Devrim saflarında görünüp de devrimden köşe bucak kaçanların uzanmaya çalıştıkları yeni ciğer “evetçiler”le “hayırcılar”ı bir araya getirmek, barıştırmak.
CHP ve onun başındaki Kılıçdaroğlu’undan söz etmiyoruz. O ve partisi sınıf karakterleri gereği zaten bunu yapmalılar ve yapmaya çalışıyorlar da..
Sözümüz, devrim saflarında görünen ama devrimi önlemek için elinden gelen her çabayı harcayan çevre, örgüt ve partilere.
Dinci-faşist iktidar, devrime karşı düzeni tahkim etmeye, güçlerini toparlayıp yeniden organize etmeye çalışırken aynı zamanda devrimin mekanizmasını da kuruyor; istemeden şüphesiz.
Referandum bu yolda atılan son adım oldu. Dinci-faşist iktidar, düzenin tahkimi ve birleşik devrim tehlikesinin savuşturulması için referandumu ne pahasına olursa olsun kazanmak ve iktidarın başındaki adamı en etkin yetkilerle donatarak tüm ipleri onun elinde toplamak zorunda hissetti kendisini.
Devletin ve sermayenin tüm olanaklarını kullanarak, hile, hurda ne varsa tüm yollara başvurarak kendini referandumun galibi ilan etti. Buraya kadarı zaten herkes tarafından biliniyor. Ancak bu “Pirus” zaferinin konuşulmayan ya da az konuşulan yanı şu oldu: Toplumun ezici kesimi, dinci faşist iktidarın ve onun başındaki adamın “sandıkla” gitmeyeceği bilincini edindi.
Leninist Partinin referandum öncesi işaret ettiği bu olgu, referandum sonrası olayların gücüyle kitlelerin bilincine kazındı. Bu bilinç, birleşik devrimin gelişimi açısından son derece önemliydi. Çünkü bu olgunun tek gerçek anlamı, zora dayalı devrimin zorunluluğunun artık sadece öncü devrimci güçler tarafından değil ama emekçi sınıflar tarafından da kabul edildiğidir.
Dinci-faşist iktidarın ısırdığı bu acı meyve bizzat kendi eyleminin ürünüydü. Bu acı meyve, bu eylemin, yani referandumun ne pahasına olursa olsun kazanılması politikasının tek ürünü değildi. Emekçi sınıflar ve ezilen halklar, bunların başında Kürt halkı geliyor, Meclisin, siyasi partilerin işe yaramazlığı ve gereksizliğini; yargının emir-komuta esasına dayalı olarak ve dinci faşist iktidarın emrinde olan bir aletten başka bir şey olmadığını da bir kenara not ettiler.
Bizzat dinci-faşist iktidarın ve sermaye sınıfının eylemi sonucu kurulan devrimin bu mekanizmasına, onu daha da güçlendiren zemberek olarak toplumun hayırcılar-evetçiler olarak bölünmesini eklemek gerek. Ezici çoğunluk “hayır”cılar tarafında yani devrim cephesinde olmak üzere toplumun bu bölünmesi birleşik devrimi bir kaç adım ileriye taşıyan muazzam bir gelişme oldu.
Ve şimdi, Kılıçdaroğlu ile CHP’sinden tutalım da akla gelebilecek tüm sosyal reformist örgüt ve partiler, çevreler, liberal aydınlar toplumdaki bu bölünmeyi ortadan kaldırmak üzere “hayırcılar”la “evetçiler”i; toplumun tüm kesimlerini bir araya getirmenin, barıştırmanın derdine düşmüş bulunuyorlar. Sadece bu da değil. Meclis’e itibarını kazandırmak, burjuva siyasi partileri canlandırmak ve toplum üzerinde politik etkilerini artırmak; yargı aygıtına olan sıfırlanmış güveni tekrar eski haline getirmek için ellerinden geleni yapmaya başladılar.
Evinde kaybettiği parayı sokak lambasının altında arayan Nasreddin Hoca misali “adalet” için yollara düşen K.Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizilmelerinin hikmet-i sebebi budur. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin amacı, toplumda biriken devrimci enerjiyi devrimci sonuçlara yol açmadan boşaltmak. Kitlelerin ilgi, güven ve dikkatini yargı sistemine, Meclis’e, burjuva partilere, seçimlere, devletin diğer kurumlarına tekrar çevirmek, toplumdaki bölünmeyi bitirmek, devrim güçleriyle karşı devrim güçlerini barıştırmak... işte bu karşı devrimcilerin yapmaya çalıştığı şey..
Sosyal reformist partiler, örgütler, çevreler, liberal denen aydınlar vs. bu yolda CHP ve Kılıçdaroğlu ile kol kola yürüyorlar. Çünkü düzenin, dinci faşist iktidarın, faşist devletin ayaklarının altındaki toprağı yakan gelişmeler aynı zamanda devrimin bu ayakbağlarının bastıkları toprağı da yakıyor. Toplumda devrim ile karşı devrim güçleri (isteyen buna hayırcılarla evetçiler arasındaki bölünme de diyebilir) ne kadar derin, iç savaş ne kadar şiddetliyle bunların varlık nedeni de o derece gereksiz hale geliyor, ortadan kalkıyor.
Toplumda devrim ile karşı devrim güçleri arasındaki bölünmeyi ortadan kaldırmaya çalışmak, günlük tabirle, hayırcılarla evetçileri bir araya getirmeye çalışmak karşı devrime hizmet etmek anlamına gelecek. Meclis’i, Meclis’teki partileri emekçi sınıfların, ezilen halkların umut kaynağına dönüştürmeye çalışmak karşı devrimci bir çabadır. Yargı kurumunu, faşist devletin diğer kurumlarını itibarlaştırmaya çalışmak düzene çalışmaktır.
Şunu da söyleyelim: CHP’nin, sosyal reformist parti ve çevrelerin bu çabaları ölmüş eşeği diriltmeye çalışmaktır; başaramayacaklar. Meclis’in, siyasi partilerin, seçimlerin, sandığın, yargı kurumunun bir hiç olduğu emekçi sınıfların, ezilen halkların bilincine kazındı ve hiç kimse bu gerçeği tersine çeviremez artık.
Leninistler, özellikle de gençlik bunu bilerek hareket etmeli. Yaşam politik çizgimizi defalarca test etti ve pratiğin tüm sınavlarından başarıyla çıktık. Referandum ve 1 Mayıs, akla gelen son iki örnektir. Leninistler bu güvenle kitlelere, işçi sınıfına, gençliğe gitmeli, onları kendi saflarımız etrafında birleştirmek için bitmez tükenmez bir çaba harcamalılar. Yaşamın kendisi, sosyal reformistlerin ve oportünistlerin bastıkları toprağı yakıyor. Bu nesnel koşulları gençliği kazanmak, güç biriktirmek, güç örgütüne dönüşmek için yoğun bir çabayla değerlendirmeyi bilmek lazım.
Bayrağımızı her yere ve büyük bir özgüvenle taşıyalım. Hiçbir çabamız karşılıksız kalmayacak!