Bir yalanıcıyla aptal bir yalancının arasındaki fark, ikincinin insanların onun yalanlarına inanacağını sanmasıdır. “Tünelin ucunda ışık görüldü”, “Ekonomik veriler iyiye gidişi gösteriyor.”, “Enflasyon hız kaybetti”, “işsizlik düşüyor” ve en güzeli “liranın itibarı yükseliyor” ve daha bir çok şey, resmen berbat bir stand-up gösterisi gibi. Dahası dünyada şu an hiçbir kapitalist ülke bu denli “iyi” veriler açıklayamıyor. Hatta artık bu tür verileri hiçbiri rüyasında bile göremez. Ya ortada koca koca yalanlar var ya da dinci faşist parti hiç kimsenin özellikle de yoksul emekçilerin fark edemediği bir mucize gerçekleştirdi. Bu verilere bakınca; meğer açlar tokmuş, yoksullar da zengin! Birileri nerede bir kürsü görse çıkıyor ve durmadan yalan söylüyor.
Hatta işler o kadar güzel gidiyor ki, Maliye Bakanının ağzından bal damlıyor. Kendisinin, “para piyasalarının ve dövizdeki dalgalanmanın normale döndüğünü” ilan ettiği sırada dolar beş doksanlardan altı ikiyüz elliye fırlıyor. Hemen müdahale ediliyor ve dört buçuk milyarı piyasaya sürüyorlar. Ancak bu miktar bile, selin önündeki bir saman çuvalından daha etkili olamıyor. Üstelik bu para devletin “yedek akçesi” doğal afet gibi öngörülemeyen durumlar için bir tedbir. Bu paraya “kefen parası” da denir. Ancak dört buçuk milyar bir iki günde buharlaştı. Buradan da anlaşılıyor ki, ekonomik çöküş felaket boyutunda belki de bir tesadüf değildir, bir felaket için bir köşede tutulan bu paranın bu işe harcanmış olması. Fakat leş kokan bu cesede bir kefen biçmeye bu meblağ yetmedi ve yine anlaşılıyor ki burjuva ekonomik sistem bay burjuvazinin kendisiyle birlikte kefensiz gömülmek zorunda kalacak.
Son açıklanan resmi verilere göre, her bir dakikada üç insan işsiz kalıyor ve an itibariyle işsiz sayısı sekiz milyon dörtyüz bin. Bu rakam doksan yedi ülkenin nüfusundan fazla. Dahası, çalışabilen elli milyon insanla bu rakamı oranlayınca her beş insandan biri işsiz. Daha bitmedi üniversite mezunu işsizler çoktan milyonu aştı ve başta da dediğimiz gibi bunlar sadece resmi rakamlar yani gerçekte işsiz sayısı on milyonu çoktan aştı ve her üç kişiden biri işsiz. İşsizliğe karşı oluşturulan işsizlik fonunda ise paralar hızlı suyunu çekmekte. Bu fondaki paranın patronlara aktarıldığını zaten herkes biliyordu fakat şu an gelinen aşamada patronlara aktarılan miktar işçilerin maaşlarından kesilerek fona aktarılan miktarı geçti. Yani işsizlik fonu şuan açık veriyor. Buna rağmen şu ana kadar nasıl bir halusünasyon gördüğü hiçi anlaşılmayan aynı zat bu Haziran’da “cari fazla” oluşacağını söyleyebiliyor. Ya dinci faşist parti derin bir huşu içinde ya da kendi yalanlarına çaresizce gömülmüş durumda.
İstatistikler tüm olasılıklarda inatla tersini söylüyor olsa da buna rağmen ve bunu bilerek insanların gözlerinin içine baka baka bunları söyleyebiliyorlar. Bu durum faşistlerin klasik özelliklerinden biridir. İşler geri döndürülemez noktaya vardığında gerçeği kabul edemez ve bir çeşit hayal alemine dalarlar. Mussolini her şeyi yitirdiğinde bile hala onu destekleyen yüzbinlerce Kara Gömlekli olduğuna inanarak İtalya kırsalında bir kasabada son saatlerini Kara Gömleklileri bekleyerek geçirdi. Fakat gelenler partizanlardı ve bir duvarın önünde kurşuna dizilmekle bitti değersiz yaşamı. Sovyet Kızıl Ordusu Nazi Almanya’sının sınırları aşarak hızla Berlin’e ilerlerken Hitler hala harita üzerinde sağda soldaki panzer tümenlerini SS kolordularını, bombardıman filolarını kızıl orduya karşı harekete geçiriyordu. Emirler veriyor ve etrafındakilere dönerek “zafer bizim” diyor, etrafındakiler de onu alkışlıyordu. Oysa tüm bu ikiyüzlü faşist generallerin hepsi çok iyi biliyordu ki, ortada ne panzer tümenleri ne SS kolorduları ne de bombardıman filoları vardı. Milyonları peşinden sürükleyen o büyük liderleri o katliamlar suçlusu bir çeşit hayal dünyasında hayali ordularla zafere koşuyordu. Bilemeyiz tabi belki o da tünelin ucunda bir acayip ışık görmüştü. Oysa gelen tek ışık Sovyet Katyuşalarına aitti!..
