Aslında buna anlaşmadan çok devir teslim demek daha doğru olur. ABD, Suriye’de işgal ettiği yerleri ve Rojava topraklarının en azından bir kısmını Türkiye’ye, törensiz bir “devir teslim” teslim yapmak istiyor. Bugün, 17 Ekim tarihinde Ankara’da “Ateşkes anlaşması” diye sunulan metnin gerçek anlamı bu.

Ne yazık, SDG ya da en azından, SDG’nin bir kısmı, bu anlaşmayı kabul etmiş görünüyor. Bilgiler çok net olmasa da durum bunu gösteriyor. Bir kısmı dememizin nedeni şudur: PYD-SDG kanadından yapılan açıklamalardan bir kısım yetkilinin durumdan haberdar olmadığı, bir kısım yetkilinin anlaşmayı kabul etmediği, bir kısmının ise koşullu biçimde kabul ettiği anlaşılıyor.

Yine öyle anlaşılıyor ki, bu anlaşma öyle birden bire, gökten zembille inmiş bir anlaşma değil; aksine SDG yetkilisinin açıkladığına göre, üç gündür üzerinde çalışılan bir anlaşmadır. Başka bir ifadeyle, SDG’nin en azından bir kısmı, Rojava topraklarının Türkiye’ye teslimini kabul etmiş görünüyor. Durumun özeti bu.

Peki burdan ne çıkar? ABD’nin -ve onun diğer emperyalistlerle birlikte bu adımı attığından şüphe olmasın- bu devir teslim oyunu tutacak mı? Tutmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. ABD’nin artık Suriye’de yapabilecekleri çok sınırlıdır ve onun ipiyle kuyuya inenler kuyunun dibinde kalma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Burada temel sorun şu: ABD’yle saf tutanlar, Rojava halklarını da büyük tehlikeye atmış oluyorlar.

ABD’nin yapabileceklerinin sınırlı olması, bu devir teslim işinin gerçekleşmeyeceğinin birinci nedenidir.

İkinci nokta, Suriye, Türkiye’nin işgal ve saldırısına karşı her alanda ve tüm araçlarla karşı koyacağını açıkladı. Arkasına Rusya ve İran’ı almış bir Suriye’nin karşı koyma gücü var; bu güç, hafife alınmamalı.

Üçüncü nokta, Türkiye, işgali, “bahçeli evler projesi” ile, yani ilhakla tamamlamak peşinde ve “ilhak” kavramı hariç, bunu hiç gizlemiyor. Halihazırda işgal ettiği El Bab, Cereblus, Afrin gibi yerleri ilhak çalışmalarına başlamış bile. Buna ek olarak, dinci faşist çeteleri aileleriyle birlikte “mülteci” adı altında yerleştireceğini BM kürsüsünden açıkladı. Bu durumda Rojava yönetiminin önünde iki yol kalıyor. Ya ABD-Türkiye tarafından kurulan tuzağa düşüp Türkiye ile anlaşacaklar, ya da Suriye devletiyle anlaşacaklar. Birinci yol, Rojava yönetiminin sonu olur; ikinci yol, zayıflamış da olsalar varlıklarını sürdürebilmenin yoludur.

Başta Kürt halkı olmak üzere, Rojava halklarının Türkiye’nin işgalinden yana asla olamayacağını görmek için Afrin’e bakmak, Afrin halkıyla konuşmak yeterlidir. SDG, bu uzlaşmayı ne Afrin halkına ne de her hangi bir yerdeki Kürt halkına anlatabilir. Yani bu PYD-YPG nin politik çöküşü olur. Çünkü bir politik hareketin başına gelebilecek en büyük felaket, savunduğu halkların çıkarlarına ters bir zemine kaymasıdır.

Dördüncü nokta, Rusya’nın, şimdiye kadar bir açıklama yapmamış olmakla birlikte, bu devir teslimi kabul etmeyeceğini düşünmemiz için çok neden var. Rusya, defalarca, Türkiye dahil, tüm yabancı güçlerin çekilmesinden yana olduğunu açıkladı. Şimdi yeni toprakların işgal edilmesine sessiz kalacağını düşünmek için bir neden yok. Aksine, varılan noktadan sonra, yeni işgallere şiddetle karşı duracaktır. Rusya, bunu şiddet yoluyla değil, ama “yumuşak güç”ünü kullanarak yapacaktır. Düşürülen uçak olayında “asrın lideri”ne özür diletmesi gibi. Türkiye’nin “sınır güvenliği”, “mülteci yığılması” gibi bahanelerini, güvence vererek teker teker elinden alarak..

