Siyonist İsrail ile Filistinli güçler arasında “ateşkes” anlaşmasına varıldı. Anlaşma 15 Ocak'ta duyuruldu, ancak imzalanması 16 Ocak tarihinde oldu. Anlaşma 19 Ocak'ta yürürlüğe girdi, ancak anlaşmanın siyonist İsrail hükümeti tarafından onaylanması, yürürlük tarihinden sadece bir gün önce gerçekleşti. Bunun nedeni, siyonist hükümet içindeki anlaşmazlık ve çatlaklardı.
Siyonist hükümetin Başbakanı Netanyahu, “Ateşkes'e hayır” diyen siyonist Bakanları ikna etmek için, doğacak ilk fırsatta savaşı yeniden başlatma sözü vermiş. Sözünün gereğini yerine getirebilir mi? Bunu zaman gösterecek. Ancak şimdiden şunu söylemek mümkün, siyonist İsrail, savaş kararı aldıktan sonra bir piknik gezisine çıkmadığını acı bedel ödeyerek anladı.
Siyonist İsrail Filistin halkına ve devrimci güçlerine karşı on beş aydan fazla süren savaşta zafer mi kazandı? Kimi dar görüşlü liberaller, siyonist İsrail'in büyük bir zafer kazandığını çoktan ilan etmeye başladılar. Ama gerçek hiç de öyle değil.
Her şeyden önce siyonist İsrail devleti ve hükümeti, elli binin üzerinde Filistinliyi hiçbir yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin katletmesine rağmen, savaşın başında ilan ettiği hiç bir temel amacına ulaşamadı. Filistin Devrimi’ni, devrimci güçlerini yok edemedi. Rehinelerini kurtaramadı. Üstün teknoloji ve ateş gücüne, modern silahlara rağmen, siyonist ordu büyük asker kayıpları verdi. Açıklandığı kadarıyla 891 askerini kaybetti ki bu, 1973 savaşından sonra uğradığı en büyük kayıptı.
Fakat, bütün bunlar bir yana, siyonist İsrail'in en büyük yenilgisi, savaştan korkup kaçan kuzeydeki “yerleşimcileri” geri getirememesi oldu. Bu nokta, siyonist İsrail'in aşil topuğudur ve faşist Netanyahu ve hükümeti bu gerçeği bildiği için, “yerleşimcilere” güven verip geri getirmek adına Lübnan'a savaş açıp acımasızca bombalamak dahil, elinden gelen ne varsa hepsini yaptı. Sonuç, tam bir başarısızlık. Hizbullah'ın gücünden, savaşın kendisinden korkan “yerleşimciler”, iflah olmaz faşist siyonistler dışında, evlerini terk edip bir daha geri dönmemek üzere gittiler.
Bu, siyonist İsrail'in aşil topuğuydu zira siyonist devletin temeli, “yerleşimci” yani yeni yeni işgalcilerin gelmesi üzerine kurulmuştu. Siyonist İsrail'e doğru göç, her şeyin temelidir. Siyonist devletin kuruluşu da bu göçe dayalıdır. Şimdi ise göç hareketi, bu savaş sonucu, tersine dönmüş durumda. Siyonist İsrail'e göç değil, siyonist İsrail'den göç nüfus hareketinin temel yönü oldu.
Siyonist İsrail'in kuruluş biçimini hesaba katmayanların üzerinden atladıkları noktadır bu. 7 Ekim 2023'te Filistinli devrimci örgütlerin ve Hamas'ın başlattığı “Aksa Tufanı”nın en önemli sonuçlarından birincisi budur. Savaşın kimin zaferiyle sonuçlandığı sorusuna yanıt ararken, bu nokta hesaba katılmadan doğru sonuç ve yanıta ulaşılamaz.
Bununla bağlantılı ve en az bunun kadar önemli nokta, siyonist İsrail'in güvenilir; her türlü tehditten uzak, çok korunaklı bir yer olduğuna dair sahte anlatının yerle bir olmasıdır. “Aksa Tufanı” saldırısı değil kastettiğimiz. Bu var. Fakat bundan çok daha fazlası, siyonist İsrail'in saldırılarını başlatmasından sonra geldi. Hizbullah, Yemen, İran ve Irak'taki “direniş” örgütlerinden gelen füzelerin, siyonist İsrail'in hemen her karış toprağına ulaşmasından sözediyoruz. Ne “Demir Kubbe”, ne “arraow” ne “Davud'un Sapanı” vb. çok katmanlı hava savunma sistemleri siyonist İsrail'i korumaya yetti. Tel-Aviv ve Hayfa dahil, her yerde İsrail halkı kendinin güvende olmadığını, her gece sığınaklara koşarak gördü. Bu, siyonist İsrail'den göçü kitle göçü haline çevirdi. Siyonist İsrail'in açıklamaktan en çok imtina ettiği gerçeklerden biridir bu.
