Lenin emperyalizmi tahlil ederken çok güçlü ve zengin bir kaç ülkenin -ulusun- dünyanın büyük bölümünü oluşturan gelişmemiş ülkeleri -küçük ulusları- egemenlik altına aldığını, sömürdüğünü belirtir. Bugün bu çok daha açıktan görülüyor: Birkaç emperyalist ülke ve dünyanın önemli bir bölümünü oluşturan yeni sömürge, bağımlı ülkeler..Mali sermayenin bir yüzyılı aşan egemenliğinin geldiği nokta, bağımlı ülkelerin ekonomik bağımlılıklarının her yönden daha da derinleştirilmesi ve emperyalist tam ilhakın sonuna dek vardırılması; bir avuç tekelin çıkarları uğruna, sermaye birikiminin sürmesi uğruna emeğin ve dünyanın talanı, yıkımı.
Tekelcilik her planda gericiliktir. Bugün hem emperyalist ülkelerde hem de bağımlı ülkelerde uygulanan politikalar tam da buna tekabül ediyor. Yoksa dillerinden hiç eksik etmedikleri demokrasi ve özgürlük masalları değil. Zira emeğin ve doğanın talanı, yıkımı pahasına devam eden sermaye birikiminin yanında demokrasinin ve özgürlüklerin hiçbir değeri, geçerliliği yoktur. Her bir ülkenin kendi özgünlüklerinden kaynaklanan bazı ufak tefek farklılıklar olsa da asıl durum budur. Bir tarafta çok büyük bir servet, sermaye olarak birikip yoğunlaşırken karşıt tarafta açlık ve sefalet birikimi, yıkım, yozlaşma ve çürüme yoğunlaşıp yaygınlaşıyor. Öyle ki, dünyada üretilen yeni değerlerin toplamda %82'si, toplam nüfusun sadece %1'inin elinde birikirken, %18'i de nüfusun % 99'una düşüyor.
Kapitalist üretimin amacı ve temel dürtüsü kârdır, artı-değer sömürüsüdür. Yoksa insanların ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamlarını kolaylaştırmak değil. Bu amaçlarına erişebilmek için bir yandan dünyanın her yerinde her şey yeniden yeniden gözden geçirilip metalaştırılırken bir yandan da her üretim devresinin sonunda elde edilen artı-değerin bir bölümü sermayeye eklenmektedir. Yoksa genişletilmiş yeniden üretimden, ekonominin büyümesinden ya da aynı anlama gelmek üzere sermaye birikiminden bahsedilemez.
Kapitalist üretim koşullarında ekonominin büyümesi sermayenin büyümesidir. Tek tek ülkeler açısından milli gelir ya da gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) artışıyla ifade edilen esas olarak budur. Kapitalist özel mülkiyet nedeniyle, üretilen ürünler daha baştan metalar biçiminde ve sermaye sahibinin mülkiyeti olarak üretilir. Yaratılan zenginlikler bir avuç tekelin elinde toplanır. Aynı zamanda, sermaye doğadaki ve toplumdaki her şeyi yeniden yeniden elden geçirip metaya dönüştürürken, ekonomi büyümeye devam eder; tekeller sermaye birikimini sürdürür.
Mesela kırsal alanlarda yaşayanlar su ihtiyaçlarını akan derelerden, akarsulardan karşılarsa ekonomi büyümez. Ama eğer barajlar su kanalları yapılır ve su kontrol altına alınırsa; içme suyundan tarım alanlarının sulanmasına kadar her şey paralı duruma getirilir; su metalaştırılmıştır. Ekonomi büyür. Ama aslında büyüyen bir tarafta sermayedir, karşıt tarafta ise emekçilerin, üreten sınıfların, halkın yoksunluğu, yoksulluğu ve sefaletidir.
Anlaşıldığı gibi, ekonominin büyümesi demek sermaye birikimi demektir, emeğin ve doğanın talanı demektir. Sermaye birikimindeki her artış, işçilerin sermayeye bağımlılığını da arttırır, perçinler. Birikmiş ölü emekten başka bir şey olmayan sermaye, canlı emeği kendisine bağlar, egemenliği altına alır, geçmiş bugüne egemen olur. Kapitalizmdeki her gelişme işçinin sermayeye köleliğini de artırır. İşçinin köleliğini arttıran, yoğunlaştıran bu koşullar, aynı zamanda işçi sınıfının bu kölelik zincirlerini parçalayarak özgürleşmesinin de koşullarıdır.
Doğada olsun toplumda olsun her şey kendi karşıtıyla birlikte gelişir. Kapitalist toplumun bugün geldiği aşamada çürüme ve çöküşün yanında bir de devrimci yan gelişti, gelişiyor. Bu, dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de kapitalizmi yıkacak koşulları hazırladı, hazırlıyor. Proletarya ve halklar uzun yıllardan beridir devrimci mücadeleyi sürdürüyor. Tekelcilik, proletarya ve halkların mücadelelerinin önünü kesmek, devrimi engelleyebilmek için kendi karakterinde içkin olan her planda gericiliği uyguluyor. Askeri faşist cuntalardan, işkencelere, toplu tutuklamalara, tek tek infazlardan ve idamlardan toplu katliamlara kadar her yola başvuruyor. Proletarya ve halkların mücadelesi yükselip, devrim, sermayenin egemenliğini sarsıp tehdit edecek boyutlara geldikçe, tekeller gericiliği daha çok ve yoğun olarak uygulamaktan başka çare bulamıyor. Bilim ve teknolojideki gelişmeler bile bu amaçla kullanılıyor; dinci faşizm devrimci güçler, proletarya ve halkları bu yolla da baskı altına almaya çalışıyor. Kent merkezlerinden dağlara kadar her alanda, açık devlet terörüyle birlikte, yoğun olarak teknik araç ve ekipmanlar da kullanılıyor.
Sermaye ve faşist devlet aygıtının bugüne dek yaptığı baskılar, katliamlar ve diğer şeyler gösterdi ki, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, proletaryanın, yoksul köylülerin, emekçilerin ve halkların kendi tarihlerini ellerine alıp bilinçli olarak kurmaya girişecekleri özgür yaşam uğruna verdikleri mücadelenin önüne geçemediler, geçemezler. Proletarya ve halklar, 12 Mart ve 12 Eylül'den sonra olduğu gibi, her defasında tekelci sermayenin ve onun faşist devletinin karşısına daha da güçlü olarak dikildiler. Çünkü kapitalist üretim sürekli olarak bir tarafta emek ürünlerini sermaye biçiminde artırarak üretirken, karşıt tarafta ise emekçilerin yoksulluk ve sefaletini, emeğin sermayeye bağımlılığını ve köleliğini de derinleştirerek yeniden üretiyor. Bu nedenle proletarya ve emekçi halkların mücadelesi, uzun yıllardan beri nesilden nesile devam ediyor; üstelik her defasında daha da güçlenerek... Mücadeleye atılan her yeni nesil, kendisinden öncekilerin birikim ve deneyimine dayanarak başladığı için, daha ileri bir noktadan hareket ederek mücadeleyi sürdürüyor.
Proletarya ve halkların, sermayeye dayalı bu üretim sistemini ve burjuva toplumu temellerinden sarsan güçlü eylemleri sürüyor. Devrim güçleri kapitalizmi alt edecek, daha ileri bir toplum olan sosyalizme geçebilecek güce ve olanaklara sahiptir. Proletarya ve halklar gözünü devrime ve devrimin zaferine dikerek harekete geçtiğinde tekelci sermayenin egemenliği, her biçimi ve aracıyla birlikte yıkılıp gidecektir.
Özgür Güven