İnsan soyut değil, somut bir varlıktır. İnsanın varlığı tarihsel toplumsal koşullar tarafından belirlenir. İnsan ancak bu koşullar içinde insandır. Tarihsel olarak verili ekonomik ve toplumsal koşullar değişime uğrayınca insanın yaşamı ve insanın kendisi de değişime uğrar.
Tarihsel olarak verili koşulların her köklü değişimi eski toplumu yıkan ve yerine yeni bir toplum kuran toplumsal devrimlerle gerçekleşmiştir. Bugün gelinen aşamada olması gereken eski toplum olan kapitalizmi yıkarak yeni ve daha ileri bir toplum olan komünizmi kurmaya girişmektir, sınıfsız toplumu kurmaktır. Bu iş uzun soluklu, meşakkatli mücadeleleri gerektirir. Zorluklarla dolu bu mücadele süreci büyük fedakarlıklar ve sorumluluk ister. Politik iktidarın ele geçirilmesini hedefleyen mücadele süreciyle başlayan bu sorumluluk, iktidarın ele geçirilmesinden sonra da devam eder. Devrimden sonraki kuruculuk süreci de fedakarlıklar ve sorumluluk ister. Devrimci olmak, bütün bunları bilince çıkarmak, göze almak demektir.
Tekelci sermayenin egemenliğinin sarsıldığı, ekonomik, politik ve toplumsal krizin derinleşerek devrimci krize vardığı bugünkü koşullarda devrimcilik daha da zordur. Zira sermaye egemenliğini sürdürebilmek amacıyla ekonomik baskının yanında devlet baskısına ve zor yöntemlerine daha çok ihtiyaç duyuyor, daha yoğun olarak uyguluyor.
Baskı ve zor yöntemlerinin daha yoğun uygulanması tekelci sermaye ve düzen güçleriyle emekçi kitleler ve geniş halk yığınları arasındaki çelişkiyi daha da derinleştiriyor, çatışmayı şiddetlendiriyor.
Kapitalizmin tarihi işçi sınıfı ve emekçilerin sömürüsünün, açlık ve sefaletinin de tarihidir. Uzun yıllardan beri sömürülen işçi ve emekçi yığınlar, sömürünün devam edebilmesi, sermaye birikiminin sürmesi için sürekli olarak baskı altında, devlet şiddeti altında tutuldular. En insani talepleri dahi zorla, devlet terörüyle şiddetle bastırıldı. Bütün bu süreç boyunca çok büyük bir öfke ve kin birikti. Toplumda biriken bu patlayıcılar devrimci eylemlerle zaman zaman açığa çıkıyor. Baskı ve devlet terörü ne kadar artarsa artsın, bu patlayıcı güç bir devrimle patlar, patlayacaktır. Bu patlamanın yarattığı, yaratacağı enerji burjuvazinin ekonomik ve politik egemenliğine son verip burjuva toplumu kapitalist özel mülkiyetle birlikte havaya uçuracaktır.
Devrimci komünistler, sınıflar mücadelesinde taktiklerini, bu taktiklerin ifadesi olan sloganlarını, örgütlenme politikalarını ve mücadele biçimlerini belirlerken keyfi davranmaz, verili somut koşulları çözümleyerek karar verirler. Ekonomik, politik, kültürel koşulların yanında uluslar arası durumu da değerlendirip bu koşullara göre belirlerler. Bu nedenle sık sık somut koşulları gözden geçirir, yeniden çözümlerler. Somut koşullara, verili andaki güçler ilişkisine, çelişki ve çatışmalara dayanmayan tezler ve görüşler nesnel, bilimsel olmaz, öznel görüşler olur.
