Günlerdir hazretin vereceği “müjdeyi” bekliyor Türkiye. Karadeniz’de bulunduğu söylenen doğalgaz yatakları mı, petrol yatakları mı herkesi bir meraktır almış gidiyor.
İş “müjde”ye kalmış anlaşılan. Oysa ne hayallerle çıkmışlardı yola. “Fatih” olma hayalleri süslüyordu hayal dünyalarını.
Suriye’den başladılar. “Küçük Enişte”yle birlikte, Şam’da Emevi Camiinde cuma namazı kılacaklardı bir kaç hafta içinde.
Sırasıyla, önce Halep’ten çıkarıldılar dinci faşist tosuncuklarıyla birlikte. Arkasından Şam’dan tası tarağı toplayıp İdlib’e sığındılar. Şam’ı Hama ve Humus izledi. Kısaca, Suriye’nin dört bir yanından süpürüle süpürüle İdlib, El Bab, Cereblus havzasına itildiler. Dinci faşist tosuncuk çöplüğüne dönen bu bölge ya birilerinin eliyle temizleneceği ya da gaz sıkışmasından patlayacağı günü bekliyor.
Bahçeli evler projesiyle Rojava’yı işgale girişti. TOKİ, bahçeli evler yapacak, dinci faşist tosuncukların aileleri oralara yerleştirilecek, Kürtler Rojava’dan tümden sürülecek; nasipse, Türkiye’nin sınırları yeniden çizilecekti.
Trump’la anlaşmışlardı; ABD askerinin yerini Türk askeri alacaktı. Jeffrey adındaki Amerikan sülüğü, dokuz ay boyunca Türkiye’nin işgaline açılacak yerlerin haritasıyla dolaşmıştı. Darkafalılar da RTE’nin ABD’ye diklenmesini gerçek sanıp “alt-emperyalist” etiketini yapıştırmışlardı bile.
Alakası olmadığı, her şeyin ABD-Trump’ın izin ve onayıyla yapıldığı ortaya çıktı. Patavatsız Trump, kendini överken, RTE’nin kendisini dinlediğini ballandıra ballandıra anlatıyordu. Rahip Brunson olayında görülmüştü zaten; arkasından “aptal olma, akıllı ol” mektubuyla iyice faş etti. Emperyalistler bağımlı ülkelere, onların hükümetlerine boyun eğdirir. Bunun gerçek anlamını kavramayanlar biraz daha “Emperyalizm” çalışmalı.
Zor durumdalar. Ekonomik ve politik kriz günden güne derinleşiyor. Emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda hoşnutsuzluk, öfkeli ruh hali, kızgınlık, ayaklanmaya eğilim giderek güçleniyor.
Bunun için bir zafere ihtiyaçları var. Emekçi sınıfları oyalayacak, beklentiye sokacak, şovenizmle zehirleyecek, böylece kendilerine zaman kazandıracak bir zafer!
Aradıklarını Suriye’de bulamadılar, bulamayacaklarını da anladılar. Libya’ya saldırdılar. Hem “fatih” olma hayalleri, hem petrol, hem doğalgaz ve üstüne Kaddafi döneminden kalma ihaleler. Önce Fransa “durun bakalım” dedi. Arkasından Rusya, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve tabii ki Libya Ulusal Ordusu.
Bir sürü yalan yanlış “zafer” hikayelerinden sonra Vatiyye Üssü’nde başlarına kimin attığı belli olmayan bombalar yağınca “siyasi ve diplomatik çözümden yanayız masaya oturalım” demeye başladılar. Ne fethedilecek bir yer kaldı ne de “fatih” olma hayali.
ABD-Trump, bunlara önce gaz verdi. Ama durum ABD için de Suriye’den çok daha karmaşıktı. Suriye’deki müttefikler Libya sahasında karşı kaledeydiler. ABD-Trump ne yapsın? Aşağı tükürse NATO’da deve dişi gibi müttefik Fransa, Yunanistan; Arap dünyasından müttefikler Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve daha bir dizi Arap Birliği ülkesi; yukarı tükürse Türkiye-Katar ikilisi ve Sarrac denen “Müslüman kardeş”. Türkiye’ye gaz verdikten sonra yutkundu ve RTE’ye müzakere masasını gösterdi. Libya fethi hayalleri, Akdeniz sularında kayboldu.
Müşterisine “yoğurdumuz yok, ayran verelim” diyen bakkal gibi, Libya olmayınca Irak’a ve G. Kürdistan’a saldırdı.
Bu sahada işler biraz daha kolay görünüyordu. Zira G.Kürdistan yönetimi ve bizzat Irak hükümeti Türkiye ile işbirliği halindeydi. Hedef olarak UKH gösteriliyordu. İşbirlikçilerden direnç gelmeyeceği hesabıyla züccaciyeci dükkanına giren fil gibi girdiler sözkonusu topraklara.
Ancak burada da “ufak” bir hesap hatası yapmışlardı. Halkların direncini hesaba katmadılar. UKH’nin kahramanca savaşı da işin cabası. Yabancı işgal, her zaman halkların ulusal öfkesine ve direncine yol açmıştır. Türkiye işgale başlayınca G.Kürdistan emekçi sınıfları “kendi” işbirlikçi burjuva hükümetlerine baskı yapmaya başladılar.
Türkiye’nin işgalini ve UKH’ne karşı savaşını başta sessiz bir memnuniyetle karşılayan bu güçler, emekçi sınıfların ve ezilen halkların baskısı karşısında seslerini yükseltmek zorunda kaldılar.
Irak Başbakanı Kazimi, sonunda ABD-Trump’ın kapısını çalmak zorunda kaldı. Türkiye’nin G.Kürdistan ve Irak topraklarına girmesinden hiç de rahatsız olmayan ABD, durumun kendilerine anlatılmasından sonra, daha önce “Erdoğan bir tek beni dinler” diyen Trump, Kazimi’ye “Erdoğan’la aram çok çok iyi” demek durumunda kaldı. Mesaj çok açık. Trump Erdoğan’a “bir şeyler” söyleyecek, Erdoğan da yapacak. Fetih-Fatih hayalleri Dicle-Fırat sularının insafına terkedildi.
Akdeniz havzasında Yunanistan-Fransa-Kıbrıs’la yaşanan gerilim mi? Orada RTE’nin koruyucu meleği Merkel bile Yunanistan’ın arkasındayız demek zorunda kaldı.
Geriye elde ne kaldı? Atıştırma niyetine, Karadeniz’de bulunduğu söylenen doğalgaz rezervleri ve petrol yatakları.
Ama bu, dinci faşist iktidarı ve sermaye egemenliğini kurtarmaya yeter mi? Açlık ve yoksulluk içinde yüzen kitleleri oyalamaya, şovenizmle zehirlemeye, düzene geri bağlamaya yeter mi?
Kurtuluşu bir “zafer”de görüyorlar ama bu da kendilerini kurtarmayacak.