SEÇİMLER VE REFORMİSTLERİN ZAVALLIĞI

Bütün sosyal reformist parti ve çevreleri bir kara düşüncedir almış gidiyor. Seçimlerde nasıl bir yol/politika izleyecekler? Sandık başına gidip seçimlere katılsalar, dinci-faşist iktidarın seçim tiyatrosuna figüran olacaklarını bildiklerinden böyle bir çağrı yapmaya cesaret edemiyorlar. Seçimleri boykot politikası izleseler, kendi varlık nedenleriyle çelişeceklerini görüyor ve bu yüzden “boykot” politikasına “evet” diyemiyorlar.

Okurun kolayca görebileceği gibi, bu adamlar, iki saman yığını arasında kararsızlık yüzünden açlıktan ölen “Buridan’ın eşeği” durumundalar. Şimdi bu adamların düştükleri duruma biraz daha yakından bakalım. Örneğin, sosyal reformist partilerin sembolü diyebileceğimiz ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın kafa karışıklığı, ne diyeceğini bilmezliği şöyle yansıyor:

“Bu AKP belli ki, savaş konjonktürünü arkasına alıp, savaşı da yaygınlaştırarak, OHAL’i daim kılarak ve seçim yasasını zaten çıkarttılar, bu seçim yasasına da dayanarak, ki seçim yasası bütünüyle kendilerini kaybettirmeme üzerine kurulmuş ve inşa edilmiş bir seçim yasası olarak gözüküyor. 2019’u kazanma gibi bir strateji içerisinde. Bir sosyalist olarak doğrusu söylemek gerekirse, böyle koşullarda yapılması gereken seçimlerin boykot edilmesidir.

Çünkü bu kadar adaletsiz ve bu kadar OHAL şartlarında, baskı koşullarında yapılacak seçimin demokratik olmadığı son derece açık ve nettir.” (Alper Taş)

Genel Başkan’ının sözlerine bakarak insan ÖDP’nin seçimlerde “Boykot” politikası izleyeceği sonucuna varır değil mi? Değil tabii ki. Öyledir diyen yanılır. Sonraki satırlar, boykot politikasının neden izlenmemesi gerektiğine ayrılmış.

“Ama boykot yapalım demekle olmuyor boykot. Boykota bir eğilimin olması gerekiyor. Halka da boykotunu yap, şurada meclisini kur diyebilmek lazım. Türkiye’nin sınıflar düzeyi bize böyle bir olanak sunmuyor.”

Ne yapsın Alper Taş? Ortada dinci-faşist iktidarın “sandıkla gitmeyeceğine” dair buz gibi gerçekler, serde ise tutsağı olduğu sosyal reformist dogmalar var. Boşa koysa dolmuyor, doluya koysa olmuyor. ÖDP böyle de diğerleri pek mi farklı? Fark bir yana daha beter durumdalar.

Pek komünist TKP’nin Genel Sekreteri Okuyan Kemal, “Boykot çağrısından önce yapılması gerekenler var” diyor. “Seçim sisteminde tuhaflıklar(!)" keşfeden Okuyan Kemal, önce halkı bu tuhaflıklar ve seçim sisteminde yapılan son yasal düzenlemelerle ilgili halkı aydınlatmak istiyormuş. Şöyle:

“Seçimleri boykot etmek bir siyasal tavırdır ve bazen tek devrimci seçenek olabilir. Ancak boykotun şu anda tartışılması yanlış. Bunun yerine seçim sistemindeki tuhaflıklar ve son yasal düzenlemelerle ilgili halkı aydınlatmalı ve harekete geçirmeli. Bunu yapmadan bir yıl öncesinden boykot çağrısı yapmanın, kendini bağlamanın bir anlamı bulunmuyor.”