Ancak, kim nasıl ve hangi yalanların ya da hayalin içinde olursa olsun hiç fark etmez; çünkü emekçiler şaşmaz bir isabetle yolun sonunun geldiğini görür. Hatta faşist partileri düne kadar destekleyenler bile. Bu noktadan sonra da emekçilerin ezici çoğunluğu bu sonu yaklaştırmak için bilinçli bir çaba içinde olurken çökmekte olanın eski destekçileriyse kendi tatlı canlarını kurtarmanın derdinde olur. İşte Lenin, karşı-devrimci saflardaki bu dağılmayı devrimci durumun hatta devrim anının belirtilerinden biri sayar. Zira gerçekten de Ekim Devrimi öncesinde Rusya’da böyle bir durum yaşanmıştır.
Marx, her devrimin kendi karşı devrimini örgütlediğini belirtmiştir. Biz de on yıllardır durum böyleydi fakat bununla birlikte bu karşı-devrim elindeki tüm imkanları kullandığı halde devrimi ezemedi. Üstüne bir de devrim hep güçlenerek yoluna devam etti. Hal böyle olunca da bu başarısızlık karşı devrimci cepheyi parçalamaya başladı. Şu an bizde bu parçalanma hız kazanmıştır. Karşı-devrim cephesi dağılıyor. Daha dün birbirlerini savaş uçaklarıyla bombalayanlar, bugün yeni partiler kuruyor. Bu düşman kardeşler bir kaç yıl öncesine kadar devrim karşısında “et ve tırnak gibi gönüldaş” idiler. Ancak devrim karşısında başarısız olunca, artık et ve bıçak gibi düşmanlar. Oysa kazansaydılar böyle olmayacaktı.
Milyonlar ekonomik ve politik parçalanmanın bilincinde; mikrofon uzatılan bir emekçi kadın şöyle diyor: “Titanik gibi batıyoruz!” (Halk tv) Bu cümleyi böylesine net kuran biri olup biten her şeyin de farkındadır; bilince çıkarmıştır. Emekçiler her şeyi dört dörtlük gösteren resmi kurumların ve dinci faşist partilerin yalan söylediğini biliyorlar. Hatta bu durum çoktan derin bir öfkeye de dönüşmüş durumda. Emekçiler bu gidişle yarının bugünden daha beter olacağına da emin. O halde onlara, bu titaniğin çarptığı bu buz dağının devrim olduğunu, onlara bu geminin kurtulmasının hiç bir yolu kalmadığını, onlara bu lanetli gemiyle batmak zorunda olmadıklarını söylemek, onlara batanın asalak burjuvaların gemisi olduğunu ve bunun da bir felaketle alakasının bulunmadığını anlatmak, yani onlara kapitalizmden kaynaklanan yoksulluktan kurtuluşun yolunu göstermek ve onlara karşı-devrim cephesi dağılırken kendi devrim cephelerinde örgütlenme çağrısını yapmak yapılacakların en doğrusudur. Çünkü susuzluktan ölmek üzere olana su, hastalıktan ölmek üzere olana ilaç verilir. Fakat bir toplum ölüyorsa ve milyonlarca emekçi acı çekiyorsa onlara verilecek şey, gerçek bir devrimci parti ve bir devrimin yol haritasıdır.
Bunların ikisi de mevcuttur.
Hiçbir karanlık kendiliğinden yok olmaz. Tarih boyunca böylesi zifiri karanlıkları yırtıp atanlar hep oldu ve biz bu topraklardan onlara hep imrenerek baktık. Şimdi bu karanlığı yırtacak olan o güneşi bu topraklardan yükseltme zamanı geldi. Bunu başarmak zorundayız, çünkü bu bir seçenek değil görevdir.
Kenan Kızıl