Kapitalizmin emperyalist ülkelerde olduğu kadar gelişmemiş olduğu bağımlı ülkeler dünyanın çok büyük bölümünü oluşturuyor. Bu ülkelerin pek çoğunda olduğu gibi sermayeden, burjuva egemenliğin devamından yana tavır alan aydınlar ve küçük burjuva kesimler var. Esas olarak sosyal reformizmi savunan bu kesimler kapitalizm geliştikçe sınıf çatışmalarının ve krizlerin ortadan kalkacağını, en azından çelişkilerin yumuşayıp uzlaşabileceğini; bu nedenle de bir devrime gerek olmadığını öne sürüyorlar. Oysa kapitalizm koşullarındaki her gelişme bu toplumsal sistemin temelinde yer alan uzlaşmaz çelişkileri derinleştirip sınıf çatışmalarını ve krizleri daha da keskinleştirip şiddetlendirmekten başka bir sonuç yaratmaz. Kapitalizmin temelinde yer alan sınıfsal karşıtlıkların derinleşmesi bu sistemin çelişkin yapısı nedeniyle zorunludur. Burada sınıf mücadelesi kaçınılmaz olarak yoğunlaşıp sertleşir. Toplumsal karşıtlık ve kutuplaşma büyür, daha derin toplumsal krizlere varır. Kapitalizmin kendisi ekonomik, politik, toplumsal krizlerin temelidir. Uzlaşmacı aydınların ve küçük burjuva sosyal reformist hareketin öne sürdüğü gibi, kapitalizmin gelişmesi sınıf karşıtlıklarını ve krizleri hafifletmez, tam tersine derinleştirir. Onlar neyi savunursa savunsun devrimci komünistler, çelişki ve çatışmalardan da yararlanarak burjuva topluma ve burjuva egemenliğe yönelen bütün kitlesel tepkileri somut devrimci hedeflere yöneltmeli, bütün devrimci hareketleri, girişimleri ve güçleri tekelci sermayenin her türlü egemenliğine son vermek için değerlendirmelidir.
Yaşanan her olayla daha çok açığa çıkan bir gerçek var: Uzlaşmacı sosyal reformist hareketler oluşturdukları örgütlülükleri burjuva egemenliğe son vermek amacıyla değil, burjuvazi üzerinde baskı kurarak tavizler koparmak amacıyla kullanıyorlar. Devrimci komünist parti ise bu örgütlülükleri sadece emeğin korunması ve emekçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için değil, esas olarak emeğin kurtuluşu amacına uygun olarak kullanırlar.
Bizde olduğu gibi bağımlı ülkelerin bir çoğunda proletarya bilinçli bir ittifak politikası yürütmek durumundadır. Bu, proletaryanın tek başına burjuvaziyi devirecek kadar güçlü olmamasından ileri gelir. Bunun yanında, proletaryanın, toplumdaki bütün ezilen ve sömürülen kesimleri kurtarmadan bir sınıf olarak kendi kendisini kurtaramayacak olması da bunda önemli bir etkendir. Kır ve kent küçük burjuvazisiyle olsun ezilen ulus ve ulusal topluluklarla olsun müttefikleriyle ilişkisinde proletarya açıklık ilkesiyle hareket eder. Devrimin niteliğini, devrimdeki amacını; bu amaca nasıl varılacağını ve devrimin zaferinden sonraki yöneliş açıkça ortaya koyar.
Burjuvazi ise emekçi yığınlarla, ezilen ve sömürülen kesimlerle ilişkilerinde yalana ve aldatmacaya dayanır. Çünkü burjuva sınıfın amacı bu kesimler üzerindeki egemenliğini ve sömürüsünü sürdürmektir. Bu amacını açıkça ifade ettiğinde bütün bu kesimleri karşısına alacağından açıklık söz konusu bile olamaz. Bütün ilişkileri üstü kapalı sürer, yalana ve aldatmacaya dayanır. Proletarya ise ezilen ve sömürülen tüm kesimlerle emekçi yığınlarla, ezilen ulus ve ulusal topluluklarla açıklık temelinde ilişki kurar. Bu ilişki tamamen güvene dayalı bir ilişkidir. Müttefikleriyle birlikte burjuva egemenliği devirecek olan proletarya, buradan kesintisiz olarak proletarya diktatörlüğüne ve sosyalizm hedefine ilerleyeceğini de açıkça ifade eder.
Proletarya hegemonyası temelinde kurulup gelişecek olan bu ilişki, bütün emekçi ve ezilen kesimlerle birlikte emeğin kurtuluşunun başlangıcıdır.
Özgür Güven