeydir. Politik iktidar ve onunla birlikte ekonomik iktidar bir devrimle emekçi sınıflar tarafından ele geçirilmeden; başka bir ifadeyle, halk iktidarı, emeğin iktidarı kurulmadan hiçbir “hak ve özgürlük” ne gerçek anlamda olabilir ne de güvence altına alınabilir. “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkılması örneğinde görüldüğü gibi, faşist iktidarın “çıktım” demesiyle o çok umut bağlanan sözleşme bir anda çöpe atılıveriliyor.
Ne yapmalı?
Aslında bu sorunun yanıtını kendi yönümüzden vermiş bulunuyoruz: Yapılması gereken şey, kadınların dinci faşist iktidara yönelik kin ve öfkelerini “İstanbul Sözleşmesi”ne geri dönülmesi için değil, dinci faşist iktidarı toplumsal dayanaklarıyla yıkacak bir devrime yöneltmektir. Hedef, devrim ve iktidar olmalıdır.
Bu noktada iki soru sorulabilir. Birincisi, peki, kadınların “sözleşmenin geri getirilmesi için yaptıkları eylemlere kayıtsız mı kalınmalı? İkincisi, devrim ve iktidar hedefi doğru mu?
Birincisinden başlayalım. Bir devrimci, sınıf bilinçli bir işçi, devrimci bir kadın, devrimci bir genç elbette dinci faşist iktidara karşı sokağa dökülen kadınların mücadelesine kayıtsız kalamaz. Tam tersine böyle bir mücadelenin tam ortasında yer almak onun temel, ertelenmez görevidir. Fakat bir devrimci, bu eylemlere kadınların politik aldanmasına yol açacak slogan ve taleplerle değil, onlara gerçeği, gerçek kurtuluş yolunu gösteren slogan ve taleplerle katılır. Propaganda ve ajitasyonunun temeline kadınları gerçek, tam ve kesin kurtuluşa götürecek sloganları yerleştirerek bu eylemlerde yer alır.
Örneğin, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganı, kadınların politik aldanmasına yol açan, yalan, yanlış bir slogandır. Teorik mülahazaya da gerek yok. Bu sözleşmenin yürürlükte kaldığı yedi yıl boyunca kadınların katledilmesi, kölelik altında tutulması, sömürülmesi vb vb. azalmak bir yana artarak sürdü. Kadınları yaşatacak, erkekle birlikte tam hak eşitliğini güvence altına alacak, her türlü sömürü ve kölelik zincirini kıracak tek güç emeğin iktidarıdır, halk iktidarıdır.
İkinci soruya gelirsek... Evet, kadınların, kadınlarla birlikte tüm emekçi sınıfların, ezilen halkların, gençliğin gerçek, tam ve kesin kurtuluşlarının yolunu açacak bir devrim ve iktidar bugün mümkündür, günceldir; hem de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar...
Soyut değil, somut olgulara dayanan bir düşüncedir bu. Bugün, dinci faşist iktidarın derin bir bunalım içinde olduğu, toplumu yönetemediği, ekonomik krizden çıkış yolu bulamadığı gibi yaşamsal tespitleri yapmak artık sıradanlaştı. Kime sorsanız, sokaktaki insan dahil, bu konuda hemfikir.
Sadece dinci faşist iktidar değil, onunla birlikte ve esas olarak, tekelci sermaye sınıfı egemenliği çöküş içinde. Ekonomik bunalımın derinliği artık “uzman tahlilleri”ne gerek kalmayacak derecede, ayan beyan ortada. Döviz krizinden söz etmiyoruz. Çünkü herkesin krizin nedeni olarak görüp gösterdiği döviz krizi esasından bir neden değil, bir sonuçtur. Krizin içinde olan tekelci kapitalist ekonominin kendisidir. Üstelik bunalım kalıcı ve yapısaldır. Döviz krizi işte bu kalıcı ve yapısal bunalımın sonucudur. Bunu sadece dinci faşist iktidara ve onun başının uyguladığı politikalara bağlamak da bir o kadar yanlıştır. Türkiye tekelci kapitalist düzeni, 70'li yıllardan bu yana yakasını krizlerden kurtaramamıştır ve kurtaramayacaktır da.
“Ekonomik bunalım ne kadar kesinse devrim de o kadar kesindir.” Marx'ın bu sözü şimdi yaşamda, sınıf savaşının ortasında doğrulanıyor. Dinci faşist iktidarın son saldırıları, tüm yetkileri tek merkezde toplama hamleleri işte bu devrimi önleme, emekçi sınıfların ve Kürt halkının tam ve kesin kurtuluş savaşlarını ezme planlarının sonucudur.
Dinci faşist iktidarın “İstanbul Sözleşmesi”yle sınırlı kalmayan, HDP'nin kapatılması girişimi, Gergerlioğlu'nun vekilliğinin düşürülmesi, Kürt halkı üzerinde kesintisiz operasyon sürdürmesi tekelci sermaye egemenliğini, dinci faşizmi ayakta tutma girişimleridir.
Sadece son gelişmeler, devrimin güncelliğini ve iktidarın toplumsal devrim güçleri tarafından ele geçirilmesinin mümkün olduğunu göstermeye yeter.
Kadınların gerçek, tam ve kesin kurtuluşları devrim ve iktidar mücadelesiyle mümkün olacak.