Tekelci sermaye sınıfı artık toplumu yönetemiyor. Bu gerçeği artık herkes biliyor, görüyor ve kabul ediyor; sosyal reformistler dahil. Geçen günlerde, sosyal reformist bir parti, dinci faşist iktidar için “yönetemiyorlar” diye bir başlık kullanmıştı.

Demek ki, tekelci sermaye sınıfının toplumu yönetemediğini tespit etmek, tek başına bu tespit, devrimci politika açısından, artık büyük bir önem taşımıyor. Herkes görüp kabul ediyor ki, dinci faşist iktidar, tekelci sermaye sınıfı egemenliğini, yani bu sömürü düzenini ayakta tutmak için topluma karşı savaşıyor. Onun için, faşist devletin baskı ve terörünü toplumsal yaşamın her alanında görmek mümkün.

Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın, tekelci sermaye sınıfı adına toplumu yönetememesi, fakat toplumla savaşması, işin sadece bir yönünü tanımlar. İşin diğer yönünü yani emekçi sınıflar cephesini, bu sınıfların eskisi gibi yönetilmek istemedikleri gerçeği oluşturuyor. Egemen sınıf olarak tekelci sermaye sınıfı ve onun politik güçleri toplumu yönetemezken, emekçi sınıflar da eskisi gibi yönetilmek istemediklerini artan kitle eylemleriyle, grev ve çatışmalarla, direnişlerle, sokak gösterileriyle, öfkeli ruh halleriyle ortaya koyuyorlar.

Devrimci marksizmin “devrimci durum” olarak tanımladığı sınıflar arası bu ilişki ve koşulların altında yatan temel dinamik, şüphesiz ekonomik bunalımdır. Türkiye tekelci kapitalizmi kendi tarihinin en derin ve en uzun bunalımının içinde. Tekelci kapitalist düzenin derin ve uzun bunalımı yapısal olduğu için kalıcıdır da...

Devrimci marksizmin temel kavramlarını bozmayı, böylece işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve devrimci güçlerin bilincini bozmayı temel amaç edinmiş liberaller ve onların ideolojik etkisi altındaki sosyal reformistler “devrimci durum” kavramını kullanmamak için uyduruk “çoklu kriz” kavramını kullanıyorlar. Elbette bu çabaları boşuna değil. Liberallerin ve sosyal reformistlerin neredeyse hepsinin kullandığı bu uyduruk “çoklu kriz” kavramıyla devrimin toplumsal güçlerinin gözünden birleşik devrimin koşullarının varlığını kaçırmaya çalışıyorlar.

Tekelci sermaye sınıfı ve onun dinci faşist iktidarının, faşist devletinin toplumu artık yönetemediğini tespit etmek, devrimci marksizm ile burjuvazinin emekçi sınıflar içindeki bu uzantıları arasındaki farkı ortaya koymuyorsa fark nerede?

Fark, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, emekçi kitlelerinin, birleşik devrim güçlerinin önüne konulan/konulacak görevlerde ve bu görevler için yapılacak propaganda-ajitasyon ve hazırlık çalışmasının içeriğinde yatıyor.

Örneğin, sosyal reformist partilerden biri, “yönetemiyorlar” diye manşet attıktan sonra şu gülünç ifadeyi kullanıyor: “Yönetmeye talibiz”. Bütün sosyal reformist partiler ve liberal çevreler tekelci sermaye sınıfının politik güçlerinin iki ülkenin ezilen sınıflarını yönetemiyor olmasından işte bu, ancak çocukları güldürmeye yarayacak sonucu çıkarıyorlar: “Yönetmeye talibiz”.

Burjuva sınıf düzenini, ekonomik ayrıcalıklarını korumaya yarayan bütün kurum ve zor aygıtlarıyla, sahibinin bedava elden çıkarmaya hazır olduğu iflas eden bir dükkan gibi göstermeye çalışıyorlar. “Siz bu dükkanı çalıştıramıyorsanız, biz devralmaya ve çalıştırmaya talibiz”. Hepsi de “okumuş” bu tayfanın marksizme dair bütün politik bilinci, bundan ibaret. Birleşik devrimin toplumsal güçlerine götürdükleri bilinç de, haliyle, bundan ibaret.

Devrimci marksizm, leninizm ise soruna bambaşka bir açıdan yaklaşır. Devrimci marksizm, kapitalist toplumda sınıf ilişkilerinde devrimci durumun varlığını tespit ettiğinde, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin önüne devrimin görevlerini koyar, devrimin zaferi için gereken hazırlıkları yapar, devrimin kaçınılmazlığı, zorunluluğu, derinliği üzerinde açıkça konuşur; propaganda ve ajitasyon çalışmasının temeline işte bu içeriği koyar. Artık ezilen sınıfları eski yöntemlerle yönetemeyen, bunun yerine ezilen sınıfları baskı, terör, katliam, ceza, tutuklama ve zindan politikalarıyla egemenlik altında tutmaya çalışan burjuva sınıfı ve onun politik zor aygıtlarını dağıtmanın yol, yöntem ve araçları hakkında işçi sınıfı ve emekçi kitleleri aydınlatmaya, bu devrimci göreve onları hazırlamaya çalışır.

Bütün bunları basit bir sosyal reformizm-liberal çizgi eleştirisi için anlatmıyoruz. Bu var, ama bundan daha çok, esas olarak leninistlerin önündeki görevlere işaret etmek istiyoruz.

Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin “Gezi Ayaklanması” benzeri bir ayaklanmadan korktuğu artık gizlenemeyecek kadar açık. Dahası, yeni bir ayaklanmanın “Gezi Ayaklanması”nın ikinci bir baskısı olmayacağı; nicelik ve nitelik bakımından onu çok aşan bir ayaklanma olacağını tahmin etmek zor değil. Birleşik devrimin toplumsal güçlerinin öfkesinde, artan eylemliğinde, kin ve kızgınlığında böyle bir fırtınanın tüm belirtileri mevcut. Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, bu gidişin önüne geçmek için, birleşik devrimin toplumsal güçlerini bölmek dahil türlü-çeşitli oyun ve manevralara başvuruyor.

Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfını, emekçi kitlelerini, yoksul, ezilen halklarını birleşik devrime hazırlamak, bu çerçevede onlara tam ve kesin kurtuluşun birleşik devrimin zaferinden, politik ve ekonomik iktidarın ele geçirilmesinden geçtiğini anlatmak; Geçici Devrim Hükümeti, bu hükümetin zorunluluğu, görevleri ve programı hakkında aydınlatmak günün temel görevidir.

Artık yönetemiyorlar; bir devrimle yıkılacaklar!