CHP'nin dinci faşist iktidar karşısındaki misyonu nedir? Şöyle de sorabiliriz: Tekelci sermaye sınıfı CHP'ye nasıl bir misyon yüklemiştir?
Tek cümleyle ifade edersek, şudur: CHP'nin görevi, dinci faşist iktidara payanda olmak, en zor ve kritik anlarda ve meselelerde ona destek vermek; önemsiz, ikincil derecedeki konularda ona sert muhalefet yapıyormuş gibi görünerek iki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksullarını, dinci faşist iktidara kin ve öfke duyan kitlelerini oyalayarak boş beklentiye sokarak pasifleştirmek.
Dinci faşist iktidarın yaklaşık yirmi yıllık hükümet döneminde bunun sayısız örnekleri oldu. Her şeyden önce, burjuva yasa ve anayasaya göre milletvekili bile olamayacak RTE'nin önce milletvekiliği, arkasından başbakanlık ve nihayetinde Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması Baykal-Kılıçdaroğlu ikilisi sayesinde olmuştur.
Burada, bir parantez açarak, her türlü yanlış anlamanın önüne geçmek için şu uyarıyı yapmak yerinde olacak: Sürecin başında RTE-Abdullah Gül ikilisinin öncülüğünde dinci faşist bir iktidarın kurulması; arkasından tüm yetkilerin RTE ve adamlarının elinde merkezileştirilmesi politikası, hiç şüphe yok, tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist güç odaklarının; emperyalist mali sermaye güçlerinin tercihiydi. Burada CHP'den, Deniz Baykal ve K.Kılıçdaroğlu'ndan söz ederken onların sadece tekelci sermaye sınıfının sıradan memurları olduklarını unutmuyoruz. Onlara verilen görev, bu iktidarın oluşumuna payanda olmak; zorlu, kritik anlarda destek olmak; sair zamanlarda emekçi sınıfları oyalamak, aldatmak için “muhalefet” rolünü oynamaktı.
Şu dönüm noktalarını hatırlatmakla yetinelim: RTE'nin milletvekili olması, Deniz Baykal ve CHP'sinin ona yolu açmasıyla mümkün oldu. Tüm yetkilerin merkezileştiği bir yönetimin oluşturulmasının ilk temel taşı olan 2010 Referandumunu RTE, CHP'nin ve kullanışlı ahmaklar olarak “yetmez ama evet”çilerin desteğiyle kazandı. Milletvekilliği dokunulmazlıklarını CHP'nin Meclis’teki desteğiyle kaldırdı. Son dönüm noktası olarak, 2015 seçimlerinde Deniz Baykal'ın RTE'ye akıl hocalığı yaparak, seçim sonuçlarını göz ardı etmesini sağlaması ve “adam kazandı” twiti ile şimdiki konumunu pekiştirmesi.
Bu kadar örnek, anlamak isteyen biri için fazla bile.
Şimdiki mesele ve soru şudur: CHP ve Kılıçdaroğlu'nun yukarıda ana çizgilerini ortaya koyduğumuz misyon ve görevi sona ermiş ya da değişmiş mi? Tek kelimeyle, “hayır”. Birleşik devrimin, her şeyi yerle bir edecek bir halk ayaklanmasının güçlü baskısı ve korkusu altındaki tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist mali sermaye dinci faşist iktidardan vazgeçmiş değil. Haliyle, CHP ve onun başı Kılıçdaroğlu'nun, dinci faşist iktidara ve onun başı RTE'ye payanda olma görevi de sona ermiş değil.
Bu görev için Kılıçdaroğlu ve partisi CHP, son anda çıkarmak üzere şapkasında bir tavşan saklıyor. Sosyal reformist ve uzlaşmacı partilerin “salağa yatmaları”na bakmayın, Kılıçdaroğlu ve Partisinin son ana sakladığı okus pokus numarası aslında çocukların bile yutmayacağı basitlikte. Kılıçdaroğu ve Partisi CHP, olmayacağını bile bile, dinci faşist iktidar ve tekelci sermaye sınıfına kin ve öfke dolu emekçi sınıflara, yoksul kitlelere bu iktidarın seçimle değişeceğini ısrarla söylemekte. Leninistlerin tüm uyarılarına rağmen sosyal reformist ve uzlaşmacı partiler de “salağa yatarak” CHP'nin bu aldatmasına çanak tutuyor, “sol”dan destek oluyorlar.