Öyle anlaşılıyor ki, seçimlere katılmak, dolayısıyla oynanacak seçim tiyatrosunda dinci-faşist iktidarın, düzenin figüranı rolünü üstlenmek, sosyal reformist bayrağın tartışılmaz anayasa maddesi gibi bir şey. Alper Taş, hiç olmazsa ve kişisel bazda da olsa, “dürüst” davranmaya çalışıyor ve “ Bir sosyalist olarak doğrusu söylemek gerekirse, böyle koşullarda yapılması gereken seçimlerin boykot edilmesidir” diyor. Çünkü, dinci-faşist iktidar seçimleri kazanacak düzeneği kurmuş ve başka ihtimal de yok demeye getiriyor. Sonraki sözlerinde çark etmiş olsa da, seçimde figüran rolünü kabul etmeme arzusu açık. “Genel Sekreter” unvanlı, pek komünist Okuyan Kemal ise bu kadar da olamıyor ve “boykotun tartışılması”nı bile yanlış buluyor.

Daha ileri gidenler ve seçimlere katılmayı tehditvari bir üslupla partisine dayatanlar da var. Şimdilerde HDP’nin başında “Eş Genel Başkan” olarak endam gösteren, dünün “yetmez ama evet”çisi işte böyle biri. “Yetmez ama evet”le dinci-faşist iktidara yaptıkları eşsiz hizmet yetmezmiş gibi, şimdi de seçim tiyatrosunun kararlı bir figüranı olacağını ilan ediyor.

“HDP’nin gündeminde boykot yok, olmayacak. HDP’nin Meclisten çekilme gibi bir gündemi de yok.” İşte bu kadar. “Yetmez ama evet”çi Sezai Temelli, son derece kararlı ve sadece bu gün için değil, gelecek için de HDP’nin politikasına ipotek koyuyor. Kürt halkının katiline “yetmez ama evet”iyle destek vermekte kusur etmeyen bu eski ÖDP’li, bu üslup için gereken gücü nereden devşiriyor, bilemeyiz elbette. Bildiğimiz, seçimlere yani dinci-faşist iktidarın üçüncü sınıf bir müsameresine figüran olarak katılmadaki kararlılığıdır.

Şimdi verdiğimiz örneklerin, Kılıçdaroğlu'nun açıklamasıyla benzerliğine gelelim; hani şu dinci-faşist iktidar ne zaman zor duruma düşse ya da desteğe mutlak biçimde ihtiyaç duysa -Afrin'i işgal sürecinde olduğu gibi- can simidi rolünü kimseye kaptırmayan Kılıçdaroğlu'nun açıklamasına.... Kendi partisi içinden "Boykot" sesleri yükselmesi üzerine kendisine sorulan soruya Kılıçdaroğlu, külhanbeyi üslubuyla şöyle yanıt veriyor:

“Ne boykotu ya, zaten biz kazanacağız. Demokrasi isteyenlerin ağırlığını herkes biliyor. Demokrasiyi yeniden getirmek, tek adam rejiminden kurtulmak, hepimizin ortak talebi. Demokrasi talebi de tabii ki sandıkta dile getirilir. Biz de öyle yapacağız.”

Şimdi okur, "yetmez ama evet"çi Sezai Temelli ile Kılıçdaroğlu'nun üslubu arasındaki büyük benzerliği, kararlılığı daha iyi görüyor olmalı.

 

Oysa seçim-meçim kazanamayacağını; kazansa bile bir işe yaramayacağını, dinci-faşist iktidarın sandıkla, seçimle gitmeyeceğini dünya alem kadar kendisi de biliyor. Burada amaç, seçim tiyatrosuna figüran devşirmektir.

Buraya kadar, sosyal reformistlerin zavallılığını ve Kılıçdaroğlu/CHP ile benzerliklerini göstermeye çalıştık.

Ama gerçekte devrimci politika, “boykot” politikasının da ötesine geçmek, bir ayaklanmanın hazırlanması, dinci-faşizmin bir devrimle yıkılması gerektiği propaganda, ajitasyon ve pratik hazırlıklarıyla birleşmek zorundadır. Bunlar olmadan, “Boykot” politikası da, tek başına emekçi sınıfların ve ezilen halkların çıkarını içeren bir devrimci çözüm olamaz artık.