Savaşın durdurulması, rehinelerin anlaşma yoluyla kurtarılması, katliamların, savaş suçlarının durdurulması vb. için yapılan hükümet karşıtı kitle gösterileri, siyonist İsrail tarihinin hiç görmediği boyutlara ulaştı. Sınıf çatışması derinleşmeye, iç çelişkiler keskinleşmeye; polis ve ordu birlikleriyle halk arasındaki çatışmalar şiddetlenmeye başladı. Siyonist İsrail bu süreçte iç savaş eşiğine geldi ve bu süreç hala devam ediyor. Ne tarihsel ne siyasal açıdan varlık hakkına sahip olan siyonist İsrail, şimdi kendi iç çelişkileriyle, hükümet karşıtı kitle gösterileriyle sarsılıyor. Bu, siyonist İsrail'in alışık olmadığı bir durumdur. Dahası, Yahudi halkı arasında tek devlet içinde iki halkın barış içinde bir arada yaşama fikri hayat bulmaya ve güçlenmeye başladı.
Siyonist İsrail, başta ABD ve İngiltere olmak üzere, bütün emperyalist devletlerin askeri, siyasi, mali akla gelebilecek ne varsa, her türlü desteğini sınırsız biçimde aldı. İran'dan gelen füzelerin önlenmesi için Ürdün, Suudi Arabistan gibi işbirlikçiler dahil, bütün emperyalist devletler siyonist İsrail üzerinde adeta bir şemsiye oluşturdular. Sonuç? Çıplak ayaklı Yemen güçlerinin roketleri Tel-Aviv, Hayfa gibi önemli ve en büyük şehirleri vurdu. ABD ve İngiltere uçak gemilerini Kızıldeniz'den çekip uzaklaştırmak zorunda kaldı. Kızıldeniz'i ticaret yolu olarak kullanan bütün “düşman” ülkeler rotalarını değiştirdiler. Bu tür sonuçlar saymakla bitmez.
Ama önem bakımında bunlardan hiç de geri kalmayacak noktayı en sona bıraktık: Dünya halklarının Filistin halkıyla, Filistin devrimiyle eylemli dayanışması. Vietnam savaşından bu yana, dünyanın en kitlesel, en militan; enternasyonalizm ruhuyla dolu gösterileri bu dönemde siyonist İsrail'e ve onu destekleyen emperyalist hükümetlere karşı gerçekleşti. Emperyalist hükümetler, örneğin Almanya, Fransa gibi Avrupalı emperyalistler, siyonist İsrail karşıtı gösterileri yasaklarla önlemeyi denemelerine rağmen, başarılı olamadılar. İşçiler, emekçiler, ezilen halklar dünyanın her köşesinde milyonlar halinde meydanlara aktılar.
Bu kitle baskısı karşısında emperyalist ve işbirlikçi devletler, onların hükümetleri geri adım atmak zorunda kaldılar. UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi) gibi, emperyalist hükümetlerin bir oyuncağından başka bir şey olmayan kurumlar, faşist Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkardı. Filistin Devriminin dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının yüreğinde edindiği bu yer, onun devrimci enternasyonalist tarihinin ve özünün bir sonucudur.
Suriye'de BAAS rejiminin yıkılıp, bu acılı toprakların şimdilik siyonist İsrail, Türkiye ve emperyalistlerin avuçlarının içine düşmüş olması; Hizbullah'ın ağır darbeler yemiş olması vb. siyonist İsrail'in bir hezimet yaşadığı gerçeğini değiştirmez.
Şimdi, ABD'nin “Ateşkes” anlaşmasını kabul etmesi için Natenyahu'ya baskı yaptığı propagandası yapılıyor. Böyle bir şey mümkündür, zira Filistinli devrimciler karşısında yenilen sadece siyonist İsrail değil, ondan çok ve ondan önce emperyalist devletlerdir. Filistin halkı, siyonist İsrail'den çok ABD ve İngiltere'ye karşı savaştı. Eğer bu iki emperyalist devlet doğrudan, diğer emperyalistler ve gerici devletler dolaylı biçimde Filistin halkına karşı savaşmasalardı, Filistin halkı çoktan zaferini ilan etmiş olurdu. ABD'nin “ateşkes” anlaşması için baskı yapıp kabul ettirmiş olması bile, asıl söz sahibinin kim olduğunu anlatmaya yetmiyor mu?
Filistin halkı, zaferini tüm emperyalistlere ve dünya gericiliğine karşı elde etti. Siyonistler bir daha saldırıya cesaret edebilirler mi? Siyonistlerin ahmaklık yapıp aptalca davranmayacaklarının güvencesini kimse veremez. Ama gelecekleri varsa görecekleri de var. artık hiçbir şey siyonist İsrail'in yıkım sürecini durduramaz.
Filistin halkının “Savra Savra Hatta Nasr” yürüyüşü devam edecek.