Ama sadece bu değil. Devir teslim işinin hayata geçmesi için daha beş günlük süre var ve bu hiç de az değil. Suriye, bu süreyi, askeri güçlerini sınıra yerleştirmek için kullanacaktır ki şimdiden buna başlamış durumda. Suriye’nin askeri gücünü sınıra yerleştirmesi ve hava savunma sistemini Rusya ile birlikte faaliyete geçirmesi durumunda, Türkiye’nin önünde iki yol kalıyor. Birincisi, ya planlarında, hedeflerinde ısrar ederek Suriye askeri güçlerini sınırdan uzaklaştırmaya çalışacak, ya da ikinci yol, “amaçlarıma ulaştım, terör örgütünü sınırdan uzaklaştırdım” deyip saplandığı bataklıktan çıkış yolu olarak çekilip gitmek.

Birinci yol, büyük çaplı bir savaştır. Türkiye, aslında uzun zamandır, NATO’yu arkasına alacağı böyle bir savaşı kışkırtıp duruyordu. Ama ne NATO, ne de ABD, tek başına böyle bir savaşa hazırdır. Bu yüzden bu yolu tercih etmesi durumunda Türkiye’ye “dur” diyecekler; diyorlar da. Savaş karşıtı olduklarından değil, geniş çaplı bir savaşa hazır olmadıklarından. Dahası, Türkiye’nin böyle bir savaşta ısrar etmesi, tüm işgal ve ilhak amaçlarını ifşa etmesi anlamına gelecektir. Tek başına kalma pahasına Türkiye, bu işgal ve ilhak amaçlarında ısrar eder mi? Ya da, savaşa girersem NATO’yu da peşimden sürüklerim hesabı yapar mı? Şimdiden bilmek mümkün değil ama o kadar da çılgın olmadıklarını sanıyoruz.

Buna karşılık, Türkiye’nin tasını tarağını toplayıp gitmesi, yani ikinci yolu seçmesi daha büyük ihtimaldir. “Dünya liderinin” Menbiç için söylediği “Münbiç'e rejimin girmesi benim için çok çok olumsuz değil. Niye? Sonunda bunların kendi topraklarıdır. Ama burada terör örgütlerinin kalmaması benim için önemli,” sözler aslında bir çıkış yolu aradığının sinyalidir. Suriye askeri güçleri sınıra yerleştiğinde Rusya bu sözleri kendisine hatırlatacak, üstüne bir de kendi güvencesini vererek, çekip gitmesini isteyecek.

Şimdi sorulacak soru şudur: ABD, neden terkettiği yerleri Türkiye’ye devretmek istiyor? Çünkü, birincisi, Türkiye bir NATO ülkesi, emperyalist-kapitalist zincirin önemli bir halkası ve ABD-NATO çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı bir devlettir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’nun daha geçenlerde söylediği gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nin kazanımlarını korumak ve tarihin tekerrür etmemesini sağlamak bizim çıkarımızadır.”

Dolayısıyla, ABD tarafından boşaltılan yerlerin Türkiye tarafından doldurulunca ABD bir şey kaybetmiş olmuyor. Hatta, işgalin masraflarını Türkiye’ye yüklediği için kazançlı da çıkıyor. İkinci nokta, bu hamlesiyle, ABD, Rusya-İran ikilisiyle Türkiye’nin arasını açmış oluyor. Muhtemel bir İran operasyonu için Türkiye’nin desteğini böylece garantilemiş olduğunu düşünüyor.

Sonuçta, dün Türkiye’ye işgal için yeşil ışık yakarak Rojava halklarını Türkiye ateşinin içine atan ABD, bugün bu devir teslim işlemiyle bir kez daha tuzağa düşürmeye çalışıyor.

Ancak hiç bir şey olmuş bitmiş değil. “İstediklerimizi aldık” diye “zafer naraları” atanların yarın tası toprağı toplayıp çekip gittiklerini göreceğiz.