Ermenistan ile Azerbaycan arasında, Türkiye’nin planlayıp körüklediğinden kimsenin şüphe etmediği “savaş”ın ilk perdesi, Rusya’nın bastırması sonucu, “ateşkes”le kapandı.
“Ateşkes” anlaşması noktasına nasıl gelindiğine bakmakta yarar var. Zira bu noktaya gelen süreç, Rusya’nın her iki ülke üzerindeki etki ve gücünü; iki ülkenin Rusya ile bağlarını göstermesi bakımından önemlidir.
Rusya’nın her iki ülkeyle askeri, ekonomik, insani, diplomatik, siyasi yönden çok güçlü bağları var. Bu bağlar, kişilerin, İlham Alivey olsun, Paşinyan olsun ya da yarın bir başkası olsun, kolayca, bir çırpıda kesip atamayacağı kadar köklüdür, nesneldir. Çünkü bu bağlar, bir ölçüde tahrip edilmiş olsa da Sovyetler Birliği döneminden kalan, sosyalizmin iç bütünlüğü sonucu, yetmiş yıllık zaman içinde kurulmuş olan bağlardır.
İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ne ki, henüz genel bir plana göre ve hatta belirli, örgütlü verili bir toplum çerçevesi içinde, bir kolektif istence uyarak değil, ama her şeyden önce çok belirlenmiş öncüllerle ve koşullar içinde yaparlar. Başka bir ifadeyle, kendilerini içinde hazır buldukları koşullar içinde yaparlar. Bu tarih anlayışında, bireyin tarihteki rolü sınırlıdır, tayin edici değildir.
Rusya, Ermenistan olsun, Azerbaycan olsun, diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri üzerindeki etki gücünü işte bu yetmiş yıllık sosyalizm tarihinden gelen verili koşullardan alıyor. Bu uzun sayılabilecek sosyalizm döneminde kurulan ekonomik, askeri, kültürel, teknolojik entegrasyon, sosyalizmin tüm kalıntılarını ortadan kaldırmak, eksiksiz bir kapitalist yola girmek, emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşmek isteyen “liderlerin”, kişilerin, partilerini elini kolunu bağlıyor; emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşmek üzere atmak istedikleri her adımda karşılarına dev engeller çıkarıyor.
Geçerken belirtelim ki, eski Sovyet Cumhuriyetleri -bunlara Ermenistan ve Azerbaycan dahil- üzerindeki etki gücünü sözünü ettiğimiz koşullardan alan Rusya, güçsüzlüğünü de, yine aynı ülkelerin “lider”, kişi ve partileriyle paylaştığı bu koşulları ortadan kaldırma isteğinden alıyor.
Türkiye ve emperyalist ülkeler işte bu yarıklardan, bu çatlaklardan sızarak, bunları büyüterek Rusya’yı sıkıştırmaya çalışıyorlar. Aliyev olsun, öteki karşı-devrimci “liderleri” olsun, iki arada bir derede bırakan, salıncak gibi bir o yana bir bu yana sallayan da bu çelişkidir. Aliyev, Paşinyan gibi adamlar postu emperyalistlerin safına serip tüm tarihlerinden, tüm sosyalist geçmişten kopmak istiyorlar ama “kendilerini içinde buldukları koşullar” buna izin vermiyor; kopamıyorlar. Dolayısıyla Putin bunlara “gelin buraya” diye seslenince koşa koşa koşa gitmek zorunda kalıyorlar.
Putin yani Rusya, birbirleriyle savaşan iki devletin hükümetlerine “derhal gelin ve görüşün” dedi. Saat sektirmeden koştular, Moskova’da buluşup Lavrov’un nezaretinde “ateşkes” ilan ettiler. Böylece savaşın ilk perdesi “ateşkes”le kapanmış oldu.
Ne var ki, sosyalizmi yıkma girişimlerinin Rusya’yı düşürdüğü güçsüzlüğün farkındaki Türkiye ve onun arkasındaki emperyalistler son sözlerini söylemiş değiller. Onlar, güçlerini Rusya’nın güçsüzlüğünden alıyorlardı. Güçlerini, bizzat Rusya’nın sosyalizme karşı işlediği “günahlardan” alıyorlardı. Haliyle, ilk perde, oyunun son perdesi değildir. Türkiye, ateşkesi bozacak açıklama ve eylemlere, Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri bakanları ülkelerine dönmeden başladı. Türk Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, bu da kesmeyince Türk Milli Savunma Bakanlığı ardı ardına açıklamalar yaptılar. Tüm açıklamalar, Türkiye’nin “ateşkes” kararından duyduğu rahatsızlığı açığa vuruyordu.
Azerbaycan hükümetinden ya da Cumhurbaşkanlığı’dan önce, büyük bir aceleyle yapılan açıklamalar, “ateşkes” kararını açıktan “yok hükmünde” sayamıyordu ama Azerbaycan’ı savaşı devam ettirmesi ve kararı tanımaması yönünde kışkırtmak için ne gerekiyorsa o yapılıyordu.
Neden böyle?
Çünkü Türkiye, dinci faşist iktidar ve ordu üzerinden Kafkaslar bölgesine bir “ateşkes” için değil, savaş için yatırım yapmıştı. Onun arkasındaki emperyalist güçler, suret-i haktan görünmek için “ateşkes” kararından yana açıklama yapıyor olsalar da, Türkiye’yi o coğrafyaya Rusya’yı meşgul edecek bir savaş için göndermişlerdi. Dinci faşist çetelerin, Türk ordusu unsurlarının silah, cephane ve uçaklarıyla Azerbaycan topraklarına konuşlanmasına sessiz kalışları boşuna değildi.
Tüm bunlara rağmen, Rusya’nın tek başına sürdürdüğü diplomatik çabalarıyla kotardığı “ateşkes” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminden kalma mirasın hala ne denli güçlü etkilere sahip olduğunu gösteriyor. Ne Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ne postu emperyalist devletlerin yanına sermek için can atan Paşinyan boş alanda at koşturan durumda değiller. “Gel” dendiğinde Moskova’ya koşarak gitmek zorunda kalışları işte bu güçlü tarihsel bağlar nedeniyledir.
Türkiye ve onu perde arkasından destekleyen emperyalistler Rusya’nın çabalarını boşa çıkarabilirler mi? Şimdiden kesin biçimde bilmek mümkün değil. Bu bir güç mücadelesidir ve gücün sınanma alanı, eninde sonunda savaş alanıdır. Türkiye ve emperyalistlerin belli bir gücünün olduğu ortada. Ancak her şeye kadir olmadıklarını da biliyoruz. Türkiye’nin hiç arzu etmediği halde ve tüm savaş yatırımlarını boşa çıkaracağı belli olan Libya’daki “ateşkes” kararının dinci faşist iktidarın arzusu hilafına alınmasında olduğu gibi.
Dinci faşist iktidar ve faşist devlet Libya’da, süreç henüz bitmiş olmamakla birlikte, bir bozgun yaşamaya başladılar. Aynı bozgunun ilk ipuçlarını Kafkasya’da görmeye başlıyoruz.
İlk raunt budur.