Oysa, RTE ve dinci faşist iktidarın öne çıkan sözcüleri, seçimle iktidarı devretmeyeceklerini çok çeşitli biçimlerde, açıkça ve defaatle açıkladılar. RTE'nin “Rize'deki ders birinci, daha neler olacak neler” tehdidini bir yana bırakalım. Son tehdidi ve meydan okuması hiç bir yoruma yer bırakmayacak açıklıkta. Son açıklamalarından birinde şöyle şöyle dedi RTE:
“Her fırsatta utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün. 15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.”
Bu sözlerin en anlama geldiği üzerinde durmaya gerek yok. Tehdit son derece açık. Nitekim, Kılıçdaroğlu bu kadar açık tehdidi görmezden gelemedi ve şöyle bir karşılık vermek zorunda kaldı:
“Ey Saraydaki Şahıs, oy oranlarını gördükçe dilinin söylediğini kulakların duymaz oldu. Bugün resmen iç savaş naraları atmaya başladın. Bu millet bunları yemez! Bu millet sen ve sülalen saraylarda yaşayasınız diye sokaklarda kan dökmeyecek.”
Elbette burada “yenecek” ya da çiğnenecek bir şey yok. Her şey çok açık. Dinci faşist iktidarın başı, gerekirse katliamlara başvurmaktan çekinmeyeceğini, insanların kafalarının kesildiği 15 Temmuz'u örnek vererek anlatıyor. Kılıçdaroğlu bu ciddi tehdidi yavan gevezelik laflarıyla geçiştiriyor. Ama kurduğu son cümle, “bu millet sen ve sülalen saraylarda yaşayasınız diye sokaklarda kan dökmeyecek” sözleri, eğer seçimler, olur da yapılırsa, Kılıçdaroğlu'nun son anda, seçim gününün son saatinde şapkasından çıkaracağı tavşanın ilk işaretini veriyor: Sokağa çıkmayacağız. Peki ne yapacak? Daha önce yaptığını yapacak, dinci faşist iktidara karşı ayaklanmaya hazır kitlelere “eve dönün, kardeş kanı dökmeye değmez” çağrısı yapacak.
Olaylar herkesi daha açık, daha net konuşmaya, düşünce ve politikalarını açıklıkla ortaya koymaya zorladıkça, Kılıçdaroğlu da daha açık konuşmak zorunda kalıyor. Bu millet sen ve sülalen saraylarda yaşayasınız diye sokaklarda kan dökmeyecek.” sözlerine açıklık getiriyor, ve “millet” dediği kesimin bizzat kendileri olduğunu; kendilerini asla ve kata sokağa çıkmayacağını şöyle itiraf ediyor:
“Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor anlaşılan. Çıkmayacağız. Zorlayacak çıkmayacağız, baskı kuracak çıkmayacağız...”
Böylece, her şey netleşmiş oluyor. Olur da, dinci faşist iktidar seçim düzenleme kararı alırsa, seçim günün son saatlerinde dinci faşist iktidar, şimdiden ufak ufak harekete geçirdiği dinci faşist tüm tosuncuklarını silahlanmış biçimde sokağa salacak; terör estirmelerini sağlayacak; Kılıçdaroğlu ve avanesi ise, “ne yapalım, kardeş kanı dökmeye değer mi” bahanesiyle ayaklanmaya hazır kitlelere “eve dönün” çağrısı yapacak. Böylece, başında RTE'nin olduğu dinci faşist iktidar, üstelik “demokratik seçimle”, “atı çalıp Üsküdar’ı geçerek” bir beş yıl daha kazanmış olacak. Hem dinci faşist iktidarın hem de CHP-Kılıçdaroğlu'nun daha önce deneyip sonuç aldıkları bir yöntem.
Dinci faşist iktidarla Kılıçdaroğlu-CHP arasındaki kayıkçı dövüşü bu kadar açıkken, bu parti ve başındakine “demokrasi ittifakı”na katılma çağrısı yapan, destek garantisi veren sosyal reformist ve uzlaşmacı partilere ne demeli?
Birleşik devrim, burjuvaziyle uzlaşma-ittifak sularında kulaç atan bu parti ve çevreleri dibe çekecektir.